6 Mayıs 2012 Pazar

1 MAYIS’IN ARDINDAN


Osmanlı İmparatorluğu sanayi ve ticarete dayanan bir ekonomik yapıyı ıskaladığı için Müslüman bir sermaye sınıfının, buna bağlı olarak işçi sınıfının oluşmadığını görüyoruz. Ülkemizde bu yüzden yaşantısı ve kültürüyle bir burjuvazi var olamamıştır.  Küçük ölçekli el tezgâhları dışında ve belki sermaye oluşumu olarak görülecek bir takım girişimci hareketide gayri Müslimlerin elinde kalmıştır. Anadoluda da durum bundan farklı değildi. Dolayısıyla ülkemizde sınıf mücadelesi ütopyadan öteye gitmemiştir. Daha önceki yazılarımda zaman zaman bunun nedenlerine değinmiş, dilim döndüğünce açıklamıştım.

İmparatorluk dönemi doğu toplumlarının genel yapısı bireysel bir zenginleşme ihtimaline yer vermiyor. Çünkü başlıca üretim aracı olan toprağın mülkiyet hakkı, batı toplumlarının aksine kişilere ait değildir. İlahi gücün temsilciliğine sahip kralların, şeyhlerin veya şah ile padişahlarındır. Uzak doğuda da durum aynıdır. Onlar bu toprağı kendilerine bağlılık, yararlılık gösterenlere bağışlarlardı. Rahmetli Adnan Menderes’in dedeside, “devlet-i aliye”ye bağlılık ve yararlılık gösterdiği için menderes ovasına padişahın bağışı sonucu sahip olmuştu. Aynı “ihsan-ı şahane”ye “mazhar” olan Kavala’lı Mehmet Ali Paşa ise Mısır’a vali atanmış, Mısırın toprak gelirlerinin vergilerine sahip olmuştu. Yalnız bu sahiplik iki dudak arasındadır. Padişahlar isterse bütün verdiklerini geri alma hakkına sahiplerdi.

Bu iki örnek bile zenginleşmenin önündeki engeli açıkça göstermeye yeter sanırım. Bu tip bir ekonomi biçimine Karl Marks “Asya Tipi Üretim Tarzı” der. Bugün gelinen noktada (ki sosyalist hareketin gelişmiş sanayi ülkesi İngiltere’de gerçekleşeceği sanılırken tam tersine, bilimsel düşüncenin yerine hurafelerin egemen olduğu, orta doğu despotizminin hüküm sürdüğü Rusya’da, daha sonrada Çin’de gerçekleşmesi sonun başlangıcını beraberinde getirmiş ve sol hareket güdük kalmıştır) Marksizm eski itibarına sahip değildir. Çünkü yaygın eğitim, bilişim teknolojileri ve otomasyon kas gücünü önemsiz hale düşürmüş, farklı ve başka sınıfların doğmasına yol açmıştır. Bu arada olan işsizlikle boğuşan kas gücüne, yani emeğe olmuştur. Bugün çalışan her kesim kendini kas gücüyle çalışanla aynı tutuyor. Bunun için kendilerine emekçi demeyi uygun görüyorlar. Bir emek verdikleri doğru ama harcadıkları emeklerinin sonucunda kas gücü değildir. Emek gücü yalın bir şeydir. Sadece kasa dayanır. Diğerleri başka bir tanıma muhtaçtır. Her ne kadar sermayedarın işliğinde çalışıyor olsa bile durum budur. Üstelik bugün işlik tanımıda değişmiştir. İşlik eviniz, yatak odanız, mutfağınız, tatil beldeniz, kısaca artık her yerdir. Hem zaman kavramıda yoktur. Gecenin bir vakti şirketin verdiği telefonla aranabilirsiniz. Hastayken bile sizden internet yoluyla işle ilgili raporlar isteyebilirler.

Söz konusu ettiğim kas gücüyle çalışan kesim yakın bir gelecekte eski yunanda olduğu gibi yurttaşlığını bile kaybedeceğinden işsiz ve aç bir köle olarak kalacağından korkuyorum. Çünkü giderek yaklaşmakta olan tehlike odur. Sosyal devlet ilkesi bile bu kitlelere cevap vermekte güçlük çekecektir.

Buraya nasıl gelindiğinin, hemen hemen herkesin bildiği bir hikâyesi var. Bu hikâyeyi incelemek başka bir yazının konusu olabilir. Doğu toplumlarındaki sınıf bilincini konu edindiğim bu yazıda ülkemiz insanının sınıflar arası geçişinin kolaylığını vurgulamak isterim.
Bu geçiş kendi sınıfını unutacak kadar kolaydır. Bunun sonucunda kendi kas gücüyle çalışanların kendi sınıfına karşı duyarsız kaldığını görüyoruz.

Yılmaz Özdil “1 Mayıs filan...” isimli yazısında mizahın gücüyle bunu çok güzel vurgulamış.

İşte birkaç alıntı

“Hazindir ama, böyledir. İşçide olmadığı gibi, toplumda da sınıf bilinci olmadığı için, kimsenin derdi kimseyi germez. O nedenle, trenler grev yaptı, ahalimiz makinisti raylarda tekmeledi, yürüsene ulan şerefsiz diye... Doktor eylemine eczacı katılmaz, öğretmen gösterisi velileri ırgalamaz.
Emekliler miting yapsa...
Çocukları bile gelmez.
Çiftçiler güya gövde gösterisi yaptı, anca sürükleye sürükleye getirdikleri inekler vardı.”

“Buna mukabil...
İsmi lazım değil, bi holdingin siyo’sunu tanıyorum, sol koluna Che Guevara dövmesi yaptırdı. Ve, hiç unutmam, türkü bara gitmiştim, yoldaş ayağına yatan şarkıcı, Nâzım Hikmet’ten, Cem Karaca’dan okuyor, karlı kayın ormanı, kardeşlerrr emekçilerrr filan, hemen arka masamdakiler bağıra bağıra eşlik ediyor, döndüm baktım...
Sanayi odası başkanı!”

“Velhasılıkelam...
Tam yazıyı bağlıyordum ki, kendilerine “Antikapitalist Müslüman Gençler”
adını veren çarşaflı grup, devrimin şanlı yolunda gıyabi cenaze namazı kıldıktan sonra “İnşallah sosyalizm gelecek” pankartıyla yürümeye başladı.

TOBB da Marks&Spencer sponsorluğunda Marx’a mevlüt
okuttu muydu, tamamdır bu iş.”

Son söz olarak söylemek gerekirse dünün “Asya Tipi Üretim Tarzı”nın sonuçları bugün toplanıyor.



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

Yayın Tarihi: 04.05.2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder