Osmanlı imparatorluğu azametli yapısı nedeniyle değişme gereği duymadı. Mülkiyet yapısının ciddi bir sermaye birikimine el vermemesi değişimi isteyecek kitlelerin oluşmasının önünü tıkadı. Bu nedenle Osmanlı’nın küçük el sanatlarının dışında da bir sınaii yoktu. Böyle bir üretim tipinde sınıflar arası geçiş kaygan zeminde olduğu için Türk burjuvasi doğmadı. Burjuvazi doğmadan cumhuriyet kuruldu. Atatürk, öncülüğü bu yüzden devlete verirken cumhuriyeti yaşatacak sermaye sınıfının yani burjuvazinin yaratılmasına özen gösterdi.
Türkiye Cumhuriyeti Atatürk sonrasında askerlerin vesayetine terkedildi. Askerlerde Atatürk’ün ölümünden sonra girilen Amerikan güdümündeki Natoya...
(kapitalizm ve komünizmin böldüğü iki kutuplu dünya düzeninde oluşan şartlar Nato’ya girmemiz gerektirmiştir, bunu unutmuş değilim. Fakat aslanlarla aynı kafese girenlerin paralanma tehlikesi içinde olacağı gün gibi açık. Nitekim komünizm tehlikesi bitince “Yeni Dünya Düzeni” adı altında ülkelere yeni biçimler vermeye karar verildiğinde ülkemizi unutacak ve es geçecek değillerdi. İktidardan muhalefete, ekonomiden hukuka yaşadığımız hep bu niyetin eseridir.)
Palas pandıras yaratılan sermaye sınıfı burjuva kültürüne sahip olamadığı için, iktidarların iki dudağından çıkacak söze baktı. DP iktidarının kendisine neler çektirdiğini Vehbi Koç hatıralarında yazmıştır.
Burjuva kültürü olmadan diğer sınıflarda doğmadı. Doğanlarda askeri darbelerle boğdurulduğu için rejimi koruyacak güçler yok edilerek 2002 seçimlerine gidildi.
Seçimi kazanan AKP nihai hedefte karşısına alacağı vasinin elini zayıflatmak amacıyla Avrupa birliğine girme mücadelesi masalıyla liberal görüşlü aydınları kandırdı. Şimdi o liberal görüşlü yazarlardan biri olan Mehmet Altan yazdığı gazeteden kovulunca “AKP rövanş alma mücadelesi veriyor” demedi mi?
Aslında Türkiye’de merkez sağ partiler bile cumhuriyeti dönüştürme amacını sürekli gütmüşlerdi. 1980 yılının 24 ocağında alınan kararlar bunun mihenk taşıdır. Seçim sonucunda Askeri yönetimden iktidarı alan ANAP’la birlikte özelleştirme hareketinden tutun yerel yönetimlerinin güçlendirilmesine kadar cumhuriyetin yapısında köklü değişimlerin olacağı sözü edilmeye başlanmıştı.
İlk olarak bilinen mali kararlar alındı. Böylelikle özelleştirme hareketi başlamış oldu. 1986 yılından 2002 yılına kadar bir çok kamu kuruluşu birkaç iktidar eliyle özelleştirilirken 2002 ile 2009 yılı arasındaki özelleştirmeler sadece AKP iktidarına aittir. Bu dönemde daha çok yabancı şirketlere yapılan satışlarla özeleştirmeler gerçekleşmiştir.
Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Coğrafya Bölümü öğretim görevlileri Nuri YAVAN ve Hamdi KARA’nın birlikte yürüttükleri “TÜRKİYE’DE DOĞRUDAN YABANCI SERMAYE YATIRIMLARI VE BÖLGESEL DAĞILIŞI 1” adlı çalışmalarından şu satırlara bir göz gezdirelim.
1980 sonrası izlenen ve uluslar arası kuruluşların da (IMF ve Dünya Bankası) geniş desteğini
kazanan ekonomik politikalar ile bunların bir parçası olan yasal düzenlemeler, yabancı sermaye girişine hız kazandırmıştır. Özellikle 1983 yılından sonra Özal hükümetinin iş başı yapmasıyla 1986’da yabancı sermaye ile ilgili önemli kararlar alması, Türkiye’de hem izin verilen yabancı sermaye miktarını, hem de fiilî girişleri önemli düzeyde artırmıştır. Nitekim 1980’de 97 milyon dolar olan izin verilen yabancı sermaye, 1988’de yaklaşık 1 milyar dolara, 1993’de ise 2 milyar dolara yükselirken, fiilî girişlerin aynı yıllarda 35 milyon dolardan, 354 milyon dolara ve daha sonra da 746 milyon dolara çıktığı görülmektedir.
…
Türkiye’de yabancı sermaye yatırımlarının sektörlere göre dağılımı incelendiği zaman, 1980
yılında yapılan yatırımların yüzde 87’den fazlası imalat sanayine yapılırken, 2001 yılında imalat sanayinin payı yüzde 34’e düşmüş, hizmet sektörünün payı yüzde 12’den yüzde 57’ye yükselmiştir
…
Türkiye’de izin verilen Doğrudan Yabancı Sermaye yatırımlarının ülke gruplarına göre dağılımı incelendiği zaman, gelen sermayenin yaklaşık yüzde 90’ı geleneksel olarak OECD ülkelerine aittir.
1980 sonrası dünyada sermaye ihracında gelişmekte olan ülkelerin payının artması, Türkiye’ye de yansımış ve diğer ülkelerin payı ortalama yüzde 10’ları aşan seviyelere yükselmiştir. 2001 yılı sonunda Doğrudan Yabancı Sermaye yatırımlarının yüzde 86’sını OECD ülkelerinin, bunların içinde de AB ülkelerinin yaptığı görülmektedir.
İslâm ülkelerinin payı yüzde 2,8, diğer ülkelerin payı ise yüzde 11,2’dir.
DEVAM EDECEK
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder