Akıl ve kalp yönetimi konusunda düşünürken duyduğum bir söz beni kendime getirmeye yetti. Bu konuda yazılabilecek ciltler dolusu kitabı bu söz tek cümlede özetliyordu. Tabiî ki özet yetmez. Tabiî ki üstüne birkaç söz söylemek gerekir. Fakat inanın bugüne kadar böyle bir ayrım yapmamıştım. Hep ikisinide gerektikçe bir yönüyle veya diğer yönüyle davranmıştım. Yani kendimi ve etrafımdakileri hem aklımla, hem kalbimle yönettim. Yalnız buradan kendime acıdığım, kendimi özseverlik (narsisist) derecesinde sevdiğimi sanmayın; benim kendimi kalple yönetmem hemhal (empatti) olmakla ilgilidir. Yani kendimi başkasının yerine koyarken akıl kadar kalbe de önem veririm.
Neydi o duyduğum söz?
“Kendini aklınla, etrafındakileri kalbinle yönet”
İçinde sakıncalarıda barındıran, iyimser bakışa sahip olanlar için sakıncanın sıfırlandığını düşündüğüm bir söz olarak gördüm bu sözü. Mutlaka vücut salgılarının iyimser yada kötümser olmada etkisi var. Dolayısıyla hayatı düzenleme işi tıbbi bir konudur diyebiliriz. İşin bu boyutunu bir kenara bırakıp, uzmanlara baş vurmadan, bu sözü sindire sindire özümseyelim.
Ne demekti bu “Kendini aklınla, etrafındakileri kalbinle yönet” sözü? Genellikle insan bedenine esir düşmüş bir canlıdır. Çünkü beden doğa karşısında zayıf olduğu için kendisine hükmeden ‘ben’e bitmek bilmez isteklerde bulunur. Bunu dili olmadığı için işaretler yoluyla, hisler yoluyla ‘ben’e iletir. Bu bedenin kendini koruma güdüsüdür. Buraya kadar her şey normaldir. Sözümüze konu olan asıl bundan sonrasıdır.
‘Ben’e iletilen işaret ve hisler eğer ‘ben’i yalnızca bedensel ihtiyaçlara yönlendirmiş, ondan başka bir şey düşünemez duruma düşürürse, zaten varlığını bedenle anlatma eğilimi olan ‘ben’in daha gerçekçi ve daha tarafsız davranması imkânsızlaşır. Eskiler boşuna “aç koyma hırsız edersin, çok verme arsız edersin” sözünü söylemediler herhalde. Hayat imbiğinden geçen davranışları böyle özlü sözlere dökerek kulaklara küpe olacak şekilde bizleri uyarmışlardır. ‘Ben’in arsız-hırsız ilişkisinin sevme, sevmeme ve şımartma yada şımartmamayla ilgisi var. Bu durum karakter dediğimiz kişisel tutum ve davranışları oluşturuyor, karakterde oluşmaya çocuk yaşta başlıyor. Yetişkin birey olduktan sonra kişilerin bedenleriyle ilişkileri bağımlılık haline geldiğinde ruhsal yapıyı olumsuz şekilde etkileyerek kolay kolay değiştirilemez bir karakter olmasını sağlıyor.
Sorun burada başlıyor aslına bakarsanız. Kendinden başkasını dinlememe, her yerde öncelik alma, kural tanımama, toplumsal uyumsuzluk. Bu önce özgürlük gibi sunulsa da foyası çok geçmeden ortaya çıkar. Böylelerine “hasta ruhlu” diyoruz biliyorsunuz.
Buraya kadar anlattıklarımdan bedene bağımlılığın ‘ben’e etkilerinin duygular üstünde olumsuz sonuçlar doğurduğu yargısına varıyoruz. Bu durumun sonuç olarak kişiyi kendine bile eziyet eder bir bencilliğe sürüklediğini görebiliriz.
Olumsuzdan olumluya gidelim mi? Evet yeridir, gidelim!
“Kendini aklınla, etrafındakileri kalbinle yönet” sözü işte burada devreye girer. Bu şu demektir; kendine acıma, başkalarına merhamet et, şefkat göster ve en az kendini sevdiğin kadar etrafındakileri sev. Kendine acımayan bedenini aşan, ona tepeden bakabilen kişilerdir. Böyle kişiler kendinden aşkınlaşabilir. Birde üstün sevgi demek olan aşk bunu sağlar kişiye. Toplumcu yanı çok olan, duyarlılığını her canlı için gösteren ve bedeni ihtiyaçlarını öyle orta yere pek sermeyenlere “kendini aşmış” diyoruz değil mi?
Kendini aklıyla yöneten adil olur. Etrafını veya başkalarını kalbiyle yönetense herkese adaletli davranır. Politikacılarımızın dillerinden düşürmedikleri, pek sevdikleri “Adalet” kelimesi kelime olmaktan ancak yaşanırsa kurtularak gerçek anlamını bulur.
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com