3 Şubat 2012 Cuma

ÇÜRÜMEYEN CESETLER

Gerçekten olmuş olay mıdır, fıkra mıdır bilmiyorum, hep anlatılır. Ülkemizden bir kafile yurt dışına çıkmış. Gittikleri ülkede bir öğlen sırasında acıktıkları için lüks bir restoranda yemek yemeye karar vermişler. Yemekler ısmarlanıp yenmeye başlanmışken garsonlardan biri kafileye ‘siz Türk müsünüz?’ diye sormuş. Bizimkilerde İngilizce veya Fransızca her ne ise; konuştukları dile son derece hakim olduklarını düşünerek garsona ‘nerden anladınız?’ demişler. Garson ‘Türklerden başka kimse bir yemeğe hiç tatmadan tuz atmazda..’ demiş.
Sözün kısası aşırı tuzlu yeme düşkünlüğümüz o kadar meşhurdur. Peki hiç düşündünüz mü; neden çok tuzlu yeriz? Su içme alışkanlığımız yokmuş da, tuza düşkünlüğümüz onun içinmiş. Adını hatırlamadığım bir uzmandan duydum. Su içmeyen insan mineral eksikliğini tuz alarak giderirmiş. Oysa suda hem tuz hem mineraller fazlasıyla var. Su içilse tuzlu yeme alışkanlığı büyük ölçüde biter deniyor.

Doktorlara göre su içme ihtiyacının belirtisi olarak susama daha çok çocuklarda oluşur. Yetişkinler su ihtiyacının belirtisini acıkma olarak hisseder bir iki lokma atıştırarak bu açlığı bastırmaya çalışır. Oysa ihtiyacı olan sudur ve mineral eksikliğini bu atıştırmalarla gidermiş olmaz.

Peki mineraller gıda yoluyla alınamaz mı? Bugün organik tarım yerini nerdeyse zirai tarıma bıraktığı için hormonlanmamış, zirai ilaçla korunmamış, geniyle oynanmamış tarımsal veya hayvansal ürün hemen hemen kalmamıştır. Şişelenen, paketlenen her üründeki son kullanma tarihi raf ömrünü gösterir. Bizler bu raf ömrüne yani son kullanma tarihine bakarak bir gıda ürününün alınıp alınamayacağına karar veriyoruz. Oysa üretim tarihide en az son kullanma tarihi kadar önemlidir. Neden önemlidir biliyor musunuz? Çünkü ikisi arasındaki uzaklık o ürünün dayanıklılığını arttıran katkı maddelerinin çokluğunu gösterir. Katkı maddeleri de o ürünün besin değerini bilindiği gibi öldürür.

Besin değeri kalmayan, paketlenmiş her ürünün mineral zenginliğide azalır. Dolayısıyla mineral ihtiyacımızı sudan başka bir içecekle karşılayamayız. Pakete girmiş suda bu konuda tehlikeler taşımaktadır. Hele ülkemizde kolay kazanç elde etme arzusu, devletin koyduğu ağır vergilerle birleşince insan sağlığı için hiçte hoş olmayan sonuçlar doğuruyor.

Yediklerimizden içtiklerimize kadar her şey yapaydır. Gelişmişlik galiba sonunda bir duvara toslamak üzeredir. Vergiler makul seviyelere inmedikçe, denetimler artmadıkça, cezalar caydırıcı olmadıkça mezarlığımızda çürümeyen cesetlerle dolacaktır. Bu kadar katkı maddesiyle raf ömrü uzatılan besinleri alan insanın cesedi çürür mü sanıyorsunuz?

Fransa’da son zamanlarda yapılan otopsilerde genç ölülerin cesetlerinin çürümediği görülmüş. Nedenini araştırmışlar, besinlerdeki katkı maddelerinin insan bedeninde fazlasıyla biriktiği sonucuna varmışlar. Bu katkı maddeleri insanı yaşarken değil öldükten sonra koruyor deme ihtiyacını duyuyorum. Siz ne dersiniz?


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com


Yayın Tarihi: 03.02.2012 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder