Osmanlı İmparatorluğu sanayi ve
ticarete dayanan bir ekonomik yapıyı ıskaladığı için Müslüman bir sermaye
sınıfının, buna bağlı olarak işçi sınıfının oluşmadığını görüyoruz. Ülkemizde
bu yüzden yaşantısı ve kültürüyle bir burjuvazi var olamamıştır. Küçük ölçekli el tezgâhları dışında ve belki
sermaye oluşumu olarak görülecek bir takım girişimci hareketide gayri
Müslimlerin elinde kalmıştır. Anadoluda da durum bundan farklı değildi. Dolayısıyla
ülkemizde sınıf mücadelesi ütopyadan öteye gitmemiştir. Daha önceki yazılarımda
zaman zaman bunun nedenlerine değinmiş, dilim döndüğünce açıklamıştım.
İmparatorluk dönemi doğu
toplumlarının genel yapısı bireysel bir zenginleşme ihtimaline yer vermiyor.
Çünkü başlıca üretim aracı olan toprağın mülkiyet hakkı, batı toplumlarının
aksine kişilere ait değildir. İlahi gücün temsilciliğine sahip kralların,
şeyhlerin veya şah ile padişahlarındır. Uzak doğuda da durum aynıdır. Onlar bu
toprağı kendilerine bağlılık, yararlılık gösterenlere bağışlarlardı. Rahmetli
Adnan Menderes’in dedeside, “devlet-i aliye”ye bağlılık ve yararlılık
gösterdiği için menderes ovasına padişahın bağışı sonucu sahip olmuştu. Aynı “ihsan-ı
şahane”ye “mazhar” olan Kavala’lı Mehmet Ali Paşa ise Mısır’a vali atanmış,
Mısırın toprak gelirlerinin vergilerine sahip olmuştu. Yalnız bu sahiplik iki
dudak arasındadır. Padişahlar isterse bütün verdiklerini geri alma hakkına
sahiplerdi.
Bu iki örnek bile zenginleşmenin
önündeki engeli açıkça göstermeye yeter sanırım. Bu tip bir ekonomi biçimine
Karl Marks “Asya Tipi Üretim Tarzı” der. Bugün gelinen noktada (ki sosyalist
hareketin gelişmiş sanayi ülkesi İngiltere’de gerçekleşeceği sanılırken tam
tersine, bilimsel düşüncenin yerine hurafelerin egemen olduğu, orta doğu
despotizminin hüküm sürdüğü Rusya’da, daha sonrada Çin’de gerçekleşmesi sonun
başlangıcını beraberinde getirmiş ve sol hareket güdük kalmıştır) Marksizm eski
itibarına sahip değildir. Çünkü yaygın eğitim, bilişim teknolojileri ve otomasyon
kas gücünü önemsiz hale düşürmüş, farklı ve başka sınıfların doğmasına yol
açmıştır. Bu arada olan işsizlikle boğuşan kas gücüne, yani emeğe olmuştur. Bugün
çalışan her kesim kendini kas gücüyle çalışanla aynı tutuyor. Bunun için
kendilerine emekçi demeyi uygun görüyorlar. Bir emek verdikleri doğru ama
harcadıkları emeklerinin sonucunda kas gücü değildir. Emek gücü yalın bir
şeydir. Sadece kasa dayanır. Diğerleri başka bir tanıma muhtaçtır. Her ne kadar
sermayedarın işliğinde çalışıyor olsa bile durum budur. Üstelik bugün işlik
tanımıda değişmiştir. İşlik eviniz, yatak odanız, mutfağınız, tatil beldeniz,
kısaca artık her yerdir. Hem zaman kavramıda yoktur. Gecenin bir vakti şirketin
verdiği telefonla aranabilirsiniz. Hastayken bile sizden internet yoluyla işle
ilgili raporlar isteyebilirler.
Söz konusu ettiğim kas gücüyle
çalışan kesim yakın bir gelecekte eski yunanda olduğu gibi yurttaşlığını bile
kaybedeceğinden işsiz ve aç bir köle olarak kalacağından korkuyorum. Çünkü giderek
yaklaşmakta olan tehlike odur. Sosyal devlet ilkesi bile bu kitlelere cevap
vermekte güçlük çekecektir.
Buraya nasıl gelindiğinin, hemen
hemen herkesin bildiği bir hikâyesi var. Bu hikâyeyi incelemek başka bir
yazının konusu olabilir. Doğu toplumlarındaki sınıf bilincini konu edindiğim bu
yazıda ülkemiz insanının sınıflar arası geçişinin kolaylığını vurgulamak isterim.
Bu geçiş kendi sınıfını unutacak
kadar kolaydır. Bunun sonucunda kendi kas gücüyle çalışanların kendi sınıfına karşı
duyarsız kaldığını görüyoruz.
Yılmaz Özdil “1 Mayıs filan...” isimli yazısında mizahın
gücüyle bunu çok güzel vurgulamış.
İşte birkaç alıntı
“Hazindir ama, böyledir. İşçide olmadığı gibi, toplumda da
sınıf bilinci olmadığı için, kimsenin derdi kimseyi germez. O nedenle, trenler
grev yaptı, ahalimiz makinisti raylarda tekmeledi, yürüsene ulan şerefsiz
diye... Doktor eylemine eczacı katılmaz, öğretmen gösterisi velileri ırgalamaz.
Emekliler miting yapsa...
Çocukları bile gelmez.
Çiftçiler güya gövde gösterisi yaptı, anca sürükleye sürükleye getirdikleri inekler vardı.”
Emekliler miting yapsa...
Çocukları bile gelmez.
Çiftçiler güya gövde gösterisi yaptı, anca sürükleye sürükleye getirdikleri inekler vardı.”
“Buna mukabil...
İsmi lazım değil, bi holdingin siyo’sunu tanıyorum, sol koluna Che Guevara dövmesi yaptırdı. Ve, hiç unutmam, türkü bara gitmiştim, yoldaş ayağına yatan şarkıcı, Nâzım Hikmet’ten, Cem Karaca’dan okuyor, karlı kayın ormanı, kardeşlerrr emekçilerrr filan, hemen arka masamdakiler bağıra bağıra eşlik ediyor, döndüm baktım...
Sanayi odası başkanı!”
İsmi lazım değil, bi holdingin siyo’sunu tanıyorum, sol koluna Che Guevara dövmesi yaptırdı. Ve, hiç unutmam, türkü bara gitmiştim, yoldaş ayağına yatan şarkıcı, Nâzım Hikmet’ten, Cem Karaca’dan okuyor, karlı kayın ormanı, kardeşlerrr emekçilerrr filan, hemen arka masamdakiler bağıra bağıra eşlik ediyor, döndüm baktım...
Sanayi odası başkanı!”
“Velhasılıkelam...
Tam yazıyı bağlıyordum ki, kendilerine “Antikapitalist Müslüman Gençler”
adını veren çarşaflı grup, devrimin şanlı yolunda gıyabi cenaze namazı kıldıktan sonra “İnşallah sosyalizm gelecek” pankartıyla yürümeye başladı.
Tam yazıyı bağlıyordum ki, kendilerine “Antikapitalist Müslüman Gençler”
adını veren çarşaflı grup, devrimin şanlı yolunda gıyabi cenaze namazı kıldıktan sonra “İnşallah sosyalizm gelecek” pankartıyla yürümeye başladı.
TOBB da Marks&Spencer sponsorluğunda Marx’a mevlüt
okuttu muydu, tamamdır bu iş.”
okuttu muydu, tamamdır bu iş.”
Son söz olarak söylemek gerekirse dünün “Asya Tipi Üretim
Tarzı”nın sonuçları bugün toplanıyor.
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com
Yayın Tarihi: 04.05.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder