16 Kasım 2009 Pazartesi

“BİZİM PARTİMİZİ KÖTÜ YAZMA ABİ”


ÇİZGİ-YORUMUYLA COŞKUN GÖLE


        Dini programların birinde; kendisini alçak gönüllülüğü, sabırlı oluşu, konulara hakimiyeti ve anlaşılır dille sohbeti nedeniyle takdir ettiğim ve sevdiğim bir ilahiyatçı olan Mustafa Karataş iktidar olma süreci olarak anlattığı sürecin arkasından ahlaklı idarecilerin gelmesi gerektiğini belirtmişti. İktidar sürecinin ne kadar Makyavelist bir süreç olduğunu belki de bilmeden söylemiş oldu. Yani iktidar olma yolunda yapılan her şey mübahtır. Sonrasında ahlaklı yöneticileri istemek bence olacak şey değil. İlk önce ahlaklı yöneticiler iktidara hakim olmazsa sonradan hiç olamazlar. O zamana kadar halkın, makyavelist idarecileri göre göre bozulan ahlak yapısıyla iyi niyetli idarecilerin yapacakları şeyleri anlamalarını beklemek hayal olur. Üstelik şiddetli bir dirençle karşılaşılır.



         Örnek vermemi ister misiniz?
         Peki öyleyse alın size okkalı iki örnek


         Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek siyaseten yıprandığı halde yerel seçimlerde büyük pazarlıklar sonucunda aday olma şansını yakaladı ve tekrar seçildi. Ne olursa olsun (bu dönemin sonunda 20 yıl Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapmış olacak) ille de en uzun süreli başkan olma Türkiye şampiyonluğunu kazandı. Olağan hallerde bırakın seçilmeyi o makam için aday bile olmaması gerekirdi.

         İkinci örneğimiz kentimizden. Oda 15 yıl başkanlık yapan Aziz Duran’dır. Alt Geçit faciasıyla en azından kentin içine tüküren bir başkan olarak belki yaptığı 3-5 güzel şeyi de unutturdu. Diğer olumsuzlukları anlatarak konuyu uzatmak istemiyorum. Geçenlerde gazetemiz yazarlarından sevgili büyüğüm Hüseyin Komite beyefendinin bu konudaki yazdıkları ile varit bir duruma rağmen aday gösterilmeyi çok bekledi. Gösterilmedi fakat ödüllendirildi. Önce belediyeler birliği başkanlığına getirildiğini duymuştum, geçenlerde Melih Gökçek’in yardımcısı olduğu haberlerini okudum.

         Yandaşlara ulufe dağıtma alışkanlığını her partide görmek mümkün. En makyavelist, en ideal kıyıcı tavır budur. Ahlakı yok etmek isterseniz önce buradan başladığınızda amacınıza ulaşırsınız.

         İki gün önce mahalle bakkalıma ekmek almaya gittim. Adı bende saklı bir fırının ekmek kamyonu yolu kapatmış akülü aracımla bakkala giremedim. Sonunda yarı şaka yarı ciddi söylenerek arabayı oradan çektirdim. Bakkal sahibi arkadaşım, ekmek getiren fırının işçilerine gazetede köşe yazarı olduğumu söyleyince işçilerden biri hemen “AKP için kötü şey yazma abi” dedi. Bunun üzerine tek suçları alıştıkları camiye gitmek olan mahallemden 9, toplamda 25 kişinin ölmesine neden olan alt geçidin ön çalışmasını yapmadan alt geçidi yapanları, yani Aziz Duran’ı örnek gösterdim. Buna rağmen mi yazmayayım diye sordum. Söyleyecek söz bulamadılar.

         Hatırlarsanız Mehmet Baloğlu’nun ağzından da CHP’lileri darıltmıştım. Kimse kusuruma bakmasın, ben takım tutar gibi fanatik taraftar tutumuyla partili olamam. Oy zamanı oyumu zamanın şartına göre veririm, sonrada yerel ve ülke genelinde halkın alacağı hizmete bakarım. Ülkemin gururunu yücelten her hareketi kimden gelirse gelsin alkışlarım, kim hoşa gitmeyen bir durum yaparsa onu da yererim. Sadece yermek hoş bir şey değil, bildiğim yol varsa öneride de bulunurum. Ülke çıkarları ve insana hizmetin gereği bu tutumu benimsiyorum. Benim ölçüm budur.

         O fırın işçileri gibi karşı cenahtan arkadaşlarımda CHP hakkında kötü yazı yazmamamı söylüyorlar.

         Bir şeyleri saklayarak, görmeyerek doğruya ulaşılmaz ki.. depremin hemen ertesinde kentimizin kapalı spor salonunda yapılan 32. gün programında izleyicilerden birinin ısrarlı sorularına sinirlenen milletvekili aday adayının elindeki telsiz mikrofonu izleyiciye fırlatıp atmasını nasıl görmeyeyim? Genel başkan ve çevresindekilerin Salı günleri gurup toplantıları yapmaları ve sonrasında genel başkanın o toplantıdaki konuşmanın dışında bir şey yapmamalarını içime sindiremiyorum.

         Ben ki çevremde herkese iktidara gidecek 5 oyunuz varsa en azından birini muhalefete verin diyen bir kişiyim. Benim düşünceme göre iktidarların meclis içinde denetlenmeleri muhalefetle olur. Muhalefetin eksik olduğu yerde devreye başka güçler girer. İktidarların ben yaptım oldu düşüncesinde olmamaları için (bunu Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve Sayıştay gibi kurumlar da engeller) bu şart. Bizim gibi doğu toplumlarında rakibini yok saymaya eğilimli ezici çoğunlukla tek başına iktidar olanların, önüne ancak bu geçer. Unutulmasın ki hiçbir iktidar ihtilalci hükümet kuramaz. Seçimle gelen toplumun her kesimiyle uzlaşma zemini aramak zorundadır. Gene unutulmasın ki muhalefet de sadece laf üretmekle ülkenin gelişmesine katkıda bulunamaz. Sivil toplum kurumları ile temas halinde olarak, karşıt tezleri dile getirip seçenek sunmadan yapılan muhalefet ikna edici olmaz.

         Ben her iki tarafı da bunu görmediğim her durumda eleştirerek maalesef üzeceğim.
         NOT: Bugünkü yazımın konusuna uygun bir karikatür ekledim. Bu karikatür benim sevgili kardeşim Coşkun Göle’nin eseridir. İstanbul Siyasal Bilgiler Fakültesinde okurken çeşitli dergilerde karikatürleri yayınlandı. Daha sonra iş hayatına atılınca karikatürle profesyonel ilişkisi zorunlu olarak kesildi. Kendine çizmeyi hiç bırakmadı. İş dünyasının şu krizi ve emekliliği onun karikatürle tekrar yoğunlaşmasında önemli rol oynuyor. Bu arada çeşitli karikatür yarışmalarına katılıyor. Geçen sene dünya olimpiyat komitesinin düzenlediği “Flairplay” konulu uluslar arası yarışmada birincilik aldı. Bana çok düşkündür. Bu yüzden tekerlekli sandalyeleriyle basket oynayan özürlülerin maçında lastiği patlayan bir oyuncunun patlayan lastiğini başka bir özürlü oyuncunun tamir edişini çizmişti. Kendisi benim her zaman gurur kaynağımdır. Bundan sonra yazılarıma karikatürleriyle zaman zaman renk katacak.



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder