30 Haziran 2011 Perşembe

İNSANIN BOZUK PUSULASI: BENLİK 1

Hayat hiç yerinde durmaz, hep hareket eder. Kimi zaman geri, çokluklada ileri gider. Gidiş gelişler sonucu bir değişim yaşanır. Sürekli değişim evrenin kuralıdır zaten. Yer kürenin tek idrak sahibi olan insan, yaşadığı gezegenin hareketiyle birlikte ürettiği hayatın vardığı hızdan başı dönerek zaman zaman duraklar. Ama zaman dediğimiz ikili (insan ve yer küre olarak beliren) hareket bu duraklamaları affetmez, duraklayanı hayatın dışına atar. Atmasa bile oldukça gerilerde bırakır.

İnsanın kendi dışında gelişen hareketlere müdahale etme gücü, yaşadığı gezegen olan yerkürede bile, geçmişine oranla epey yol kat etmiş olmasına rağmen, oldukça sınırlı. İnsanın evrende güç olarak varlığını derecelendiremezsiniz. Güç olma çabasını hiç vermiyor da diyemezsiniz. O konuda yarattığı kaynaklardan bir miktar ayırarak denemede bulunuyor. Kendi iç sorunları daha fazla kaynak tükettiği için şimdilik bundan fazlası beklenmemeli. Yaşadığı yer kürenin hareketlerine müdahale etme gücüne sahip olduğu kadar (bu hareketlerden doğan) sorunlara çare bulması elbette yetmez. Ya iç sıkıntılarına ne demeli? Çağımızın insan üretimi çelişkilerinden doğan, gene insan iç sıkıntılarının oluşturduğu sorunla karşı karşıyayız. Bunlar öyle kolay aşılır şeyler midir? Aşıldığı zaman insan benliğide aşılmış olmaz mı? Peki insanın benliği aşılmalı mıdır? Biz evrensel bir güce sahip insandan söz ederken, insanın benliği yüzünden yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu savunanlar kadar, bu benliğiyle var olduğunu savunanlarda var. Bence iki görüşünde haklılık payı inkâr edilmemeli.

İnsanın benliğiyle geldiği durumu görerek değerlendirelim.

İnsan çoğaldıkça barınma ihtiyaçlarıda arttı. Daha önce bomboş olan arazilerde seyrek olarak alçak yapılar, daha sonra yeryüzü yetmezmiş gibi gökyüzünü de işgal ederek yüksek binalar yapan insanın sabrının azalmasını ne ile açıklamak mümkündür? Ne kara, ne deniz, ne hava, hiçbiri insana yetmiyor. Tüketmek üzere kurgulanmış sanki. Her yeri tüketiyor.

Ulaşımda üretilen taşıt kadar çok ve daha geniş oto yolları yaptı. Fakat bağnazlıkları aşamadığı için daha dar bakış açılı olmaktan kurtulamadı. Bunun uğruna kendi türünün kanını bile akıtmaktan çekinmeyen tek tür olduğu söylenebilir. Kurduğu sistemler bağnazlığı kutsallaştırdığı için dışına çıkması mümkün görünmüyor. Sistemleri kendisi kurmuş olmasına rağmen sistemin düzenini sağlamakla yükümlendirdiği, gene kendi türünün temsilcisi insanın buyurgan olmasına hiç ses çıkarmıyor. Ses çıkarmadığı (çıkarmak istese de çıkaramadığı) buyurganlar onları istediği gibi güdülendirebiliyorlar.

Kendilerine biçilen bir değer var. Adına “para” demişler. Onun yerini “hesap” denilen paranın asla görünmediği havada uçuşan “rakamlar” alıyor. Üretim ve hizmet sektörü diye ikiye ayırarak adlandırdıkları çalışma alanlarında, harcadıkları bedensel/zihinsel güç ve ömürlerinde tükenen zamanların karşılığı olarak kendilerine bunlardan belli miktarlarda veriliyor. Her geçen gün bu miktarlar karmaşık hesaplar sonucunda artıyor. Bunları gene onlara dönecek şekilde daha çok harcıyorlar. Sahip oldukları şey, her geçen gün insanlıklarından kaybettiklerinin yanında çok önemsiz sayılır. Üstüne üstlük kendilerine açılmış hesapta rakamlar büyüdükçe satın aldıkları şey nicelik olarakta azalmakta. Çünkü her şey hızla değişiyor. Her değişimin değeri çok fazla olduğu için hiç bir şeye yetişemiyor. Alın size bir mutsuzluk nedeni.

20.yy başında sanayi devrimiyle birlikte  toprak işçiliğinden fabrika işçiliğine geçen insan ilk olarak aile kurumunda büyük değişim yaşadı. Aile kurumu kalabalık bir gurubu çağrıştırırken değişimle birlikte anne baba ve çocuklarla sınırlanır oldu. Aileler küçüldükçe konutlar tam tersine büyüdü. Büyüyen konut aile içi iletişimsizliği getirdi. Herkes odasında kendi dünyasını yaşıyor. Teknolojide buna katkıda bulundu. Şimdi hiç kimse bir televizyona bağlı değil. Nerdeyse her evde çocuk sayısı kadar bilgisayar var. Cep telefonları başlı başına bir facia. Eski konutlara oranla şimdiki konutlarda çok araç gereç var. Ama kimsenin birbirini dinlemeye vakti yok. Nasıl olsun ki? Ona kendini her şeyin en üstünde tutma ve görme fikri aşılanıyor. Reklâmlardan tartışma programlarına kadar böyle bir fikir bombardımanıyla karşı karşıya kalan bu insan kendisinden önceki kuşaklardan daha eğitimli olmasına rağmen dar görüşlülükten ve bağnazlıktan kurtulmuş değil. Her konuda çok bilgisi var ama bu bilgiyi eşyanın ve olayların insanlar üzerindeki egemenliğini kıracak kadar kullanamamakta. Kısacası günümüzde her mahallede milyoner var, mahalleyi geçtim, koca kentlerde bile bilge kişi nerdeyse yok.


DEVAM EDECEK




Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi: 15.06.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder