30 Haziran 2011 Perşembe

İKİ HİKÂYENİN DİLİNDEN

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE

Bugün sizlere yorumsuz iki hikâye anlatacağım. İlkini yıllar önce sabah gazetesindeki köşesinde Çetin Altan’dan okumuştum. İkincisini e-posta ile sevgili kankardeşim Şenay Demircioğlu bir ay kadar önce göndermişti. Çetin Altan’dan okuduğum hikâyeyi ben yeniden yazmış olacağım. Konusu benim olmasa da anlatımı bana has bir hikâye olacak.

Hikâyemiz şöyle:

***

1. Hikâye

Başarılı ve zengin genç işadamı Şemsettin limuziniyle bir parkın önünden geçerken bankta oturan genç bir adamın hareketlerini yıllar öncesinde kalmış Rasim arkadaşına benzetir. Şoföre durmasını söyler. Limuzininden inip parka girer, banktaki adama yaklaşır. O adam arkadaşı Rasim’in ta kendisidir.

“Beni tanıdın mı?” der Rasim’e.

Rasim Şemsettin’e şöyle dikkatlice bir bakar. Kısacık bir an geçer üstünden ve Rasim’de Şemsettin’i tanır. Birbirlerine sarılıp kucaklaşırlar. Öyle ya, çocuklukları, ilk gençlikleri birlikte geçmiş; ilkokul, ortaokul ve lise öğrenimlerini bir sınıfta görmüşlerdi. Birbirlerini nasıl unutsunlar?

Uzatmayalım. İki eski arkadaş geçmişten, özlemden söz ettikten sonra şimdiki durumlarına gelirler. Şemsettin Rasim’e ne iş yaptığını sorar.

Rasim:

“İşsizsim, girdiğim bütün iş yerleri iflas etti. Ben iş tutayım dedim, az sermaye ile işi çeviremedim. Şimdi günlük işlerde amelelik yapıyorum.”

Rasim bu kez arkadaşına ne iş yaptığını sorar.

Şemsettin:

“Şansım açıkmış dostum, Allah’ta yürü ya kulum dedi. Hangi işe el atsam o iş değer kazanıyor. Borsada bütün şirketlerim en kârlı şirketlerin başında geliyor.”

Rasim arkadaşı adına sevinirken kendisinin şansızlığına üzülür. Bunun sonucu olarak bir an derin bir sessizlik olur.

Durumu fark eden Şemsettin arkadaşına;

“Artık üzülme, benim şirketlerimden birinde müdür olarak çalışırsın. Senle karşılaşmamız iyi oldu. Bu Pazar bir balo veriyorum. Bütün jet sosyete orda olacak. Sende gel. Hem ulaştığım zenginliği görürsün. Ertesi günde başarılı olacağına inandığın alanda iş yapan şirketlerimden birini seçer orda işe başlarsın.”  

Rasim’in boynu bir kere daha bükülür. Baloya gidecek takım elbisesi yoktur. Olacakları tahmin eden Şemsettin giderken Rasim’in cebine bir çek yaprağı bırakır. Üstünde yazılı olan rakam Rasim için servettir.

Efe’m konuyu uzattık kusura bakmayın.

Rasim Grand tuvalet Şemsettin’in malikânesine gider. Daha semtine girdiğinde şaşırır kalır. Sur gibi kalın duvarlı, belki yüz futbol sahası büyüklüğünde bahçesi olan dev gibi bir binadır malikâne. Kapıda isim listesiyle misafirleri kabul eden korumalar vardır. Rasim’in heyecandan dizleri titrer. Malikânenin balo salonuna alınır. Salon o kadar büyüktür ki nerdeyse üç futbol sahası içine sığar. Daha malikânenin semtine girişte şaşkınlıktan küçük dilini yutan Rasim yutmaya küçük dil bulamaz. Çok kalabalık bir davetli gurubu bir birine çarpmadan dolaşmaktadır. Bir köşede envai çeşitte yiyeceklerle donatılmış açık büfe vardır. Garson kızlar isteğe uygun içki dağıtmaktadırlar.

Bizim Rasim ne bulursa yiyip içerek salonda dolaşırken bir yandan da kulağına klasik batı müziği çalınır. Sesin geldiği yöne gider. Salonun bir köşesinde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası eşliğinde dünyanın iki meşhur tenoru Pavarotti ve Carusso sevimli, şirin şarkılar söylerler. Bir ara Pavarotti sahnedeyken Rasim Carusso’ya yaklaşır. Biraz kırık dökük İngilizcesiyle birazda işaretlerin yardımıyla Pavarotti’nin ne güzel şarkı söylediğini anlatır. Carusso’nun yüzü buruşur. Öküz sesi çıkartır. Yani Carusso Pavarotti için, ne güzeli canım, öküz gibi bağırıyor demek istemiştir. Biraz sonra Carusso ile Pavarotti yer değiştirirler. Rasim bu kez Pavarotti’ye gene  kırık dökük İngilizcesiyle ve gene işaretlerin yardımıyla Carusso’nun ne güzel şarkı söylediğini anlatır. Pavarotti’nin tepkisi Carusso’nunkinden farklı değildir. Onunda yüzü buruşur. O da öküz sesi çıkartır. Rasim kendi kendine “sanatçı kaprisi” diyerek oradan uzaklaşır.

Şemsettin bu esnada konuklarını ağırlamakla meşguldür. Bir ara iki eski arkadaş buluşurlar. Şemsettin arkadaşının gelmiş olmasına sevinir.

“Nasıl buldun malikânemi? Çok kocaman değil mi? Soğuk ve sıcak yemekleri beğendin mi? Salonun bir köşesini Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasına ayırdım. Onlar Pavarotti ve Carusso’ya da eşlik ediyorlar, dinledin mi ikisini?” diyerek soru yağmuruna tutar.

Rasim her şeyi çok beğendiğini, gördükleri karşısında küçük dilini yuttuğunu söyler. Pavarotti ve Carusso için ise;

“Öküz gibi bağırıyorlar”

Deyince, Şemsettin;

“Yahu onların biri Pavarotti, diğeri Carusso, dünyanın en ünlü tenorları. Nasıl öküz gibi bağırıyorlar dersin. Sen müzikten anlamıyorsun, belli” diyerek Rasim’e kızar.

Rasim; 

“Yok yok yanlış anlama, ben demiyorum, kendileri diyor.” Der.


 ***      

2. Hikâye

Bir inek, bir beygir, bir eşek, dağılıp insanların ne yaptıklarını öğrenmeye ve beş yıl sonra buluşmaya karar verdiler. Her biri başka yöne yola çıktılar.

Beş yıl sonra buluşma yerine önce inek ile beygir geldi. İkisi de perişan bir haldeydiler. İkisi de zayıflamış, dişleri dökülmüş, kamburları çıkmış, adeta çökmüşlerdi. 

Beygir sordu: “Nedir bu halin inek kardeş?..”

İnek iç çekerek anlattı: 

“Bu insanlar merhametsiz. Beni durmadan birbirlerine sattılar. Alan sütümü sağdı. Bir inek daha varmış, onu yanıma koyup çifte koştular, aç bıraktılar. Canımı zor kurtardım be kardeş...”

Sonra beygir anlattı: 

“Benim de ağzıma bir demir parçası geçirdiler, ağzımı açamadım. Üzerime bindiler. O indi öbürü bindi, o indi öbürü bindi... Binmedikleri zamanlar zincire vurdular... Belim çöküp de onları taşıyamaz bir hale geldiğimde arkama kocaman bir araba bağladılar, bu sefer birçoğunu birden taşımaya başladım. Ben onları taşıdıkça kırbaçladılar. Canımı zor kurtardım yahu inek kardeş...” 

Ve uzaktan eşek gözüktü.

Eşek; ıslık çala çala, taşlara tekme ata ata geldi. Mutluydu.

Şişmanlamıştı, tüyleri parlıyordu, gözlerinin içi gülüyordu, üzerinde lacivert takımlar vardı. 

İnek ile beygir, “Nedir bu halin, neler oldu” diye merakla sordular, eşek anlattı: 

“Bir memlekete vardım, birisi bağırdıkça insanlar onu alkışlıyordu.
Ben de yüksekçe bir yere çıkıp bağırdım. Benim bağırmamı bilirsiniz, duyan benim yanıma koştu, duyan koştu. Onlar geldikçe ben daha çok bağırdım...”

“Sonra?..” 

“Sonra beni bir yere seçtiler...” 
“Yani sen bir yerin başı mı oldun ?..” 

“Evet... Bir şey yapmama gerek kalmıyordu, ben bağırdıkça onlar ‘Memleket seninle gurur duyuyor’ diye alkışladılar. Yiyecek birçok şey vardı. Ben ise yedim ve bağırdım, yedim ve bağırdım...” 

“Pekiii... Senin eşek olduğunu anlamadılar mı?...”

Eşek yanıtladı: 
“Yarısı anladı, ama diğer yarısına anlatamadı...”




Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder