31 Aralık 2011 Cumartesi

MUTLULUĞUN RESMİNİ YÜZÜMÜZE ÇİZERDİK 1

Biri renk ve biçimlerin, diğeri sözcüklerin efendisi iki usta sanatçımızı bilirsiniz; “Mutluluğun resmi” adlı şiiri yazan sözcüklerin efendisi Nazım Hikmettir, şiirde kendisine seslenilende renk ve biçim ustası Abidin Dino’dur. Şiir şöyle..

Sen, mutluluğun resmini yapabilir misin abidin?
İşin kolayına kaçmadan ama
Gül yanaklı bebesini emziren
Melek yüzlü anneciğin resmini değil
Ne
Mavi yosunlu akvaryumda yüzen kırmızı balığın
Ne de
Al çeperli elmanın

1961 yaz ortasındaki Küba’nın resmini yapabilir misin?

Çok şükür, çok şükür
Bugünleri de gördüm
Ölsem gam yemem gayrinin
Resmini yapabilir misin üstad? 

Şiir bir ideolojinin zaferinde duyulan mutluluğu anlatır. Fakat burada bugün için önemli olan ideolojinin kendisinden çok mutluluk kavramının anlatıldığı derinleşmedir. Derinleşme ile erinç at başı gider ve gelen mutluluk yüzün aydınlanmasını sağlar. Bizim yüzümüz daha çok hatıraların sokaklarında dolaşırken mutlu köşe başlarında biraz daha fazla durduğumuzda aydınlanır. O köşe başlarında hayatımızın küçük büyük durakları vardır. Kimine geçerken şöyle bir uğramışız, kiminde hayatımızın kararlarını almışızdır. Kiminde nefes almaya fırsatımız olmamış, kimini de artık demir attığımız liman olduğunu sanmışızdır. Oysa asıl durak son duraktır ve orda hayattan inilir. Son durağın hangisi olduğunu bilmediğimiz için hep kalkacakmış gibi otururuz gittiğimiz her yerde.

Kimin çocukluğunun altın ışıkları gözlerini kör etmez ki. Hele hatıralarda.. Eskiler boşuna dememiş, "geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer" diye.. işte benim geçmişten aklıma gelen cihan değerinde hayallerim, hatıralarım.

Dışarıda kar... karlar o zaman sobadan dökülen kül gibi durmazdı kiremitlerde. Küçük gölcükler bile donar, gül ağaçları, kardan adam olurlardı. Bütün bacalarda meşe odunlarından sıcak, davetkâr, ince bir duman.. yolda kalanların içini ısıtır, yaşam belirtisi olarak umutlarını yeşertirdi.
Önce pırpır sobalarımız vardı. Daha sonra kuzineler.. kuzineler öyle içten öyle sevgiyle yanardı ki... Rahmetli babamız kekik kokulu ovalarda otlamış mis gibi koyun etleri getirir, annemizde kuzinenin ateş yanan bölümüne korların içine küçük demir maşa üstünde bu etleri koyar, okuldan gelen kardeşlerime ve bana küçük bir mangal ziyafeti çekerdi.
Sabah kahvaltılarında maşanın üzerine ekmek dilimleri sıralanırdı kuzinenin üstünde.
Aydınlık bir kış sabahı bembeyaz gelinlik giymiş gibi her yer, gökler daha mavi ve kızarmış ekmek kokusu açlığımızı azdırırdı.
Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli. Francala ve normal ekmekler bugünkü ekmeklerden daha çok ekmekti. Bilir misiniz, yoksul evlerde francala ekmek normal ekmeğe katık yapılırdı.
Her evde bir kümes, her kümeste birkaç tavuk, birkaç ördek ve mutlaka her gün taze yumurta yumurtlardı bu ördekler, tavuklar. Bir kez olsun kümesten yumurta almamış kimse yoktu.
Bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış kimse de..
Her evde elektrik yoktu gaz lambası aydınlatırdı odalarımızı. İkinci bir gaz lambası olmayan evlerde tuvalete gidenler lambayı da götürür, odadakiler bir süre karanlıkta kalırdı.

Yazları açık hava sinemasına gidilirdi. Pazara faytonla gidenler, bir yerden faytonla gelenler dikkat çekerdi. Zenginlik alameti sayılırdı böyle şeyler. Yoğurt, macunlu şeker, dondurma satıcıları sokaklardan geçerdi. Hele bir dondurmacı Saffet ağabeyimiz vardı, iki sokak öteden sesini duyar, kapımızın önünden geçmesini sabırsızlıkla beklerdik. Kendisi yapardı, mis gibi saf süt kokulu sakız dondurmaları. 2005-2006 yılına kadar bizlere çocukluk tatlarını tattırdı Allah rahmet etsin.

Sinemada hangi film oynayacaksa küçük külüstür kırık dökük arabayla  sokak sokak gezer anons ederlerdi. Kardeşimin naylon ayakkabısının arkası yırtılırdı. Arkadaşlarla koşarken, saklambaç oynarken hep ayağından çıkardı. Onlara yetişemiyor diye hep üzülürdü. Annemde bir önceki eski naylon ayakkabılardan bir parça keser maşayı da ocakta kıpkırmızı olana kadar tutar sonrada yamalık yapardı. Kardeşim ayağına giyince pek mutlu oluyordu. Yeni ayakkabıdan farkı kalmazdı. Bayramlıklarımızı terziye diktirirdik. Bir bayram terzim üç kere pantolon dikmiş üstüme uygun kullanışlı bir pantolon yapamamış, kumaşları ziyan etmişti. Bayram sonrası başka bir kumaşla tam bana uyan bir pantolon dikmeyi başarmıştı. O pantolon eskidikten sonra atılmadı, uzun yıllar yeni dikilecek pantolonlarımın kalıbı olmuştu.  

Kumaşlardan kalan parçalar asla atılmaz sonraki günlerde elbisede yırtılırsa  o parçayla yama yapılırdı. Çoraplarımızın parmak uçları topukları çabuk eskirdi annemiz hemen yamardı. Ama biz şimdiki çocuklardan daha çok şanslıydık. Çocukluğumuzu yaşadık. Yokluk içinde mutluluk vardı. Şimdi varlık içindeler her şeye sahipler ama hiç mutlu değiller.


DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 26.12.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder