31 Aralık 2011 Cumartesi

MUTLULUĞUN RESMİNİ YÜZÜMÜZE ÇİZERDİK 2

Bu gün alışveriş merkezlerinin restoranlarında, bir gürültü ve havasızlık restoranlarında hamburger keyfine zırlayan çocuklar ve gençler için ben demode bir insanım.
Dışarıda kar...
İçeride yetinme duygusu...
İçeride huzur vardı eskiden.
Televizyonu ilk kez delikanlılık çağımızda gördük. Hafta sonları gazete alırdı babamız. O gün bizim için bayram gibiydi. Gazetelerin bol yapraklı eklerinde ne çok şey bulurduk. Ordan resimler keser, duvar aralarında arşivlerdim. Her evde ve her zaman gazete olmazdı. Cahilliğimizi çok sever, her olayı duymadığımız için bugünkü gibi keyfimiz hiç bozulmazdı!
Portakal kabuklarını babamız sobanın üzerine dizer, odanın içi ferah bir kokuyla dolardı.
Kestane her köşe başında gidene gelene mutlaka çelme çakar, almayana darılırdı. Oysa kestaneci evlerde kestanenin közlendiğini, bir gecenin akılları uçuran mutluluğu olduğunu bilirdi.

Sonra muhakkak masallar, hikayeler.. sohbetlerde büyüklerin anlattığı hatıralar.
Şimdinin aileleri dağıtan yıkan ve herkesi ruh hastası yapan, sözüm ona özgürlükçü, gerçekte öykünmeci (taklitçi) senarist ve yönetmenlerin  dizi ve filmlerinin yaptığı yıkımlar yerine, dilin güzel kullanılmasını sağlayan ve hayali kışkırtan masal ve sohbet dünyası...
bildiğimiz tatlarla birlikte, bize has kokularıda kaybettik. O güzelim kokulara hasret kalacağımızı söyleselerdi inanır mıydınız?
Ekmeklerimizi poşetli eller değil, çıplak eller yapar pişirirdi. Şimdi el değmiyor ama daha çok katkı maddesiyle daha sağlıksız. Gene lezzetli ve mis gibi kokuyor gene ama fabrikasyon imalat insan sıcaklığını bitirdi.
Eskiden çayın da kokusu vardı, domatesin de.
Küçücük  bir bakkal dükkânı koca bir mahalleye yeterdi. Sadece bakkal değildi onlar, sırdaştılar, borç para alınan bir dost, ay başına kadar bizi idare eden bir akraba, her yardımımıza koşan bir vekilharç..
Dışarıda kar...
İçeride huzur vardı eskiden...
Her şeye zam gelir kuşkusu, doğal gazın kesilme korkusu, yolda kalma telaşı, rejim tehlikesi...
Kimin umurunda... Cahilliğimizle mutluyduk. Bizi öyle kolay kolay kimse yıkamazdı. Biz mutluyduk.

Ve mutluluğun resmini çiziyorduk. Ne duvarlara, nede tuvallere. Yüzümüze kocaman çiziyorduk, yüzümüze..

Yazımızı Abidin’in Nazım’a yazdığı cevap şiiriyle bitirelim
...

MUTLULUĞUN RESMİ

Kokusu buram buram tüten
Limanda simit satan çocuklar
Martıların telaşı bambaşka
işçiler gözler yolunu.
inebilseydin o vapurdan
Ayağında Varnanın tozu
Yüreğinde ince bir sızı.
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan
hasretle kucaklayabilseydim
seninle, bir daha.
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
Bağrımıza bassaydık seni Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Başında delikanlı şapkan,
kolların sıvalı, kavgaya hazır
Bahriyeli adımlarla düşüp yola
Gidebilseydik Meserret Kahvesine,
ilk karşılaştığımız yere
Ve bir acı kahvemi içseydin.
Anlatsaydık
o günlerden, geçmişten, gelecekten,
Ne günler biterdi,
Ne geceler...
Dinerdi tüm acılar seninle
Bir düş olurdu ayrılığımız,
anılarda kalan.
Ve dolaşsaydık Türkiyeyi
bir baştan bir başa.
Yattığımız yerler müze olmuş,
Sürgün şehirler cennet.

işte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tual yeterdi;
ne boya...
...

Abidin Dino

BİTTİ


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com


Yayın Tarihi: 28.12.2011 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder