Aşk gürültücüdür. Haykıra haykıra şarkı söyletir insana,
yüksek sesle konuşturur. Bir şeyleri gözlere sokmak amacını taşır. Onunla
birlikte ölümle hayat at başı koşar. Aşkın bir boyutunda, seçim söz konusu olsa
‘kendinden vazgeçme’ ile hayattan kopmak kolaylıkla mümkün olur. Çünkü aşk her
şeyden, başta kendinden aşkınlaşmaktır. Yani tensel duyumlardan uzaklaşmak..
öyle ki bu durumda hiçbir acı duyulmaz. Acı duymak için aşık adeta kendini
paralar. İşte bu nedenle aşık olan insanın sakin olması beklenemez. En küçük
ayrıntı aşık olanda büyük fırtınalar yaratır. Oysa sevgi sessiz, sakin ve
kararlıdır. Sevgide söylenmiş irice bir sözcük bulmak zordur. Elbette duygudur
sevgi, fakat aklın önünü kesmediği için ‘kendinden vazgeçme’ ile hayattan
kopmak mümkün değildir. Çünkü sevmek yaşamadan mümkün olmayacağından hayata ait
bir konudur.
Bütün bunların ışığında,
Bence SEVGİ; sakin güçtür.
Bence SEVGİ; ‘Sessiz, Derin, Yemyeşil ve Serin’ bir yoldur.
Bence SEVGİ; Bazı şeylerin görünenler arasında yer alarak,
olumlu veya olumsuz diğer bazı şeylerin görünmesine engel olmaz.
Bütün bunları bilerek sevgiyi yaşayanlar uzun ömürlü
sevgileri hak ederler. Aşağıdaki hikâyeyi çarşamba günü biten EVLİLİK ve
MUTLULUK adlı yazı dizimizin ardından koymamın elbette bir amacı var.
Mutluluğun gördüklerimizle sınırlı olmaması gerektiğini, asıl görmediklerimiz
içinde sevgi için gerekli olan “anlamlar dünyası”nın, eskilerin deyişiyle
“mânâlar âleminin” ip uçları vardır. Bu hikâye işte bunu anlatıyor.
Adım hikâyeci başı’na çıksa yeridir. Bu hikâyenin de
yazarını bilmiyorum.
***
Kocam bir mühendisti. Onunla sâkin tabiatını sevdiğim için
evlenmiştim. Bu sâkin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasılda ısıtırdı… Gel
gör ki iki yıl nişanlılık ve beş yıl evlilikten sonra bu sâkinlik beni yormaya
başlamıştı. Eşimin bir zamanlar çok sevdiğim bu özelliği artık beni huzursuz
ediyordu. İş ilişkiye gelince oldukça içli, hattâ aşırı hassas bir kadınım.
Romantik anlara, küçük bir çocuğun şekere düşkünlüğü gibi can atıyorum. Oysa
kocamın sakinliği, başka bir deyişle vurdum duymazlığı, evliliğimize romantizm
katmaması beni aşktan almış, uzaklaştırmıştı. Sonunda kararımı ona da
açıkladım: Boşanmak istiyordum. Şaşkınlıktan gözleri açılarak ‘niye?’ diye
sordu. ‘Gerçekten belli bir sebebi yok’ dedim, ‘sadece yoruldum.’ Bütün gece
ağzını bıçak açmadı. Düşünüyordu. Bu hâli ise hayal kırıklığımı daha da
artırmaktan başka bir işe yaramıyordu: İşte, sıkıntısını dışarı vurmaktan bile
aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki! Sonunda sordu: ‘Seni
caydırmak için ne yapabilirim?’ Demek ki söyledikleri doğruydu: İnsanların
mizacı asla değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu. ‘İşte
mesele tam da bu’ dedim. ‘Sorunun cevabını kendin bulup kalbimi ikna
edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim. ‘Diyelim dağın tepesinde bir uçurum
kenarında bir çiçek var. O çiçeği benim için koparmak, düşüp vücudunun bütün
kemiklerinin kırılmasına, hattâ ölümüne mâl’olacak. Bunu benim için yapar
mısın?’ Yüzümü dikkatle inceledi ve ‘Sana bunun cevabını yarın vereceğim’ dedi.
Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu. Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş
bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not bırakmıştı.
‘Sevgilim’ diye başlıyordu,
*‘O çiçeği senin için koparmazdım’
Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim. ‘Çünkü her
zaman yaptığın gibi bilgisayarın altını üstüne getirip çökerttikten sonra
monitörün önünde ağladığında, onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım
var.’
*‘Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden
önce eve varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var.’
*‘Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu kaybettiğinden,
yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var.’
*‘Sâdık arkadaşının her ayki ziyaretinde sebep olduğu,
karnındaki krampları rahatlatabilmem için avuçlarıma ihtiyacım var.’
*‘Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can
sıkıntını hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem
için ağzıma ihtiyacım var.’
*‘Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan gözlerinin
bozulması kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem, saçlarında
-görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilmem, merdivenlerden aşağı
inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin -gençliğinde senin yüzünün rengi
gibi olduğunu söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım var.’
*‘Ama seni benden daha fazla seven biri varsa, evet o
uçuruma gidip, o çiçeği senin için koparırım bir tanem.’
Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu.
Göz yaşlarım mektuba düşüyordu.
‘Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lütfen kapıyı aç
canım. Çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum.’
Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde sıkıca
tuttuğu susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi. Artık çok iyi biliyordum: Beni
ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar
verdim. Bu gerçek aşktı. İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız
aşkın, seneler sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde, huzur ve durgunluk
içinde de hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz. Oysa aşk hep vardır.
Belki artık heyecansız, belki artık romantik değil... Belki sıkıcı, tekdüze,
hatta belki yüzsüz... Ama hep oralarda bir yerdedir. Çiçekler ve romantik
dakikalar ilişkinin başlaması için elbette gerekir. Bir zaman sonra bunlar
gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi kalır. Hayat tam da böyle bir şeydir.
***
Hikâyemizdeki aşk sözcüğü gerçekçiliği içermesi nedeniyle
gerçek bir sevgidir. Her ne kadar aşktan söz ediliyor olsa da aklı yitirmeyişi
içerdiği sakinlik bunun göstergesidir. Buna bağlı olarak bencilliğin arttığı,
kişilik kargaşasının yaşandığı günümüzde, mutlu evliliklerin giderek azaldığı,
bu nedenle boşanmaların arttığı düşünülürse, her şeyi abartarak mutluluğu
arayanlara AŞK MI SEVGİ Mİ diye sormak isterim.
Yayın Tarihi: 19.12.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder