31 Ocak 2012 Salı

AKIL VE KALP YÖNETİMİ

Akıl ve kalp yönetimi konusunda düşünürken duyduğum bir söz beni kendime getirmeye yetti. Bu konuda yazılabilecek ciltler dolusu kitabı bu söz tek cümlede özetliyordu. Tabiî ki özet yetmez. Tabiî ki üstüne birkaç söz söylemek gerekir. Fakat inanın bugüne kadar böyle bir ayrım yapmamıştım. Hep ikisinide gerektikçe bir yönüyle veya diğer yönüyle davranmıştım. Yani kendimi ve etrafımdakileri hem aklımla, hem kalbimle yönettim. Yalnız buradan kendime acıdığım, kendimi özseverlik (narsisist) derecesinde sevdiğimi sanmayın; benim kendimi kalple yönetmem hemhal (empatti) olmakla ilgilidir. Yani kendimi başkasının yerine koyarken akıl kadar kalbe de önem veririm.   

Neydi o duyduğum söz?

 “Kendini aklınla, etrafındakileri kalbinle yönet”

İçinde sakıncalarıda barındıran, iyimser bakışa sahip olanlar için sakıncanın sıfırlandığını düşündüğüm bir söz olarak gördüm bu sözü. Mutlaka vücut salgılarının iyimser yada kötümser olmada etkisi var. Dolayısıyla hayatı düzenleme işi tıbbi bir konudur diyebiliriz. İşin bu boyutunu bir kenara bırakıp, uzmanlara baş vurmadan, bu sözü sindire sindire özümseyelim.

Ne demekti bu “Kendini aklınla, etrafındakileri kalbinle yönet” sözü? Genellikle insan bedenine esir düşmüş bir canlıdır. Çünkü beden doğa karşısında zayıf olduğu için kendisine hükmeden ‘ben’e bitmek bilmez isteklerde bulunur. Bunu dili olmadığı için işaretler yoluyla, hisler yoluyla ‘ben’e iletir. Bu bedenin kendini koruma güdüsüdür. Buraya kadar her şey normaldir. Sözümüze konu olan asıl bundan sonrasıdır.

‘Ben’e iletilen işaret ve hisler eğer ‘ben’i yalnızca bedensel ihtiyaçlara yönlendirmiş, ondan başka bir şey düşünemez duruma düşürürse, zaten varlığını bedenle anlatma eğilimi olan ‘ben’in daha gerçekçi ve daha tarafsız davranması imkânsızlaşır. Eskiler boşuna “aç koyma hırsız edersin, çok verme arsız edersin” sözünü söylemediler herhalde. Hayat imbiğinden geçen davranışları böyle özlü sözlere dökerek kulaklara küpe olacak şekilde bizleri  uyarmışlardır. ‘Ben’in arsız-hırsız ilişkisinin sevme, sevmeme ve şımartma yada şımartmamayla ilgisi var. Bu durum karakter dediğimiz kişisel tutum ve davranışları oluşturuyor, karakterde oluşmaya çocuk yaşta başlıyor. Yetişkin birey olduktan sonra kişilerin bedenleriyle ilişkileri bağımlılık haline geldiğinde ruhsal yapıyı olumsuz şekilde etkileyerek kolay kolay değiştirilemez bir karakter olmasını sağlıyor.

Sorun burada başlıyor aslına bakarsanız. Kendinden başkasını dinlememe, her yerde öncelik alma, kural tanımama, toplumsal uyumsuzluk. Bu önce özgürlük gibi sunulsa da foyası çok geçmeden ortaya çıkar. Böylelerine “hasta ruhlu” diyoruz biliyorsunuz.

Buraya kadar anlattıklarımdan bedene bağımlılığın ‘ben’e etkilerinin duygular üstünde olumsuz sonuçlar doğurduğu yargısına varıyoruz. Bu durumun sonuç olarak kişiyi kendine bile eziyet eder bir bencilliğe sürüklediğini görebiliriz.

Olumsuzdan olumluya gidelim mi? Evet yeridir, gidelim!

“Kendini aklınla, etrafındakileri kalbinle yönet” sözü işte burada devreye girer. Bu şu demektir; kendine acıma, başkalarına merhamet et, şefkat göster ve en az kendini sevdiğin kadar etrafındakileri sev. Kendine acımayan bedenini aşan, ona tepeden bakabilen kişilerdir. Böyle kişiler kendinden aşkınlaşabilir. Birde üstün sevgi demek olan aşk bunu sağlar kişiye.  Toplumcu yanı çok olan, duyarlılığını her canlı için gösteren ve bedeni ihtiyaçlarını öyle orta yere pek sermeyenlere “kendini aşmış” diyoruz değil mi?

Kendini aklıyla yöneten adil olur. Etrafını veya başkalarını kalbiyle yönetense herkese adaletli davranır. Politikacılarımızın dillerinden düşürmedikleri, pek sevdikleri “Adalet” kelimesi kelime olmaktan ancak yaşanırsa kurtularak gerçek anlamını bulur.   


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com


 Yayın Tarihi: 30.01.2012

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 109

Merhaba sevgili okurlar. Bugün, kendi deyimiyle “adı ve soyadıyla uyumlu olsun diye” ilimizin Akyazı ilçesinde1962 yılında doğan Akgün Akova’nın şiirlerine yer vereceğim. Kendisini anlattığı yazsında, çocukluk devrinde ayı oynatıcısı olmak istediğini belirten şairimiz, ayı oynatıcılarının tefinin işkence aleti olduğunu öğrendikten sonra bu isteğinden vazgeçtiğini söyler. Haritalarda günlerce göçmen kuşların gittiği yerleri aradığını,  onlara yazdığı mektupları göndereceği adresleri bulamadığını dile getirdiği o yazıdan böylelikle şair olduğu yargısına varıyorum. Çocukluğunun bitişinin bilinç uyanışı olduğunu şu sözleriyle vurgular :  “Einstein’la Frankestein’ın kardeş olmadıklarını anladığı gün, çocukluk devri sona erdi”. 
bu sözlerinden şairimizin duygusal olduğu kadar, mizah yönü güçlü bir kişiliğe sahip olduğunu anlıyoruz. 

Lise öğrenimini Gebze’de, yüksek öğrenimini H.Ü. Kimya Mühendisliği bölümünü ve daha sonrada İstanbul Üniversitesi İşletme İktisadı Enstitüsü’nü bitirerek tamamlayan Akgün Akova Einstein’ın “Düşlemek, bilgiden daha önemlidir” sözünü hatırlatarak bilgiyi düşlerimizin doğurdunu belirtiyor. Bu düşlerin peşinden koştuğu için etkilendiği şairler düş ve dil gücü yüksek şairlerdir.

İlk şiiri 1984 yılında Milliyet Sanat Dergisi’nde yayınlanan şairimizin şiirlerinde Attila İlhan, Metin Eloğlu, Cemal Süreya, Turgut Uyar izlerini görürüz. Her Sakarya’lıda görülen, şairimizin  kendine özgü kıldığı 1980’li yıllara ait külhani bir edanın özgün tavrını şiirlerinde buluruz. “Neredeyse her dizeden taşan dizginsiz bir yaşama sevinci, gençlik ve enerji dolu şiirlerin sahibidir.”

Şairimiz hakkında söylenecek daha çok şey var fakat, biz yerimiz sınırlarını fazla aşmamak için bu kadarla yetinelim.
 ...

BABA BANA BAĞIRMA

yol ıslanmasın diye
şemsiye açanlara...

baba bana bağırma
bülbülleri kaçırdın ormanlarımdan
kulaklarımın kapılarını havalara uçurdun
kapılar baba kapılar pencereleri alıp gittiler
tenorlar kaçtı ses tellerinden
çevreye saçıldı yavru diktatörler
seni ne sopranolar istedi de vermedik baba
baba bana bağırma
bayrak direklerine konan kartalları anlat
uzun uzadıya
nasıl da göremediler avcıları
o keskin gözleriyle vah hah ha
şans yıldızlara özgü bir yalan baba
yıldızlara tükürüp tükürüp onları gezegen yaptınız
savaşan halklar taktınız dünyanın boynuna

yalanları yazdım defterime hiç unutmadım
radyasyonu radyo istasyonu sanan Bakanları
çiğleri, Meclis tavanını çiğ köftelerle çiğneyen
doğum sonrası acılarını cüce ülkeler doğuran kadınların

hiç unutmadım
sakallarını yüzlerinde
yüzlerini sakallarında unutan adamları
ve ısırgan tarlalarındaki parçalarını
Uğur Mumcu’yu biz yapan bombanın

hiç unutmadım
uzak yakın tüm tuzakları baba
yolun ezdiği oyuncak bir kamyonsun sen
bir gam ağacısın
kar yüküne dayanamayıp kırılan
ilkbaharı gerzeklere ödünç verdin
geri getirmediler
güneşin başına gelenleri
biz ilkbaharsız nasıl anlarız baba


baba bana bağırma
bir kulağımdan giriyor sözlerin
öbür kulağımı tıkıyor
Buenos Aires’te olsaydım diyorum içimden
Eva’nın peronunda
karanlıktan kuşlar çalan bir tren
bir bıçak kaçağı
tangonun bacaklarını havaya kaldırdığı kentte
ama iyi ki buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
burada
bilginin bilgisizlikten daha çok acı verdiği yerde
burada, tam karşında
hapisanelerde hintyağı gibi bir şeydi zaman
hastanelerde pıhtılaşmış kan gemisi gibi
yol alırdı saatler
karılarının namuslarını dillerinde saklayan
adamlar vardı bir taraflarda
televizyon kanallarında yitirilen çocuklar
gökyüzüne düşmemek için denize yapışan balıklar
ve depolara indirilen Lenin heykelleri vardı
Sovyet Rusya'da
kafandaki duvarları
niye cebine koymuyorsun sen baba


baba bana bağırma
farkında değilsin
arkasını ezilenlerin yaladığı
bir posta puludur dünya
bir karadelik yutana kadar uzayda bizi
asansör boşluğuna itilen bir kedisin sen
söylemenin tam sırası
ülkeyi bu duruma senin oy verdiğin
partiler getirdi baba
ama ben buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan
bir yaşamlık kaygı duruşundayım
yakın tarihimiz için


baba bana bağırma
bacağından vurulursa bir şiir
nereye kadar gidebilir
bana bağırma baba
kendine bağır
yoksa her şey bitebilir

Akgün Akova

***
BARIŞ NEDİR SEVGİLİM


barış nedir sevgilim
biliyor musun
bir köprü müdür üstüne gölgeler düşünce çöken
halka açılamadan batan bir şirket
iki savaş arasında verilen çay molası mıdır barış
yoksa
hurdacıya söylediği son sözler mi
bisikleti vurulan bir çocuğun
söyle sevgilim
Einstein’ın Roosevelt’e yazdığı mektup mudur barış
Lozan’dan gelen telefon mu Mustafa Kemal’e
çöplerini bilimin süpürdüğü bir sokak mıdır barış yoksa


söyle sevgilim
de ki
tünediği balkon uçuruma düşen yavru bir kuştur barış
saatçiyi hapse attıkları için kurulamayan bir meydan saati
ayağımızdaki paslı çiviyi bacağımızı keserek çıkaran bir melek
de ki
aptalların türküsü
oyuna getirilenlerin ülküsüdür barış
dişleri sökülmüş Asya kaplanıdır kapitalizmin sirkinde


de ki sevgilim
içine bayat pil konmuş el feneridir barış
fosforlu izleridir bayrakların üzerinde gezen salyangozların
barış düşsel beyaz buluttur bir kaleye çarpıp dağılan
kör bir toplumun tehdit dolu yazılarla kirlettiği bir defterdir
barış
kendinde bulamayıp başkalarında aradığıdır insanın
barış
halkının üzerine devrilen bir devlettir zor dönemeçlerde
açılmadığı için posta kutusunda ölen bir mektuptur barış
patlayıp seyircileri öldüren bir futbol topudur son dakikada


bunların hiçbiri
hiçbiri değilse barış
söyle sevgilim
savaşın düş kurduğu yerlerde
hangi yüzsüzün uydurduğu bi’ sözcüktür
şu dillerden düşmeyen barış

Akgün Akova

***
FLORA

göllerimi bırakıp denizlerine gelirim
sevişmek için seninle
Flora, çağlayanın karnında çırpınan kayık
isteğin masalı
tenime dağılan mıknatıs
yüzükoyun yatmasan göremezdim
sırtında bir bahçıvanın makas izleri
Sevdalılar Parkı’nda ağır yaralı
dudakların boynumun altında patlayan
yavru papatya
sokaklar bile göç ediyor Flora
saatler ıslanıyor
Tamburi Cemil Bey çalıyor seni anımsatan şarkıları
kente kanadı kırık melekler yağıyor
sevdamız yüksekten uçurdu bizi
sevdamız, siste dolaşan tavuskuşları

biz sevişirken ölmeliyiz Flora
köprülerin üzerinde, çatlayıp bizi ikiye bölen
erimiş bilgisayarlar bulmalılar çöp kutumuzda
oyuncak mağazaları için soygun planları
tahtlar, somun altından
biz sevişirken ölmeliyiz Flora
birileri haber vermeli bunu muhabbet kuşlarına

Akgün Akova

***

İÇİMDE BİR SIKINTI

- Ümit'e-

işin doğrusu
önce sarıyı gördüm, sonra hepsini birden
düşe dalmış bebekti gök oyuncağıyla

ilerde adamla çocuk
yürüyorlardı ikisi de tavşan uykusunda
uzaktan yakından ilgileri yoktu gökkuşağıyla

yemin ederim
içimde bir sıkıntı o günden beri
çocuğa yedi rengi
bir arada işaret edemediğimden

Akgün Akova

***

SAÇIMA DOKUNMA

“saçıma dokunma” diyorsun masal saçan bir sesle
ekmek gibi dilimlediğimiz yatak sarılmış bize,
bırakmak istemiyor
(dudaklarını) öperken “saçıma dokunma” diyorsun
dilimde (adınla) gezdirirken seni,
“saçıma dokunma, n’olur”
kapısı açılan (gönül) bahçene girerken bir daha, bir daha
anılar dökülüyor göksarmaşıktan

ikimiz de biliyoruz
bir çözsem saçlarını
bir daha söz etmeyeceğiz ayrılıktan
saatlerin saçları olsaydı sevgilim
bu kadar hızlı geçip gider miydi zaman
ah sevgilim ne diyecektim ben sana
aç pencereyi ve dışarıya bak
son gecemizde kar altında kuğular

Akgün Akova

***

YALNIZCA KANATLARINA GÜVEN

aşkımız bir gün uçup giderse aramızdan sevgilim
sırt çantalı bir duman gibi
bir melekle çarpışan kelebeğin kanadından dökülen toz
bir çağlayanda sürüklenen bir dal parçası gibi
istemediğimiz yerlere giderse aşkımız
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven

kendi yarattığımız boşluğun ucunda
sıkı sıkı tuttuğumuz bir kapı koludur yaşam
ve aşk, en derin kuyumuza düşen keman
yürüdüğümüz yollar daralırken
çökerken altımızdaki merdivenler
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven

sevdalılar bilir
bir kuş yağmurudur ilkbahar
sevmeyi beceremeyenlerin koyduğu yasaklar
çözülüp gider çocuk gölgelerinde yazın
ve ağzımızın içinde dağılır aşk
sapsarı bir şeker gibi erirken sonbahar
bitmeyen bir kıştan söz açılırsa sevgilim
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven

elimi uzattığımda sana gemileri göstermek için
dümende kan kokusuyla bayılmış bir kaptan
ateşin yüreğine sürüklenen bir ülke ufukta
ve çekirge sürüleri yolcu bavullarından çıkan
sevgilim
dökülürken tüyleri
savaş uçaklarına çarpan güvercinlerin
her gün değişen atlasların içinde tara saçlarını
ve yalnızca kanatlarına güven

götürürlerse bir gün beni ellerim iplerle bağlı
şiirlerimin bilmediği yerlere ve hiç kimsenin
alnımdan fırlayacak göçmen bir kuş gibi dur
dünyanın paslanmış sırtında
ve bensizliğe havalanırken
korkma sevgilim
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven

Akgün Akova

***

Geçen haftalarda sunduğum şair Küçük İskender gibi Akgün Akova’yı da size sunmak için şiir seçerken tanıdım. 1991 yılında ilk şiir kitabı çıkmış ve onca şiir, deneme, fotoğraf, gezi türünde kitaplarının yanı sıra Sakaryalı olmasına rağmen şimdiye kadar tanımamış olmama hayıflandım. O meşhur sözle “zararın neresinden dönersek kardır” diyor, sizlere mutlu bir hafta sonu diliyorum. Birde rica; aman efendim kış mevsiminin en soğuk günlerini yaşıyoruz, kendinizi sakının. Gelecek haftaya kadar hoşça kalın!


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com


Yayın Tarihi: 29.01.2012

28 Ocak 2012 Cumartesi

UYGARLIĞIN NERESİNDEYİZ?


ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE










Son bir hafta içinde iki yazıyla engelliler olarak karşılaştığımız olumsuzluklara değinmiş, dünyada uygarlık adına olan gelişmelerin ülkemizde gerçekleşmesi için insan ögesinin değişmesi gerektiğini vurgulamıştım. Buraya koyduğum şu fotoğrafa bir bakar mısınız? Dernek üyesi bir arkadaşımız kurallara uygun yapılmış banket rampasını çıkıyor ama önüne gene bir engel çıkıyor.


Ne demek istediğimi daha net anlatabildiğime şimdi eminim. Birde buna, bir süre önce bu köşede yazmıştım hatırlarsanız, Sakarya 3. noterine işi düşen Selim arkadaşımız yukarı kata çıkamadığı için, görevli bir kişi aşağı gelip hizmeti ayağına götürdükleri gerekçesiyle faturada yol parası adıyla belirtilen merdiven inme parası 14 lira aldığını ekleyin. Uygarlığın neresindeyiz acaba?

Anayasada yapılan değişiklikle engellilere “pozitif ayrımcılık” uygulanacaktı. Pozitif ayrımcılık bu olsa gerek. Dün bu fotoğrafı facebookta paylaşan Selim arkadaşımla başımdan bir gün önce geçen bir olayı da paylaşarak kısa bir söyleşi yapmıştık. Bu yazıda onu sizlere sunmak istiyorum.    

***

- Ömer Süel: Bu sokağın köşesinde de bir noter vardır..

- Selim Özen: ‎Abi peşini bırakmadım adalet bakanlığı ve Türkiye noterler birliğinden gelecek cevaba göre hareket edeceğim gerekirse dava bile açacağım.
- Ömer Süel: Selim Kardeşim ne gerekiyorsa sonuna kadar yapacağın ve iyi bir ders vererek örnek olacağın inancındayım..

- Selim Özen: İnşallah abi ders vermek değil ama sosyal yoksunluk ve ağır düzeydeki hastaların tüm yasal işlemleri noter aracılığı ile yapılmakta, buna uygun ülkede bir düzenlemeyi bakanlık ve Türkiye noterler birliği yapmalı. Hedefim bu abi inşallah çözüme kavuşacaktır..

- Aydın Göle: Selim dün akşam dönüşte Yunus Markete gittim. Çıkışta iki rampanın önünün otomobillerle geçişe imkân vermez biçimde kapatıldığını gördüm. Bir arkadaşımın yardımıyla indim, ama bana sor nasıl indim. İndikten sonra yağmura rağmen gitmedim, otomobillerin sahiplerini yarım saatten fazla bekledim. O arada Vatan Bilgisayar Mağaza Müdürü olduğunu öğrendiğim bir beyefendi yardım için yanıma geldi. Kendilerinin rampalarını kullanmamı önerdi. Fakat oraya bakmaya gittiğimde o rampanında bir pikap tarafından kapatılmış olduğunu gördüm. Yunus Market kapılarına geri döndüm tabii. İlk olarak market giriş kapısının önündeki rampayı kapatan aracın sahibi geldi, bir bayanmış. Arabasının camını işaretle açmasını söyledim, açtı. “Kural ihlali yapan bu arabanın sürücüsünün zarafet ve hassasiyet timsali bildiğim bayanlardan biri tarafından yapılmış olmasına çok şaşırdım ve çok üzüldüm” dedim. Özür diledi ve çok utandı. “Bundan sonra beni hatırlayıp bir başka engelliyi zorda bırakmayın” diye de ekledim. Çıkış kapısının rampasını kapatan otomobilin sahibi epey sonra geldi. Yanımda Vatan Bilgisayar Mağaza Müdürü ikinci aracın sahibi beye; yolu kapatmaya hakkınız var mı beyefendi diyerek, kendilerinin yüzünden tehlikeyle karşılaşarak rampayı indiğimi belirttim. İki dakikalık markete girdim hemen çıktım dedi ve özür dilemedi. “Beyefendi ne 2 dakikası, sizi nerdeyse 40 dakikadır bekliyorum” deyince “siz benim bekçim misiniz” demez mi? “Öyleyse bu gece beni heyula olarak rüyanızda görün” dedim. Arabasına bindi, giderken yan taraftaki giden bayanın boşalttığı rampayı görünce camı açtı ve “bak o rampa boş” deyince “Bir yerin kullanılır durumda olması size hata yapma hakkı vermez beyefendi” dedim. KUM GİBİ İHLAL VAR ÜLKEMİZDE SELİM KUM GİBİ. Çünkü insanlar KURALLARA GÖRE DEĞİL GÖNÜLLERİNE GÖRE DAVRANIYORLAR.

- Selim Özen: Abi ne diyeyim bu insanların akılları çalışmıyorsa kalplerinin çalışmasını beklemekte pek doğru olmuyor.

- Selim Özen: Hakkın huzuruna varınca hakkımızı alacağız kanımca.

- Aydın Göle: Evet karınca kararınca tombaladan bize bu düşüyor. Ama şaka bir yana Allah'ın kendilerinden razı olmasını isteyen insanlar önce bir insanı hoş tutmaya bakacak kanımca..

- Selim Özen: Şems Mevlana’ya İnsanlar üşürken sana rahat yok demiş, Mevlâna da olsan..

- Aydın Göle: Peki, bundan sonra zavallı araçları ve araç sahiplerini koruyup kollayacağıma söz veriyorum. Çünkü onlar kısa ömürlüdürler. Haksız mıyım?

***

Bu okuduklarınızdan sonra uygarlığın neresindeyiz diye sormaz mısınız? 


Not 1:
Sevgili okurlar buradan duyurmuş olayım, bundan sonra karşılaşacağım engellilere güçlük çıkaran her park ihlalinde araçların plaka numaralarını yazılarımda bir dip not olarak yazacağım. İnsanlarla tek tek uğraşmakla yoruldum çünkü.    

Not 2:
Sevgili kardeşim bu karikatürle içinde şeytanı taşıyanların kuralı olmaz, onlar her renk trafik ışığını istedikleri zaman, istedikleri yerde kullanırlar diyor.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com 


Yayın Tarihi: 27.01.2012

UYGAR KENT UYGAR İNSANLA OLUR

Bu sene soğuk fakat kurak bir kış geçireceğiz derken geçtiğimiz hafta yurdumuzun büyük bölümü, ilimizde dahil, beyaza büründü. Böyle havalarda sokakta olanlar aklıma gelir. Evsizler dondurucu kış gecelerinde nerelere sığınır? Bir sıcak çorba veren bulunur mu onlara. Deprem nedeniyle Van’da zor şartlar altında yaşamak zorunda kalan yurttaşlarımıza yardımlar devam ediyor mu? Depremzedelere, devlet ve diğer illerdeki yurttaşlar tarafından yapılan yardımları PKK talan ediyor mudur? O buz gibi gecelerde aklıma bunlar geldi. Oraları buralardan kat be kat soğuk üstelik. Biz -5’lere dayanamazken oralarda kimi yerler
-25, -31’i gördü. Bunu düşünerek sıcak yataklarınızda uyuyabilirseniz rahat uyuyun bakalım. İnsan olan uyuyamaz. Sokaklardaki kediye köpeğe, uçan küçücük serçeye hiç aklınız düştü mü? Sofralarınızdaki kırıntıları onlara ayırmayı düşündünüz mü? Bu dünya bütün canlıların ortak mülküdür. İnsan bırakın diğer canlıları kendi ırkına bile zalimken, gezen gezmeyen tüm canlılarla aynı kaderi yaşadığımız kimin aklına gelir? Fakat uygarlık bu değildir. Teknolojik gelişmeler sonucu sahip olduğumuz konfor bizi daha bencil, sadece kendini düşünen yaratık yaptı, çıktı. Hele hele teknolojiyi üretmeyip ithalle şişinenlerden olunca önümüzü göremeyen bir millet olduk çıktık. 

Bir kar yağışı beni bu düşüncelere itti. Engelli biri olarak hava şartlarına yenik düşüp evde kalınca, yapacak bir şeyiniz kalmıyor. Televizyonlarda akşam haberlerini izlerken kar nedeniyle mahsur kalan yolcuları ve sürücüleri görerek halimize şükrettim. Dün akşam facebook hesabıma girip şöyle bir paylaşımları göreyim dedim. Tamda bu konuya uygun bir fotoğraf altında, Japonya’da karla mücadele hakkında yorumlar yapılmıştı. Uygarlık hayatı kolaylaştırmaktır. O fotoğraf onun göstergesiydi. Yol kenarlarında 4-5 metre kar dağları varken yola sanki kar yağmamış gibiydi. 35 sene önce batıda statların alttan ısıtılarak futbol sahaları maç oynanır duruma gelmişti. Yoksa Japonlar bu teknolojiyi karayollarına mı uyguladılar diye düşünmedim değil. Meğer başka bir yol bulmuşlar. Ne yapıyorlarmış biliyor musunuz? Karayollarına zemine sıfır fıskiyeler koymuşlar. Kar yağınca o fıskiyelerden denizden aldıkları tuzlu sular 15 santim yüksekliğe çıkacak şekilde fışkırıyor. Tuzlu su sayesinde de kar yerde tutunamıyormuş.

Ne mantık değil mi? Bizim üç tarafımız deniz ama denize kıyısı olan kentlerimiz ki, doğu kentlerine kıyasla daha sıcak olmasına rağmen ulaşım felç oluyor. Okullar zorunlu olarak kapanıyor, memurlara izin veriliyor. Eğitimin gerilemesi demek olan bir zaman kaybıyla devlette sektöründe de iş kaybı doğuyor sözün kısası.

Biz ne yazık, daha uygarlığı keşfedemedik. Kurallara göre değil gönlümüze göre davranışımız ondan. Canımız nasıl isterse öyle davranıyoruz. Eskiden geniş kırlarda iken kimse kimseye çarpmadan istediği gibi hareket etme imkânına sahipti. Yaşam alanları kişi başına düşen miktarıyla azaldıkça çarpışmalar arttı. Tıpkı çarpışan otolar gibi. Bundan büyük keyif alanlar var.

Bırakın karayollarını ve kent içi ulaşımını fıskiyelerle açık tutmayı, normal akışla, yayaya saygıyla başarabilsek uygar bir toplumun temellerini atmış oluruz. Bunu kentimiz için söylemek uzun bir süre mümkün olamayacak gibi. Alt geçidin ortasında ışıklardan karşıya geçmeye çalışın ne demek istediğimi anlarsınız. Rampalar hangi akla hizmetle çok dik ve kısa
yapıldı bilmiyorum. Birilerine rant sağlandığı muhakkak. Yoksa zeminle bir olan yaya geçitleri varken o kadar rampalı  yapma gereği duyulmazdı. Bosna yolundan Sakarbaba yönüne yanan ışıklar yayaya o kadar kısa süreli yanıyor ki, bir yaşlı, bir engelli mümkün değil karşıya geçemez. Kentin bazı yerlerinde ışıklar böyle kısa süreli yanıyor. Yaşlı ve engellileri kimse düşünmüyor, bu belli oldu (onca sorun varken birde engellileri düşünecek değiliz, önceliğimiz engelliler değil diyen belediyemiz var bizim). Birde yayaya yeşil ışıklar yanarken sabırsız sürücüler acımasızca yollarına devam edince bir kazaya kurban gitmek işten bile değil. Canınızdan bile olabilirsiniz.

Bizim derneğimizin önünde yaya geçidinden karşıya geçmeye çalışıyoruz. Bu niyetle sinyal ışıklarımızla niyetimizi belli ediyoruz, 5 senede sadece bir sürücü durup yol verdi inanın. Hem orada bulunan uyarı levhalarına rağmen inanın sadece bir kere. Banket işgalleri nedeniyle yaya kaldırımları bile güvenli değil. Yunus marketin önü banket işgalinden geçilmiyor. Oysa beş metre ötesi hektarlarca otopark. Tuvalete bile arabasıyla gidecek kadar tembel ve lüks düşkünü, kent yaşamını bilmez sığır çobanı bir millet miyiz, şaşırıyorum yahu. Gerçekten medeni bir toplum olmamızı, Sedat Balta üstadımızın dediği gibi etrafında toplu yaşayış bakımından gelişmiş İzmit gibi bir şehir varken aynı yönde hiç gelişemeyen şehrimiz için bunu beklemek şimdilik hayalden başka bir şey olamasa gerek. Bakın şehrimiz depremden sonra yeniden imar edilirken engellilerin ulaşılabilirliliği konusunda halâ sorunlar sürüyor.

Kentin merkezinde böyle garip rampalı yaya kaldırımları, yayaya duruşuna uzun, geçişine kısacık yanan trafik ışıklarının olduğu, yayanın karşıya geçebileceğini belirten işaretli yerlerde insafsız sürücülerin durmayı bırakın, vahşi bir yol üstünlüğü anlayışı nedeniyle yavaşlamayı bile kendilerine yakıştırmadığı bir yerde fıskiyeli karla mücadele ile yolları açık tutulsa da medeni bir kent asla olamayız. Ehliyetlerin bakkallardan (sürücü kursu veren dersanelerden) çok kolay alındığı bir ülkede başka türlüsü beklenmemeli. Beklenemez diye istemeyi sürdürmeyecek değiliz. Ne demişler; “isteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü.”
İstemeyi sürdüreceğiz çünkü uygarlık ne istediğini bilen insanlar sayesinde gelişir. Uygar kentse uygar insanla oluşur.



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 25.01.2012

ENGELLİYE KÜLTÜR ENGELİ Mİ

Afa’nın yapılış zamanını bilenler hatırlar. Depremden önce Erenler Belediyesi sınırları içinde olduğu için eski Başkan Ulvi Çavdaroğlu’nun izniyle yapılmaya başlanmış, araya depremin girmesiyle Türkiye’ye yardım için gelen Fransız, İtalyan ve Hollanda ortaklığında kurulmuş olan Karitas Firması tarafından bitirilmiş, Sakarya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesine,  arka girişteki ikişer odalı iki bölümü, biri TSD Sakarya, biride 6 Nokta Körler Derneği Sakarya şubelerine verilmişti. Üniversitenin daha sonra açtığı çeşitli birimlerle cıvıl cıvıl işler duruma gelen Afa Kültür Merkezi çeşitli eğitim, seminer, konferans, yıl sonu baloları, tiyatro oyunları, konser, kermes ve resim sergisi gibi etkinliklere ev sahipliği yapmıştı. Kapalı Spor Salonuyla karşı karşıya olması nedeniylede her türlü etkinlik hem ilimize, hemde çevreye büyük hareket getirmişti.

Engelliler nihayet rahat ulaşabilecekleri, birlikte eğlenip dinlenebilecekleri, en önemlisi seslerini duyurabilecekleri, ortak tavır sergileme imkânını bulacakları bir mekânada böylelikle sahip olmuşlardı. İlimizin her köşesinden her mevkiden insanlar oraya akın ediyordu. Anlaşılan bu durum birilerinin hoşuna gitmiyordu. Önce üniversiteye ait kimi bölümler ordan alındı. Sonra etkinlik sayısı azaltıldı. En sonunda da Güzel Sanatlar Fakültesinin ayrılması sağlandı.

Bu arada TSD Sakarya Şubesine genel merkez tarafından düşürülen yönetimin yerine kayyum olarak atanmıştık. Yaptığımız seçimlerle Sadettin Yılmaz başkanlığında derneğin yönetimine seçilmiştik. O sıralarda TSD Sakarya şubesiyle, 6 nokta Sakarya şubesi Afa’dan çıkarılmak isteniyordu. Bizim gidecek yerimiz vardı. Sakarya Ortopedik özürlülere ait dernek binamız duruyordu, oraya taşındık. 6 nokta derneği Afa’da kaldı.

Adapazarı il kültür müdürlüğüne devredilen binayı kültür müdürlüğü işe aşağıdaki kantin ve sergi salonu ile başladı. Bahçeyi bir yaz birisine çay bahçesi olarak kiraladılar. 6 noktanın binaya giriş kapısını zincir ve asmalı kilitle kilitlediler. Daha sonra aynı şeyi yoldan bahçeye girişi sağlayan rampalı yerin kapısını da zincirleyerek yaptılar. Görme engelliler cadde tarafındaki merdivenlerden ana bina kapısına geliyor, içerden başka bir merdivenle eski kantin girişine inerek, ordan açılan bir kapıyla derneklerine çin işkencesine maruz kalarak ulaşabiliyorlar. Onlar belki bu durumdan binadan atılma korkusuyla şikayetçi olmamışlardır.

Bende bir engelliyim; onların yerine değil, kendi ulaşabilirliğim için bu durumu sayın valime bildirme gereğini duyuyorum. Kamuya açık yerler kişilerin keyfi idarelerine bırakılamaz. Afa Kültür Merkezi il kültür müdürlerinin dinlenme tesisleri değildir. Orada kendilerine özel oda yapacaklarına vatandaşa nasıl faydalı olacaklarını düşünsünler. 6 nokta görme engellilerini ben yürüme engelli olarak ziyaret edemez miyim? Bundan sonra edemeyecek miyim? Biz engelliler engel türlerimiz ne olursa olsun bir birimizin dostuyuz. Gelin görün ki onları ziyaret edemiyor veya etkinliklerine katılamıyoruz.

Binanın görünümü bir anda viraneye dönüştü. Her taraf zincirli, her taraf pislik içinde. Bir çok birim bomboş. Gidin bakın sayın valim. Koskoca bina %10 kapasiteyle çalışıyor mu acaba? Bina adeta çürümeye terk edildi.

Ucuz fiyatla tiyatro oyunları sergileniyor deniyor, yürüme engelli hangi engelli, görme engelli gibi o yolları aşabilir? Yoksa ilgili yetkililer ilan edilmemiş bir “engelliye kültür engeli mi” uyguluyorlar. Asansörleri bir görseniz efendim, asansöre ulaşmak için yandan bir rampa yapılmış, ferforje kenarlıklarla engelli korunmak istenmiş. Asansör kapısına vardığınızda akülü engelli aracınızla asansöre giremiyorsunuz. Bu kadar büyük ve bu kadar güzel bir binada bu kadar düşüncesizce asansör girişi nasıl yapılmış diye hayretten hayrete düşmemek elde değil. Hem neden asansörler zeminlerden yüksekte yapılır, ulaşılmasın diyemi?

Sayın valim Afa’yla özellikle ilgilenir misiniz? Zincirle bağladıkları kapalı kapıları açmalarını, çeyrek kapasite bile etmeyen çalışma anlayışlarını terk ederek binanın bir bölümünü tekrar güzel sanatlara vermelerini sağlarsanız size minnettar kalacağız. Bir milli servet böyle heba edilmemeli diye düşünüyoruz.


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 23.01.2012 

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 108

Merhaba sevgili okurlar. Bugün sizlere sunacağım şiirlerin sahibi Ahmet Kutsi Tecer 1901 yılında Kudüs’te doğdu. 1967 yılında İstanbul’da öldü. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümünden mezun oldu. Bir süre öğretmenlik yaptı. Sivas Milli Eğitim Müdürlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı Yüksek Öğrenim Müdürlüğü, Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği, Devlet Konservatuarı Müdürlüğü görevlerinde bulundu. 1950’de UNESCO Merkez Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Şairimizin en tanınmış iki şiirini benim kuşağımdan bilmeyen yok gibiydi. Bu şiirlerin günümüz şiir severler gençlerinin de kulağına çalındığını umuyorum. Sözünü ettiğim şiirlerinden biri olan “ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA” benim çocukluğumda çocuk şarkısı olarak pek sevilmişti. Diğer en bilinen şiiri ise “NERDESİN” adlı şiiridir. 
...

ANNELER

Dal bir gün dedi ki tomurcuğuna:
- Tenimde bir yara işler gibisin
Titrerim rüzgârlar keder vermesin.

Anneler beşikten der çocuğuna:
- Acını görmesin gözüm alemde
Teselli demeksin bana son demde.

Bütün ümitleri yel alır gider
Tomurcuk açılır, sel alır gider
Anneler büyütür, el alır gider.

AHMET KUTSİ TECER

***

BAŞBAŞA

İşte bir vazoda açmış iki gül,
İşte bir saksıda eşsiz kuşkonmaz.
Gülleri gördükçe gönlüm bir bülbül,
Saksıya baktıkça içimde bir haz.

Dışarda fırtına, uğultu, tipi;
Odada sessizlik tutulur gibi;
İşte o da geldi, evin sahibi,
Oturduk, eskiden konuştuk biraz.

Dışarda fırtına, tipi...Yerler kar;
İçerde başbaşa iki bahtiyar.
Onları ısıtan eski bir bahar,
Dışarda yepyeni bir kış, bir aya

AHMET KUTSİ TECER

***

BESBELLİ

Besbelli ölümüm sabahleyindir
İlk ışık korkuyla girerken camdan,
Uzan, başucumda perdeyi indir,
Mum olduğu gibi kalsın akşamdan.

Sonra koş terlikle haber vermeye,
“Kiracım bu sabah can verdi” diye,
Üç beş kişi duysun ve belediye,
Beni kaldırmaya gelsin, odamdan.

Evden çıkar çıkmaz omuzda tabut.
Sen de eller gibi adımı unut.
Kapımı birkaç gün için açık tut,
Eşyam bakakalsın diye arkamdan.

AHMET KUTSİ TECER

***

ÇINGIRAK

Bir gün parmaklığa elin varmadan,
Bir titreyiş gibi çalar çıngırak.
Mevsimler geçtikten sonra aradan,
Bu ses beni bir gün çağırsın, bırak...

Kumluktan serperken dallar başına,
Geç hızla, merdiven gelir karşına,
Eşikten atlarken ayak taşına,
Bu sesler içimde yer etsin, bırak...

İt, işte önünde kapım, aralık,
Oda bıraktığın gün kadar ılık,
Bir ince su sesi gibi lık, lık, lık,
Gönlünden nedamet boşansın, bırak...

AHMET KUTSİ TECER

***

ILGAZ DAĞLARINDAN

Siz, ağaçlar, elbet beni bildiniz,
Ben sizden ayrılmış yürür bir dalım.
Ey çamlar, köknarlar, ey yeşil deniz.
Ben kendi kendini sürür bir dalım.

Kırığım, içimden çıkmaz bu acı,
Gün oldu başıma hasretin tacı,
Düşündüğüm zaman asıl ağacı,
İçimi yalnızlık bürür bir dalım.

Ne sert kış ne gümrah ve gölgeli yaz,
Ne ılık meltemler, ne keskin ayaz.
Mevsimler derdime bir şifa olmaz,
Ben kökünden kopmuş çürük bir dalım.

AHMET KUTSİ TECER

***

İHTİYAR ÂŞIK

Yıllardan beridir ağaran teller,
Bu akşam parıldar şakaklarında.
"Bu gece ömrümün en son demi, der,
Büsbütün  ağarsın varsın yarın da..."

Çırpınır göğsünün içinde kalbi,
Bir yaşlı ağaca sinen kuş gibi.
Nedir bu esrarlı halin sebebi?
Neden parlıyor gözler?...Bir oda:

Yaslanmış, altından ipek bir sedir,
Bir kız ki ay ondan beyaz değildir.
Öptükçe ağaran bir gül denilir.
İhtiyar bülbülün dudaklarında...

AHMET KUTSİ TECER

***

İLK UYKULAR

Yıllar var, o zaman küçüktü göğsün
Boğuşmak bilmezdin bu kuş tüyüyle
Hülyanın ve yazın ve teneffüsün.
Sihriyle uyuyan bir kızdın öyle.

Alsan da koynuna seher yelini
Saçının vermezdin ona telini
Elinin üstüne konan elini
Çekerdin ansızın bir ürpermeyle.

Ey şimdi boğulmuş, yorgun, soluyan
Kumral kız! Şu atlas yastığa dayan
O hafif, hülyalı ilk uykulardan
Ne zaman, ne zaman uyandın söyle?

AHMET KUTSİ TECER

***

KEREM'İN İLHAMİYLE

Ne zaman düşünsem sizi titrerim,
Yaslı dağlar, yüzü gülmeyen dağlar!
Bu dağlar içinde bir yer var derim,
Orada kaybolan bir ses var, ağlar.

Neden hiç çıkmıyor içimden bu ses
Tipi, çığ, fırtına...Donar her nefes,
Yine bu ses ağlar, işitmez herkes,
Beni kıvrandırır, inletir, yakar.

Hey bu dağlar yalçın, karanlık, derin!
Ne bir geçit verir ne sıcak bir in.
Gün battığı zaman sarp tepelerin
Üstünden bir kartal geçer, o kadar...

AHMET KUTSİ TECER

***

KIR UYKUSU

Ne hoştur kırlarda yazın uyumak!
Bulutlar ufukta beyaz bir yumak,
Ağaçlar bir derin hulyaya varmış,
Saçında yepyeni teller ağarmış.
Baş yorgun, yaslanır yeşil otlara,
Göz dalgın, uzanır ta bulutlara.
Öğleyin bu uyku bir aralıktır,
Saf hava bir kanat gibi ılıktır.
O zaman gönülde ne varsa diner,
Yüzlere tülümsü bir buğu iner.
Erirken sıcakta yaz kokuları,
Ne hoştur, ne hoştur kır uykuları!

AHMET KUTSİ TECER

***

KONYA DESTANI

Sabahtan vardım Konya'ya
Baktım cihana uyanık.
Kimi binek, kimi yaya,
Baktım meydana uyanık.

Şehirde herkes ayakta,
Kepenkler kaldırılmakta.
Asker, mektepli sokakta,
Baktım her yana uyanık.

Sabahtan akşama kadar,
Didinir, terler, çabalar.
Uyanık bütün babalar,
Oğul, kız, ana uyanık.

Konuşursan bir kelime,
Kavuşursun bin selama,
Lafında şive var ama,
Fikirde mana uyanık.

Karatay, İnceminare,
Dolaştım hep birer kere.
Her köşeye, her esere,
Bakındım rana uyanık.

Alaiddin tepesi'ne,
Çıkdım tarihin sesine.
Selçukların türbesine,
Baktım, amenna, uyanık.

Baktım tarihe, zamana,
Baktım Alaiddin Han'a,
Baktım o büyük insana,
Kılıç Arslan'a uyanık.

Görünmez bir debdebede,
Gönüllerden bir türbede,
Yeşil üsküflü kubbede,
Uyur Mevlana, uyanık.

Tecerim bu nasıl hülya,
Uyanıkken gördüm rüya,
Eski Konya, Yeni Konya,
Göründü bana uyanık.

AHMET KUTSİ TECER

***

NERDESİN

Geceleyin bir ses böler uykumu,
İçim ürpermeyle dolar:-Nerdesin?
Arıyorum yıllar var ki ben onu,
Âşıkıyım beni çağıran bu sesin.

Gün olur sürüyüp beni derbeder,
Bu ses rüzgârlara karışır gider.
Gün olur peşimden yürür beraber,
Ansızın haykırır bana:-Nerdesin?

Bütün sevgileri atıp içimden,
Varlığımı yalnız ona verdim ben.
Elverir ki bir gün bana, derinden,
Ta derinden, bir gün bana "Gel" desin.

AHMET KUTSİ TECER

***

ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA

Orda bir köy var, uzakta,
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.

Orda bir ev var, uzakta,
O ev bizim evimizdir.
Yatmasak da, kalkmasak da
O ev bizim evimizdir.

Orda bir ses var, uzakta,
O ses bizim sesimizdir.
Duymasak da, tınmasak da
O ses bizim sesimizdir.

Orda bir dağ var, uzakta,
O dağ bizim dağımızdır.
İnmesek de, çıkmasak da
O dağ bizim dağımızdır.

Orda bir yol var, uzakta,
O yol bizim yolumuzdur.
Dönmesek de, varmasak da
O yol bizim yolumuzdur.

AHMET KUTSİ TECER

***

TABİAT ODAM

Severim kırlarda ben yaşamayı,
        On iki ayı.
Severim kırların yeşil göğsünü,
        Bütün süsünü.

İstemem başımın üzerinde dam,
        Tabiat odam.
İstemem topraktan başka bir yatak,
        Kehkeşanlar tak.

Kuşlardan savrulan bir incecik tüy,
        Üstümde örtü.
Ve aydan kırpılan bütün yıldızlar,
        Rüyamda kızlar.

Her sabah neşeyle uyanan bir eş,
        Koynumda güneş.
Dallarda ötüşen kuşlar kabilem,
        Bilmezler elem.

Ağlarsak bizimle beraber olur,
        Hemşirem yağmur.
Sızlarsak bizimle beraber sızlar,
        Kardeşim rüzgâr.

İsteyen toplasın binlerce arşın,
        Karlardan kışın.
Mutlaka öptürür bağlarda temmuz,
        Çıplak bir omuz.

Severim kırlarda ben yaşamayı,
        On iki ayı.
Severim kırların yeşil göğsünü,
        Bütün süsünü.

Ölürsem istemem ne yas, ne kefen,
        Ne başka bir fen.
Üstümden kalkmasın çimen, çiy, yosun,
        Ruhum uyusun.
       
AHMET KUTSİ TECER

***

Cennette değiliz ama dünyayı cennete benzetmeye çalışıyoruz. Oysa cennet sonsuzluktur, dünya ise sonu olan mekân.. Sonu olan mekânda her şey sona erer; bu yazı da. Gelecek Pazar bir başka şairimizle karşınızda olacağım. Her ne kusur işlediysem af ola. Soğuk bir hafta sonu bile olsa dinlenmeye engel değil ya. Bu hafta sonu tatilide varsın dinlenerek geçsin. Hoşça kalın.


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 22.01.2012


ÖZÜMSENMİŞ KÜLTÜRLE ILIMLILIK

Hayatı sürdürmenin en kolay yolu olumlu bir karaktere sahip olmak, orta yoldan sapmamak ve ılımlı davranmaktan geçtiği daima söylenir. Bütün peygamberler, bütün bilgeler ve bütün filozoflar bunu ısrarla önermiş, aşırılığın zararlarından dem vurup durmuşlardır. Kararlı ve ısrarlı olup, kimseyi incitmedende istenen sonuç alınabilir. İş bu yöntemi uygulamaktadır. Çünkü önemli olan hayatı normal seyrinde sona erdirebilmek, sona erdirirken onur ve haysiyetten bir şey yitirmemiş olmaktır. Yaşamak ödülle görev arasında algılanmalı, hiçbir olay savsaklanmamalıdır.

Küçücük bir çıkarını her fırsatta öne çıkaran, şerefini satmaya eğilimlidir. İnanın ki bunlardan kimileri şereflerini birilerinin ayağına sermekten çekinmezler. Bunlardan bazıları işi öyle ileri götürür ki bir anlık zevk için ahlâkını yitirerek namusundan olur. Namus sadece iki bacak arasıyla sınırlandırılmamalı. Alabildiğine geniş ölçüde kavramlaştırılmalıdır.

“El öpmeyle dudak aşınmaz” sözü bir makam, bir mevki için söylenmedi herhalde. Türk geleneğinde büyüklere saygı göstermenin işareti çıkar aracı olarak kullanılmıyor mu? Bırakın eli; etek bile öpmeyi, güvercin takla atmayı göze alan az değildir kanımca. Erdem böyle kişiler için içi boşaltılmış bir isim olmaktan öteye gitmez. Fakat konuşursanız onlarda erdemden söz edeceklerdir. Hele çıkarlarına ters bir davranın, ne kadar erdemsiz olduğunuzu söylemekten çekinmeyeceklerdir.

Konumuz eskilerin “itidal”dediği “ılımlılık olduğuna göre şunları da eklemekte yarar var. Her fırsatta her şeyi bildiğini ve çok akıllı olduğunu göstermekte, gözünü daldan budaktan sakınmayan bir çılgın olduğunu göstermekte insana yakışır bir davranış değildir. Ayrıca bunlardan ötürü burnundan kıl aldırmaz kendini beğenen insanları da hatırlayalım. Hindi gibi kabarırlar kendilerini tavus kuşu zannederler. Hoş, tavus kuşunun bütün havası kendi ayaklarına bakınca sönermiş ya.. her insanın bir kusuru mutlaka vardır. Bir kralın bile.. Bundan başka kendini çok akıllı gösterenlerden beklentide fazla olur. Her konuyu anlasın veya anlamasın çözümü onlardan sorulur.  Bir şeyi başaramadıklarında düşecekleri durumu düşünebiliyor musunuz? Çılgın insansa ince hesap yapıp akıllı davranamadığı için ayağını göremeyen tavus kuşuna edilen iltifatlar gibi iltifatlara kanmaya, dolayısıyla kandırılmaya ve kullanılmaya eğilimlidir.

Kendini beğenen insan kadar kendisini çok küçük gören çekingen insanda var. Kendini küçük gören, çekingen insan hiç büyüyebilir mi? Boyu isterse iki metre olsun. Onların sadece fiziği büyümüştür.

Fazla onur iki tarafı keskin bıçak gibidir, hem karşısındakini keser, hem kendini. Onur ipek gibi yumuşak kumaştan dikilmedikçe asla giyilecek elbise değildir. Bunun terside olmamalı tevazuunun kişiselleşmiş hali mütevaziliğin yani alçak gönüllülüğün ölçüsüde kaçırılmamalıdır.

Bütün her şeyin aşırısına sahip olan aşırıda konuşur. Durduramazsınız öylelerini. Onlarla sağlıklı iletişim kurulamaz. İyi bir iletişim önce karşıdakini dinleme terbiyesiyle kurulabilir. Ne yazık ki toplumumuz bu özelliğini giderek hemde hızlı biçimde kaybediyor. Herkes ne yazık ki kendi konuşur kendi dinler oldu. Yapmacık bir saygıyla sizi dinler görünene kanmayın, çoğu siz konuşurken oralardan gitmiş, başka diyarlarda geziniyordur bile. Bu konuda gösterge herkesin abartılı gülmesi, bağırarak konuşmasıdır. Bir toplumda bu varsa o toplumu her şeyden koparmak mümkündür. Eskiden olsa çok konuşan dinlenilmez, hatta öyleleri yalnız bırakılırdı. Çok fazla suskunluğa da yer verilmemeli. Taş kadar dilsizlik; kalpte his, kafada düşünce yokluğunun işaretine yol açar çünkü. Böylelerinin var olduğu unutulur ve böylelerinin hiçbir toplumda saygınlığı yoktur.

Ulu çınarlar gibi sert olmak pek hoş görünse de yılların içini oymadığı çınar yoktur. Bunlar tüm ihtişamlı görünümlerine rağmen ufak bir fırtınada yerle yeksan olur. Her şey sertliği kadar kırılgandır. Çok yumuşak olanlarsa başkalarının oyuncağı olarak ezilirler.

Orta yolu tutturmanın, ılımlı olmanın gerekçeleri bunlar. Özümsenmiş kültürle ılımlılık insana usta bir terzinin elinden çıkmış elbise gibi yakışır.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 20.01.2012 


SİVİL ANAYASA YAPILIRKEN GÖRÜŞ BELİRTELİM.

1980 askeri darbesinin ardından gelen ilk iktidar olan ANAP iktidarı ve onun lideri rahmetli Turgut Özal kazandığı ikinci seçim sonrasında yeni sivil anayasa tartışmalarını başlatmış ve o dönemde anayasanın iki önemli maddesi olan 141-142 ve 163. maddelerini meclis yoluyla kaldırmıştı. Aradan geçen onca zamanda sivil anayasa yapma isteği ne gerçekleşti nede bitti. 3. kez iktidar olan AKP bunun zeminini iki iktidarında atmış, hatta 2. iktidarında temeller zeminin epey üstüne, dolayısıyla ortaya çıkmıştı. 3. iktidar dönemlerinde amaç, bu temeller üstüne bir anayasa inşa etmekti. Bunun için süreç başlatılmış ve ilgili ilgisiz herkesten öneri beklendiği açıklanmıştı. Geçenlerde TBMM başkanı Cemil Çiçek ilk sivil anayasa çalışmaları için bekledikleri önerilerin gelmediğini söylemiş, buna SGK uzmanı Ali Tezel görüşlerini belirterek değinmişti. Cemil Çiçek’in isteği çok haklı bir istekti. Ali Tezel’de bu isteğe yerinde önerilerde bulunmuştu. Önerilerinin ardından halkında anayasa taslağının hazırlık aşamasına katılması gerektiğini üstüne basa basa söylemişti. Herkesin bir dileği vardı mutlaka, herkesin buna bağlı bir görüşü de tabii..

Fakat önce anayasa nedir onu görelim.

Bir devletin nasıl yönetileceğini belirleyen, kişi hak ve özgürlüklerini düzenleyen yasalar bütününe anayasa denir. Anayasal bir yönetim yasama, yürütme ve yargı organlarından oluşur. Böyle bir yönetim şeklinde güçler birbirinden bağımsız ve birbirine eşit güce sahiptir. Bunun halka yansıması her türlü haklardan yararlanma veya yararlanamama konusunda yaptırımda bulunulmasını isteme hakkına sahip olmasıdır. Bunun bireye yansıyan tarafıyla kişiselleştirilmesi ilgili konuları içeren yasalara bağlıdır. Onlar devamlı değişebilirler. Değişirken de  anayasanın ruhuna uygun olması vazgeçilmez şarttır.

Sivil anayasanın gerçekleşmesi için bundan önce yapılan anayasa değişikliği yol gösterici olacaktır. Konumuz değil ama özetlersek halk oylamasıyla yapılmak istenen şey demokrasinin işlerliği için daha önce askere verilmiş olan cumhuriyeti koruma ve kollama görevi kaldırılmış, işlenen suçların (askeri içtihatlar hariç) askeri mahkemelerde değil sivil mahkemelerde yargılanmasının önü açılmıştır. Ayrıca yargının iktidarların üstünde Demoklites’in kılıcı gibi sallanması engellenerek, hükümetlerin rahat hareket etmesi sağlanmıştır. Böyle bir yapının üstüne bir ana yasa geleceği unutulmamalıdır.

Türkiye’de ilk anayasa 1876’da Osmanlı döneminde yürürlüğe girdi. Bu anayasaya Teşkilat-ı Esasiye Kanunu denmişti. Kurtuluş Savaşı sırasında Ocak 1921’de egemenliğin milletin olduğunu belirten yeni bir anayasa kabul edildi. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Nisan 1924’te daha kapsamlı bir anayasa yürürlüğe kondu. Bunu 1961 ve 1982 anayasaları izledi. 136 yıllık anayasa serüvenimizin bununla biteceğini kimse sanmasın. Hayat devam ettiği ve ülke varlığını koruduğu sürece ihtiyaçlar sürekli değişecek, buna bağlı olarakta yeni yasalar, döneme uygun anayasalar yapılacaktır.
 
Peki anayasa yapılırken nelere dikkat edilmelidir? Ak Parti Beyoğlu İlçe Başkan Yardımcısı,
Ak Parti İstanbul İl STK Platform Yönetim Kurulu Üyesi ve Beyoğlu Erzurum Eğitim Kültür Vakfı Başkan Yardımcısı Sezai ÇİMEN bu soruya şöyle cevap vererek önerilerini sıralamış:

1. 1982 Anayasası darbe anayasası olarak yapılmıştır, sırf bu nedenle yeni anayasa yapılmalı
2. Mevcut anayasada tanımsız kavramlar bilinçli bir şekilde anayasaya yerleştirilmiştir  (Laiklik vs..) bu kavramlar anayasanın temel ilkeleri içinde yer aldığı için keyfi bir biçimde baskı aracı olarak kullanılmıştır.Yeni anayasada tanımsız ve muğlak ifadeler, terimler olmamalı,yazılan her kelime net ve tanımlı olmalı.
3. Yapılacak anayasa herkesi kucaklamalı, kişi hak ve hürriyetlerine odaklı bir bakış açısıyla hazırlanmalı.
4. Yoruma açık maddeler tamamen ortadan kaldırılmalı, hak ve özgürlükler yoruma dayalı kısıtlanmamalı.
5. Mevcut anayasada gizli tuzaklar var. Hak ve hürriyetler tarif edilmiş ve başka bir madde ile bağlanmıştır bu giderilmeli
6. Demokratik yönetimlerde olmayan kurumlar tamamen kaldırılmalı, parlamento üstünde bir güç olmamalı. (Milli Güvenlik Kurulu gibi) 
7.Demokratik Hukuk Devletinde Anayasanın Devleti ve Kurumlarını koruma odaklı değil, bireysel hakları ve Parlamentoyu esas alarak yapılmalı.
8. Sınırsız hak ve hürriyet yerine, net tanımlanmış kişi hak ve hürriyetleri yer almalı.
9. Mevcut TBMM Türkiye Cumhuriyet tarihinde % 95 Milletin temsiliyle oluşması Yeni Anayasa yapımı için bir fırsattır, bu iş bu dönem mutlaka bitirilmeli.
10. Cumhurbaşkanı seçimi, görev ve yetkileri net olmalı, keyfi uygulamaya açık yetki ve karar olmamalı.
11. Genelkurmay ve TSK yetki, sorumlulukları Ülke yönetimine ve Millet adına hareket etme serbestliği, keyfiliği kaldırılmalı, düzenleme yapılmalı ve Başbakanlığa bağlanmalı.
12. Seçim kanunu değiştirilmeli, baraj % 5 e düşürülmeli, Başkanlık sistemine kademeli geçiş altyapısı yeni anayasada yer almalı. Parti kapatma yerine, suçu işleyenlere ceza verilmesi anayasal güvence altına alınmalı.
Türkiye’de her iki kişiden birinin oyunu almış Ak Partiyi sıradan bir Savcı kapatma davası açamamalı, Cumhurbaşkanı seçimlerinde yaşanan ayıp bir daha yaşanmamalı.
13. 367 garabetinin bir daha yaşanmaması için yeni anayasada TBMM işleyişi açık, net olmalı, kılık kıyafet serbest olmalı, başörtülü, açık, kapalı, etekli, pantolonlu ifadeleri iç işleyiş kanunlarından çıkartılmalı. Yeni anayasa yapılırken bu ayrımın yapılamayacağı bir şekilde yazılmalı ve yeni Meclislerimizde Kapalı Hanımlarında Vekil olarak olmasının önü hiç kapatılamayacak şekilde açılmalı.
14.Dini inanç, ibadet ve haklar anayasal güvence altına alınmalı Cuma günü öğle tatili 2 saat olmalı. Kamu kurum ve kuruluşlarında kılık kıyafet keyfiliğini ortadan kaldıran bir anayasada metni oluşturulması, kapalı kadınların okuma ve çalışma alanlarında serbestliği anayasal güvence altına alınmalı.
15. İdam bazı konular için anayasaya tekrar koyulmalı ve uygulanmalı. Bölücü terörle mücadelede caydırıcı bir ceza uygulaması olmalı, çocuk, kadın, asker demeden kalleşçe insanları katleden katilleri modern otel konforunda bakmaya kimsenin hakkı yok. Hak ettiği ceza mutlaka idam olmalı. 
16. Yeni Anayasa iç barışımızı sağlayacak metinlerin çokça yer aldığı bir anayasa olmalı.
17. Eğitim hakkı, anayasada en öncelikli maddelerden biri olmalı.
18. Kurucu meclis muhabbetine, oyununa gelmemeliyiz. % 95 gibi Milletten yetki almış bir Meclis,YENİ ANAYASAYI mutlaka yapmalı.

Bu önerilere katılabilir veya katılmayabilirsiniz. Ama yapmanız, daha doğrusu yapmamız gereken biz bireyler olarak, dernekler, odalar v.b gibi STK’ların çatısı altında görüş ortaya koyup, bunu yazılı metne dönüştürüp TBMM başkanlığına ulaştırmak. İlgili olduğunuz konuda mutlaka sesinizi duyuracak kurum kuruluş ve STK’lar vardır. Ben öyle yapacağım. Engellilerle, dolayısıyla kendimle ilgili olarak TSD şubeleriyle ve öncelikle yöneticisi olduğum TSD Adapazarı Şubemizle bu ortak sesi mutlaka TBMM’ye ulaştıracağız. Sizdende bunu özellikle bekliyorum sevgili okurlar.


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 18.01.2012

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 107

Merhaba sevgili okurlar. Kış mevsiminin soğukları iyice kendini hissettiriyor artık. Fakat kar hala başka kapıları çalan bize çıkmaz dediğimiz milli piyango bileti. Oysa dört mevsim yaşardık eskiden. Havalar eskisi gibi yeterince soğuyamıyor da ondan mı gelmiyor. İyi güzelde biz soğutucu klimaları niye icat ettik? Eski reklamlarda “göğü ısıtamazsınız” sloganı vardı üstelik, çok şükür henüz aklımızda, unutmadık! Öyleyse göğü klimalarla göğü soğutalım ki kar gelsin. Gelmez mi? Oturduğumuz yeri soğutamayız ya. Hem bizim doğamıza aykırı. Ne göğü ısıtabiliyoruz, ne oturduğumuz yeri doğamız gereği soğutamıyoruz madem, renklendirelim o zaman. Bu pazarı renklendirmek için Küçük İskender adlı bir şairimizi sizlere seçtim.

Her zaman ilginç yazar ve şairleri, ilginç besteci ve müzisyenlere karşı bir ilgi duymuşumdur. Sanatın her dalında “yaratıcı”, “farklı” zihniyetlere önem vermişimdir. Küçük İskender, Murathan Mungan gibi şairler benim için bu tanımlamalara uygun şairlerdir.

Bugünkü şairimizin bir çok şiirini buraya koyamıyorum. Öyle netameli şiirleri varki.. hepsini beğenmek zorunda değiliz elbette. Beğenmemekte onun şairliğine gölge düşürmez.

Neyse, şiirlerine geçmeden önce kendisini bir tanıyalım. Onun hakkındaki kısa tanıtım yazısını sunuyorum.
  
28 Mayıs 1964’te İstanbul’da doğdu. Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirdi. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde beş yıl okuduktan sonra ayrıldı. Bir süre de İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğrenim gördü. 1985 yılından itibaren çeşitli edebiyat dergilerinde şiir ve yazıları yayımlanmaya başladı. İlk ve uzun şiirleri Adam Sanat Dergisi'nin hemen her sayısında yer aldı. Temalarında alışılagelmişin kimi kez tam karşısında yer alan, polemikçi, başkaldırıcı şiiriyle sadece 1980'li yılların değil tüm Türk şiirinin en gözüpek şairi. Fazlaca karışık ve yer yer fazlaca uzun ve çoğaltımcı şiiri özgün çarpıcı başarı düzeylerine de ulaşabiliyor. Geleneksel yöntemler kullanarak yazdığı divan tarzı şiirleri, gazelleriyle de dikkat çekiyor. 

...

ARTIK KALBİM YOK

artık kalbim yok ağladığımda sana
düşündüğümde seni artık kalbim yok
seni anlatırken birilerine, atmıyor kalbim
atmıyor kalbim seni gördüğümde rüyalarımda
istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok !
küçük bir velede verdim onu, oyuncak niyetine
fırlattım attım doyursun karnını diye bir sokak
köpeğine
suda sektirdim bir kiremit parçası gibi
ve bekledim batmasını
bekledim batmasını yanan bir gemi
nasıl ağlayarak denize dökülürse

istediğin gibi yaptım; artık kalbim yok!
artık kalbim yok baktığımda eski resimlere
özlediğimde seni
arta kalmış bir kalbim yok!
YOK!

Küçük İskender

***

AY

Yürek kemiğiyle lades tutuşuyor iki çocuk!
misafir oyuncu bir terkediş biçimi
ile ellerim vücudunun prömiyeri!

Aynı ahır adına koşan acılarımız var bizim!
amatör balıkçının leğeninde iki istavritiz seninle
ölüme beş kala ölümle canlı telefon bağlantısı kuran!

dibi senin aşkında gizlenen kırılgan bir aysberg bu tufan !

Küçük İskender

***

BİR GECE ŞAH’ESER İMPARATORU FUZULİ
BİR DELİKANLILIK YAPTI İSE BEN BUNU YAZDIM

beni bir pazar gecesi siyanürle vurun!
gölgemi bir vapurun saadetine vermişken,
zeki müren'den hicaz makamı şarkılar dinlediniz
ama dönüp arkama bakabilmeliyim kaç kişisiniz
nerden gelmişsiniz neler giymişsiniz
elimde bir demet letafet çiçeği de,

tavanı kırmızı, duvarları beyaz badanalı
bir odada bir arada bir ara olmalıyız, hatırladınız
bıçak sapı gibi gülümsememe de izin vermelisiniz
- babam bana küstü, döv onu babaanne
çıngıraklı yılanlar almıştın hani bana yaşgünümde -
gerdanımda genç kızların çılgın tortusu ve soğuk su,
oramda buramda buram buram ilkaşk kokusu,
işte ben trenleri biraz da bu yüzden severim
ne çok severim bilemezsiniz

beni bir pazar gecesi siyanürle vurun!
palyaço makyajı yapmış olayım, gülün önce
amuda da kalkayım, telde de yürüyeyim filan
size nadide karanfil kolleksiyonumu göstereyim
kayısı gülü çocuklarımı, arılarımı da,
tenezzüllerimi, biliyorum:
zeki müren'den hiç şarkı dinlemediniz
radyoda jean-sebastian bach çalıyor, bakınız
cam pervazındaki baykuşun
yok bir ayağı da

Küçük İskender

***

BUNDESLADE

bir atlıkarınca yangını sonrası
isli, sıcak kemikleri çocukların.
-- çok tanrılı yalızlıkların
son akşam yemeği sofrası -- Toy siyah!

evcil kinler evcil hırslar besle bedeninde
ve körpe dakikalarda zor cinayetlerinin
ağzını kanla sil ağzını mor yakamozla yıka!

gözlerinde ve özlemlerinde bir yabacılaşma,
(oyuncak dudaklarımız plastik anılarımız var bizim
öyle hatırlıyorum)
kör paslı testereyle budadığım yüzün
dökülüyor avuçlarıma prizmatik
dökülüyor lunaparklarıyla senden. Neden
billur bir cinayetin her yerinde seksek oynardık?
yıldırım intiharlara paratoner ayyaşlıklarımız
kiremit dil parçaları kaydırırdık tükürüklerde
ve neden ipek tülbentlere örtülürdük sebepsizce?
kimdi o karakalem resmini yapan belleklerimizin
bastırılmış kağıttan yelkenlilere?

Küçük İskender

***

DE GÜLÜM

de gülüm! De ki: ela bir günde geleceğim
istanbul darmadağın olacak, saçlarım
darmadağın. Hepsi, darmadağın!
üzülme gülüm! Toparlanacağız, birlikte,
ayağa da kalkacağız, yürüyeceğiz de gülüm
hem de çelikten toprağını dele dele hayatın!

de gülüm! De ki: bitmiştir umut, bitmiştir
sevgi, bitmiştir güven!
güven bana gülüm!
sana bitmemişliği öğretecek, tattıracaktır
hasretten-hakikaten-ten değiştiren yüzüm!

göreceksin gülüm! Bekle!
hırslarımız, acılarımız gitgide ihanetlere
hainlere, ezilmelere alışacak..
göreceksin-sevinçten ağlayacaksın gülüm-ki
işte o vakit bana-doğrudur!-
şair olmak, seni sevmek pek çok yakışacak!

bak! şiirler var, mektuplar var, çocuklar var,
sokaklar var, kediler!
inan bana gülüm, ölüm yok bir tek! ölüm yok bize!
ölüm inananlar için sessizce
kara kapli kitaplardan çıkartılacak..
göreceksin gülüm! Bekle! Göreceksin!
artık hiçbir insan, hiçbir kavga ve hiçbirimiz
bu dünyada, yapayalnız, umarsız kalmayacak!

Küçük İskender

***

GAZEL

Bir sencileyin dil-ber-i ra'nâ bulunur mu
Bir bencileyin âşık-ı şeydâ bulunur mu

Uşşâk-ı belâ-keşlere âyîne ne hâcet
Sînen gibi mir'ât-ı mücellâ bulunur mu

Bir ben gibi tâ haşre kadar âşık-ı sâdık
Sultânıma ben söylemem ammâ bulunur mu

Bir iki üç ahbâb olup âh olmasa ağyâr
Âyâ o perî bir gece tenhâ bulunur mu

Bilmezsen eger kendini Leylâ'ya su'âl et
Bir sencileyin dil-ber-i ra'nâ bulunur mu

Küçük İskender

***

GECE KUKLALARI

çelişkili kuvvete dönen yapışkan bir ölü var
korkulan otobanın ortasında viraj yaratan.
bir dedektif hissiyle yaklaşırken dünyaya ay
toprak tutarken elini cetvelle çizilmiş suyun
gözlerini düşürmüş bir genç kız gibi mağrur
ve diken diken; arabanın bagajında bir ölü
var
direksiyondaki cesetle hayatı tartışan.

Küçük İskender

***

MOLEKÜL BUKETİ

el kararı bir
ruhla öperken seni
nesnenin tanrıyla atıştığı
uzun gözlere ait urlarda, bilemem
rolümüzdü bilgi;
el kararı bir
ruhla öperken seni
cismin hacimle seviştiği
ani panikatak şovlarında, bilemem
neredeydi yüzümüzdeki bitkinin kökü.

öğrendim, ki veda
ve kıymettir
ergeç birbiriyle vuruşacak olan, bilirim
renkler arasında adı onun da anılsın diye.
üstünkörü!

Küçük İskender

***

Bu pazarda sizlere seçtiğim şiirler bu kadar. Umarım benim ilginç bulduğum kadar sizde ilginç bulursunuz. Bir dahaki haftaya kadar hoşça kalın.


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com


Yayın Tarihi: 15.01.2012

KARAKUŞİ KADI

Bu sıralar moda biliyorsunuz, Osmanlıyla ilgili örnekler bolca verilir; sohbetlerde, yazılarda Osmanlıya dair konulardan söz edilir. İtirazım yok, çünkü Osmanlı bizim evvelimizdir. Cumhuriyetin Mustafa Kemal’in önderliğindeki kurucuları; toplumsal değişimi sağlarken içinden çıktığı Osmanlının genel yapıyı değiştirmeden, fakat pek faydalı olmadığı için yıkım sürecini  engelleyemeyen değişimi sağlamaya yönelik her eylemini biliyorlardı. 200 yıllık bu süreçte üst yapı ve askeri yapıda yapılanların güçsüzlüğünü görüyorlardı. Avrupa’da gelişmiş olan burjuvazi Osmanlıda sermaye birikimi olmadığı için tahtı sarsacak biçimde hiç oluşamadı. Osmanlıda küçük el tezgâhları dışında sanayi olarak adlandırılabilecek bir sanayi olmadıysa, bundan olmadı. Sadece yabancı eliyle yapılan bir ticaretten söz edilebilir. Osmanlı devlet olarakta sanayi yatırımları yapmamıştı. Mustafa Kemal Atatürk; İş Bankasını, Sümerbank’ı, Şişe camı, şeker fabrikalarıyla vagon fabrikalarını, demir yollarını devlet eliyle kurdurmuş, yerli özel sermayenin gelişmesine zemin hazırlamıştı. Bunu yaparken de eski toplumun son dönemini, ona ait gelenekleri reddetmişti. Osmanlının o gidişatı bu sonucu doğurmuştur. Yoksa yeni toplum eski kurumlarla kurulamazdı.

Eskiyen ve hantallaşan yapılar hiçbir şey yapmasanız da kendini tasfiye eder. Değişimi zamanında yapmayan tolumlar, sonunda büyük ve güçlü patlamalar yaşarlar. Osmanlı bunu yaşamış ve içinden Türkiye Cumhuriyeti doğmuştu. Şimdi yaşadıklarımıza da başka türlü bakmamak gerekir. Bir yerlerde hatalar yapılmıştı. Kim eliyle ne hatalar yapıldığı tartışması bugün için gereksizdir. Önemli olan ne yapacağımızı bilmemizdir. Biliyor muyuz? Bunda kuşkularım var doğrusu. Biz bilmiyor olsak pek fark etmezde, siyasetçiler ve bilim insanları bilmiyorsa o felaket olur işte. Bilmeyen siyasetçi ve bilim insanı yoktur, ama iç ve dış dinamiklerin rolünü ne kadar etkileyebilirler? Sorun burada düğümlenmektedir.    

Sorunun karmaşık ve çapraşıklığı aklıma bir fıkrayı getirdi. Yazımı o fıkrayla bitireyim.

***
Osmanlı döneminde yolsuzlukları ile ünlü Karakuşi adında bir kadı varmış. Bir gün Karakuşi Kadı, bir fırının önünden geçerken burnuna güzel bir koku gelmiş.Vitrinde güveç içinde nar gibi kızarmış sahibini bekleyen nefis bir ördek var.... Karakuşi Kadı, fırıncıya:

- Ben bunu aldım.
Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş. Az sonra ördeğin asıl sahibi gelmiş:

- Hani bizim ördek?
Fırıncı boynunu büküp:
- Uçtu.
Sözlü atışmaya başlamışlar, bir süre sonra iş kavgaya dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarınca korkup kaçmaya başlamış... Gayrimüslim de peşinde kovalamış

Bir duvardan atlarken, bilmeden duvarın öteki tarafındaki hamile bir kadının üstüne düşmüş. Kadın, çocuğunu düşürdüğü için, kadının kocası da fırıncının peşine düşmüş. Can havliyle kaçan fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış... Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler hepsini yakalayarak Karakuşi Kadı’nın karşısına çıkarmışlar. Kadı sırayla sormuş...

Ördeğin sahibi,
- Bu adam ördeğimi hiç etti.
Karakuşi Kadı, fırıncıya sormuş:
- Ne yaptın bu adamın ördeğini?
Fırıncı
- Uçtu, demiş.
Kadı, kara kaplı defterini açmış:
- Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar “Uçar” anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil, diyerek fırıncının ördek işinden beraatına karar vermiş.
Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşa sormuş. Onun şikâyetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş:
- Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o müslimin tek gözü çıkarıla...
Davacı:
- Benim tek gözüm çıktı. Şimdi ne olacak?
Karakuşi Kadı:
- Şimdi Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız.
Bunu duyan gayrimüslim ne yapsın? Mecburen şikâyetinden hemen vazgeçmiş, fırıncı bu davadan da beraat etmiş.

Çocuğunu düşüren kadının kocasına da Karakuşi Kadı:
- Tamam, karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak.
Böyle olunca adam da şikayetini anında geri almış, fırıncı bu davadan da kurtulmuş.

Kadı dönmüş Yahudi’ye:
- Senin şikâyetin nedir bre?
Yahudi bir süre düşündükten sonra ellerini açmış,
- Ne diyeyim kadı efendi, adaletinle bin yaşa sen, e mi!

***
Bugün hepimiz bu durumdayız.


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 13.01.2012

EMEKLİ VEKİL MAAŞLARI VE TOPLUMSAL TEPKİLER 2

Emekli milletvekili aylıklarına yapılan zam, yılın ilk altı ayı için emekli vatandaşlara yapılan zamdan oransal olarak çok farklı olunca büyük tepki gördü. Bir önceki yazımızda facebook yoluyla bana ulaşan bu tepkileri vermiştim. Bugünde o tepkilere yer veriyorum.

***

*İsmail A: Bence işçiler mezarda emekli olacak derim. Bir gecede kendilerine kanun çıkartıyorlar, işçileri düşünen yok.
*Ayten C: Bir millet vekili danışmanına yapılan zam %125 şu an asgari ücrete gelecek zam ise %5 ve Türkiye’deki 2000 tl altı fakirlik, 1200 tl altı açlık sınırı. Nasıl bir zihniyete sahibiz nasıl bir haktır bu....
*Aşkın O: ‎60 yaşından sonra verecek olduğunuz para ile (...) silin. (...) memlekette adam mı var oy atılacak. Her gelen gideni aratıyor.
*Halil İbrahim B: Sevgili Burak (...) kardeşim seni Haydar Dümen’e aktaracağım şimdi.. sen onunla dertleş.
*Mustafa Bahadır B: Allah şüphesiz her şeyden haberdardır. Hak hukuk ortada. Hak ediyorlarsa eyvallah. Ama asgari ücrete %5 zam. Ve açlık sınırı 1200 lira olan bir ülkede yaşıyorken vekil emeklisine %60 zam. Yazıklar olsun.
*Nuray S: Biz o parayı (yani verilmek istenen emekli vekil maaşını) bir senede alıyoruz.  Hey, uyan TÜRKİYE.
*Tuncer B: Bu milletle neleri paylaşıp, neler öğrenmedik, öğretmedik ki.. Ama ne oldu? Koskoca bir hiç.. Onlar yine alacağını alıyor. Bizler ise yine çekeceğimizi çekiyoruz.. Zenginin Parası Züğürdün Çenesini Yorarmış.. Paylaşalım Bakalım..
*Kemal Vatansever: Allah İnsanları İnsanların adaletinden korusun.
*Merdi Meydan K: ‎60 yaşına kadar niye bekleyesin milletvekili ol gelsin paralar nede olsa bizler eşek gibi çalışıp onlara bakıyoruz.
*Savaş Genç: Van’dakiler soğuktan ölsün, onlar gece tarifesi yapsın ve kendi maaşlarına %100 zam yapsın, emekçiler işçiler %10. Onlar 2 yılda emekli, biz 30 yıl sonra, onlar karnı tok üstü örtük acaba şu ülkedeki gariban evine et girmeyen kardeşlerimiz ve aileleri ne zaman sofralarında et görecekler?
*Mehmet Ali D: Bunlar bedelli askerlik diye bir şey tutturarak askerlik konusunda da zengin fakir ayrımı yaptılar.
*Ender Ersin Ç: Asıl saçmalık bizim paramızla bizlere zulüm yapıyorlar. Merak ettiğim şey bunlar Müslüman da bizler neyiz?
*Yüksel K: ‎60 yaşı çok bekleriz senin benim vekiller 2 yılda emekli. Aslında ahlâksızlığı biz kendimize yapıyoruz.
*Necdet T: ŞİDETLE KINIYORUM
*Ercüment Y: Halil İbrahim B, hükümetten yana senin tuzun kuru galiba..??  Millet acından ölüyooo???  Sen hikâye anlatıyorsun..!!!
*Aydemir K: Bunlardan da bu beklenirdi.
*Kerim K: Arkadaşlar kusura bakmayın ben önce bir CHP seçmeniyim, demek ki AKP hükümeti bu ülkeyi o kadar güzel yönetiyormuş ki her 4 oydan 3 tanesini alıyorsa başka söze ne hacet. GÜLERİZ AGLANACAK HALİMİZE.
*Garip G: Adaletin sembolü elin de terazi olan gözü kapalı bir kadındır. Maalesef Türkiye’de en fazla tecavüze bu adalet isimli kadın uğramıştır. Adaletin suçu ne?
*Zafer Alpay: Bizler zamanında karşı çıksaydık bu emeklilik yasası böyle olmazdı. Koyun gibi sustuk. Zamanında herkesi 30, 35 yaşında emekli yapmışlar günahını biz çekiyoruz. Kendileri neden 25 sende emekli olmuyorlar .
*Alparslan Şadi A: (...!!...) yaaa olmaz, böyle milletin alın teriyle hıh deyip bala düşmek. Yav hemde bu çağda, artık uyumuyor. O Anadolu çocuklarını uyutamayacak o kötü girişimci vekiller.
*Alime Ü: Yazıklar olsun diyorum başkada bir şey demiyorum bu yasayı çıkarana. Türk halkını kandırmak kolay nasılsa.
*Muratcan E: asılsız bir haber değil ama hakettik biz bunları. Daha çok zam yapsın kendi maaşına benzine ekmeğe vs.. ekmeğin tuzu azaltılıp kepeği alınmamış undan yapılacağını söylediklerinde sağlığımızı düşünüyorlar sanmıştık. Gramajından100 gram alınınca anlaşıldı ki ekmeğe çaktırmadan zam yapmışlar. % 45 hemde.  HA-KET-TİK eğer %50 oy alıyorsa bunlar hak ettik.
*Mercan T: Halil İbrahim bu dünyaya insan olarak gelmişsin ama ADAM OLAMAMIŞSIN.
*Aynur G: Staj dönemindeki 2 yıllık primlerin silinmesi, bunu geçtim işe başlama tarihi olarak o yılların sayılmaması gibi bir azizliğe uğrayan biri olarak bunu hiçte adil bulmuyorum.
*Fatos K: Böyle saçmalık ve böyle kanun hangi ülkede var gerçekten merak ediyorum.
Serkan A: yaa alsın doysunlar da yetimin hakkına göz dikmesinler. Doysunlar ki, milli servetlerimizi elâleme satmasınlar.
*Tuğrul S: Biz böyle gideriz bari maaşlarını 20 bin tl yapsınlar da durmadan tartışmayalım onları. Hepsi (...) para için gelmişler, bir dahaki secim %75 alırlar.
*Salim M: Bunlar ülkeyi düşünmüyorlar. SADECE KENDİ MENFAATLERİNİ DÜŞÜNÜYORLAR.
*Ezgi Esin D: Bu nedir yaa kafaları mı güzel bunların. Bu kadar ipi ellerine verirsek olacağı bu.
*İlkin K: Fazla felan değil.
*Eylem M: Mezarda emeklilik, insana değer yok be.
*İsmail O: Yaaa be kardeşim mademki bağırıp çağıracaksınız, niye seçiyorsunuz? Balı tutan tabii ki yutacak. sende tabii ki ağzın açık aklın kaçık bakacaksın arkadaş, mecbursun.
*Ali Haydar Y: yazıklar olsun.
*Sinan M: Allah fırsat verdi yaa... Tanrı yardımcımız olacak mı? Ekmek bulup karnımızı doyuruyoruz yaa yeter.!
*Asil Renault: oy vermemekten başka alternatifiniz yok. Ne demokrasisi bunların hepsi düzen partisi yazıklar olsun insanların haklarını yiyen yöneticilere..
*Gökhan T: Bu iyi günümüz! 2023e kadar kalmaya niyetleri var. Halk Partisi; halkın partisi olamadığı için bertaraf oluyoruz..
*Mustafa Y: emekli olmayan bu AKP’ye oy verenler düşünsün bu millete müstahak, az bile.

***
Okuduklarınızla gördüğünüz gibi halkın tepkisi böyleydi. Gelişmiş ülkelerde böyle bir durumda vekiller kamuoyu baskısından çekinir ve rahat hareket edemezdi. Çünkü orda yurttaşlık bilinci var. Her birey hak ve ödevlerini biliyor. Vekillerin veya yöneticilerin karşısında halkımızın söz söyleyememesinin nedeni, nerdeyse 100 yıllık olan cumhuriyete rağmen yurttaşlık bilincine yeterince varamamış olmasıdır. Seçilenler veya bürokratlar kendilerini her zaman halktan büyük görmüşlerdir ve bugünde görüyorlar. Bunun başka türlü açıklaması kanımca yok!  

Sevgili kardeşim Coşkun Göle çizdiği karikatürüyle vefat etmiş vekil maaşlarının mirasçıları tarafından alınmasını hicvetmiş. 

BİTTİ

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 11.01.2012