Bugün size Ergenekon konusunda biri Sabah biride Hürriyet gazetesinden iki köşe yazısı sunacağım. İşte ilki. Sabah gazetesinin küfürbaz yazarı Engin Ardıç.
... ...
Atatürk darbecilere ne yapmıştı?
(İttihat ve Terakki artıklarının) Eski alışkanlıklarıydı bu. Beğenmediklerini vururlardı. Mustafa Kemal’i öldürmeyi daha önce de düşünmüşlerdi, İstanbul’da falan da değil, taa Selanik’te, daha işin başında.
Fakat Ankara yönetimi uyumuyordu...
Gizli servis her şeyin farkındaydı ve onları adım adım izliyordu.
Çünkü Atatürk bunları tanıyor ve “bir halt edeceklerini” tahmin ediyordu.
Atatürk’ü bir İzmir gezisinde vurdurmayı planladılar, hazırlık aşamasında enselendiler. (Yıl daha 1926, soyadı kanununa daha sekiz yıl var ama şimdi tutup da Gazi Mustafa Kemal Paşa desem bazı çemişler gene kızacaklar.)
İstiklal Mahkemesi’ne çıkarıldılar...
Hepsi asıldı!
(...)
Atatürk, darbecilikten yargılananları milletvekili adayı yapıp kurtarmayı düşünecek bir parti Genel Başkanı değildi.
O, devrimci bir CHP’nin genel başkanıydı. (...) Bir planı ve programı da vardı.
Asılan darbeci kadronun siyasi programı da yok değildi tabii: İstanbul’u yeniden başkent yapmak, hilafeti geri getirmek falan.
Yani, Türkiye’yi eski durumuna döndürmek...
Darbeciler, değişen yurt ve dünya şartlarının, ülkenin nereden gelip nereye gittiğinin farkında değillerdi.
İçine düştükleri hazin ve sefil duruma “anakronizm” denir ki bugünün darbecileri de aynı durumdadırlar.
Tantanayı bıraksınlar ve yatıp kalkıp asılmadıklarına dua etsinler.
***
Buda ikincisi. Hürriyet Gazetesi; Ahmet Hakan..
... ...
Bunlar ne akıllar böyle
BİR tiyatrocu, dolandırıcılıktan içeri atıldığında “Memlekette sanat düşmanlığı aldı başını gidiyor” demek ne kadar mantıksızsa...
Bir edebiyatçı, karısını öldürmekten içeri atıldığında “Ülkede kültür düşmanlığı aldı başını gidiyor” demek ne kadar mantıksızsa...
Bir gazeteci de, örgüt üyeliğinden içeri atıldığında “Gitti basın özgürlüğü gitti” diye feveran etmek, o kadar mantıksızmış!
“Yazıp çizmek” ayrı bir işmiş, “örgüt üyeliği” ayrı bir işmiş.
Bu nedenle...
“Gazeteciler içeri atılıyor, sıra kimde?” diye çırpınmak yerine, “Tehlikeli bir örgüt üyesi içeri atıldı” diye kendimizi güvende hissetmemiz gerekirmiş.
*
Kimden mi çıktı bu “çakma Çin malı” argüman?
Kimden çıkacak?
Uçsuz bucaksız bir özgürlük şampiyonu olan Gülay Göktürk’ten...
Bir başka özgürlük şampiyonumuz Cengiz Çandar da, “Argümansız kaldım anne” edasıyla atladı bu görüşün üzerine ve heyecanla alıntıladı köşesine...
Madem öyle...
O halde “Biraz sakin olun şampiyonlar!” diye seslenerek bu iki ismi aklıselime davet edelim.
*
Bakın, şampiyonlar!
Soner Yalçın, karısını kör testereyle keserken suçüstü yakalanmış olsa ve biz de “Eyvah gitti basın özgürlüğü” diye ağlaşsak, sonuna kadar haklı olursunuz.
Ya da...
Soner Yalçın, kar maskesiyle banka soyarken suçüstü yakalanmış olsa ve biz de hep bir ağızdan “Sıra hangimizde?” diye sorup dursak, yine sonuna kadar haklı olursunuz.
Ama insaf edin ve elinizi, eğer gramı kaldıysa vicdanınızın üstüne koyarak söyleyin:
Bir ressamın “resim yapması” ile “dolandırıcılık yapması” arasındaki kesin ve muazzam alakasızlık, Soner’in durumunda söz konusu edilebilir mi?
Ya da...
Bir edebiyatçının “kitap yazması” ile “karısını doğraması” arasındaki kesin ve müthiş alakasızlık, Soner’in durumuna uyarlanabilir mi?
*
Hadi savcıların gözaltındaki Soner Yalçın’a “Hişt, gazeteci! Söyle bakalım o haberleri neden yaptın?” diye sormasını es geçelim.
İnsan hiç değilse...
Ergenekon Davası’nın açıklarıyla ilgili haberler yapan bir gazetecinin, Ergenekon’dan içeri alınması karşısında minicik bir “şüphe” duyar yahu!
Bir ressam dolandırıcılıktan içeri alındığında tabii ki “Memlekette sanat düşmanlığı yapılıyor” diye feveran edilmez.
Ama Ergenekon’un açıklarını haber yapan bir gazetecinin Ergenekon’dan içeri alınması durumunda “Basın özgürlüğü elden gidiyor” denir.
Haykırılamıyorsa en azından minicik de olsa bir “şüphe” belirtilir, fısıltıyla da olsa bir“acaba” denir.
Bu da yapılamıyorsa en azından susulur ve “çakma Çin malı” argümanlarla gülünç duruma düşülmez.
***
Bu iki yazıdan ne anladınız? Size hangisi daha akla yakın geliyor. Kişilik testi yapmak niyetinde değilim. Ama her şey geliyor kişiliğe dayanıyor. Kişilikli biri henüz sonuçlanmamış bir dava için asılmadıklarına dua etsinler demez. Süren davada fikir beyan etmemek davaya etkide bulunmamak için çok gereklidir. İşte kişilik sorunu burada başlar. Bunu es geçenlerin ciddi bunalımda olduğunu düşünürüm.
Öte yandan gazeteciliğin ruhunda iktidara mesafeli durmak vardır. Yansız haber başka türlü verilemez. Hürriyet Gazetesi yazarı tarafı olduğu görüşe rağmen bu konuda benim takdir ettiğim bir yazardır. Hem saygıyı elden bırakmıyor, hem iktidarın sözcüsü konumuna düşmüyor. Alıntıladığım yazıda da doğru duruşun örneğini veriyor.
Yani “asılmadıklarına dua etsinler” diyeceğimize, “basın özgürlüğü kaldırılıyor” demek, son gelişmeler ışığında daha gerçekçi olmak demektir. Burada öne çıkması gereken “asılmak mı, basın özgürlüğü mü?” işte karıştırılan budur.
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder