28 Aralık 2010 Salı

ESKİDEN GARDIROP ATATÜRKÇÜLERİ VARDI 1 ve 2


ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE

Geçen hafta büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü olur olmaz biçimde anlatan yazarları vererek 1970’lerde Atatürkçülüğü şeklen alıp fikrini es geçenlerle bugünkü Atatürk karşıtlarının bir farkının olmadığını göstermeye çalıştığım iki bölümlük bu başlıktaki yazının ikinci bölümünü, atamıza söylenen sözleri ben söylüyormuşum düşüncesinin doğacağı çekincesiyle, yazı kurulumuz yayınlamama kararı almıştı. Bugün o iki yazıyı birleştirip, sözü geçen yazarların kendi gazetelerinde açıkça yazdıkları bazı aşırı sözleri eleyerek sizlere tekrar sunuyorum.

Gardırop Atatürkçüleri kavramını dilimize rahmetli Bülent Ecevit kazandırmıştı. CHP’nin ortanın solunu temsil ettiğini belirterek yeni bir politika uygulayınca daha sağda yer alan birkaç gurup CHP’li 1969 ve 1971 yılları arasında istifasıyla kurulan parti ve onun başkanı rahmetli Turhan Feyzioğlu’na ve ondan sonra gelen benzer düşüncedeki kişilere söylenmiş bir sözdü. Askeri darbelere karşı çıkan Bülent Ecevit’e karşılık bu görüşteki parti askeri iktidara bakan vermiş, daha sonra içlerinden birinin başbakan seçilmesini onaylamıştı.

Gardırop Atatürkçülüğün tarif şöyle: Sadece kravat, papyon takmayı, batılılar gibi giyinmeyi Atatürkçülük sayan kişilere Gardırop Atatürkçüsü denir. Gardrop Atatürkçüleri, batılıların giysilerine, yaşantılarına özenirler, ama batıdaki gibi gerçek çok partili, çoğulcu özgürlükçü demokrasiye, söz, düşünce ve örgütlenme özgürlüğüne, bilime, tekniğe, çağdaş kurumlara karşıdırlar. Ayrıca tam bağımsızlıkta pek önemli değildir onlar için. Eee Atatürkçülükten geriye ne kalır o zaman? Tabiî ki koskoca bir hiç.. bugünkü liberal aydınlarında AB ve ABD eksenli bağımlılığını karşılıklı bağımlılık adıyla önemsizleştirmesi bu hiçliğin bana kalırsa görüntüsüdür.

Sözün burasında bir ara verelim. İzniniz olursa bu konuyla ilgisiz gibi duran bir konuya girelim. Kaynağını 13 haziran 2003 tarihli Vakit gazetesi olarak doğrulattığım bir yazıya yer vermek istiyorum. Bugüne uyarlanarak internetten ileti ile bana yollanan böyle bir yazının bu gazetede yayınlanması da ayrıca ilginç.

Aşağıda okuyacağınız yazının kaynağını ararken kısaltılmış adı CFR olan iki konuya rastladım. Biri deniz ve nehir taşımacılığının şartnamesi, diğeri yazımızı ilgilendiren konuydu.

CFR ne demekti, CFR’nin amacı neydi aşağıya alıntı yaptığım yazıdan örneklerle görelim önce:

***

CFR, 21 Temmuz 1921’de New York’ta kuruldu. Kuruluşunda Yahudi kökenli Walter Lippmann’ın önemli rolü oldu. 2. Dünya Savaşı’nda çok önemli bir rol oynadı. Foreign Affairs adlı ünlü dergi bu örgütün yayın organıdır. Bu dergi vasıtasıyla dünya kamuoyu üzerinde bir politik yönlendirme yapmaya çalışmaktadır. Görünüşte CFR’nin çalışmalarının pek gizli olmadığı ileri sürülür. Gerçekte ise son derece gizli çalışmaktadır.

CFR’nin açık okunuşu “Council of Foreign Relations” yani “Dış İlişkiler Komitesi”dir. Gizli Dünya Devleti’nin en önemli organlarından biridir.

Soros Vakfı vasıtasıyla dünya ülkelerinin geleceği için Gizli Dünya Devleti’ne hizmet edecek yöneticiler yetiştirmeye çalışan Yahudi kökenli George Soros ABD’nin CFR üyesi ünlülerinin başında gelir. CFR’nin Türkiye’den de üyeleri mevcuttur.

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de adımlarını atarken, küresel çete, başından beri olduğu gibi, sadece AKP’yle yetinmedi. CHP, MHP ve SP içindeki kollarınıda güçlendirdi. Ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel operasyonları ELİTLER eliyle yönetti. BASIN YAYIN ve ÜNİVERSİTELER’de darbeleri CFR yaptı. Aydınların ve yöneticilerin bu kadar rahatlıkla gözüken ülke tasfiyesindeki çabalarının nedeni CFR işgalidir.

Bunlara muhalefet edecek olanları Kanada’da beslenen hahamların ve benzerlerinin ‘iddialarıyla’ hapise tıkdırdı. TSK’yı önce NATO’yla zehirledi, ardından diğer CFR uzantılarıyla sızma operasyonuna tabii tuttu.

Şimdi ‘YEPYENİ’ bir anayasa yolda!

CFR federasyon anayasası istiyor! Vazgeçilmezi ‘başkanlık sistemi’

CFR, gizli ve açık örgütleriyle üzerinde çalıştığı, ‘İstanbul merkezli yakın Doğu federasyonu’ ve ‘Diyarbakır merkezli Ortadoğu federasyonu’ operasyonunda adım adım ilerliyor.

Birkaç ay sonra, 2011’de Türkiye daha sıkışık bir gündemle yaşayacaktır.

‘Zaman daralıyor’ …

Bunlar ‘boş laf’ olarak niteleyenler 2011 de olacaklara hazır olsunlar. İsteyenler yaşamlarını uyuyarak geçirsinler.

Günlük yaşamınızda yakın çevrenizi dışlayarak, kişisel kârlar peşine düşerek, sizlere sunulan Televizyon Lunaparkının eğlencesi içine düşerek, sıkıştığınızda bankalara güvenerek (ki ben bu borçlanmanın çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Farkındaysanız kredi kartlarının kullanımı düştü fakat şişen borçları yeniden yapılandırma adı altında daha uzun zamana yayarak, daha çok borçlanma demek olan kredi ile borç ödeme dönemi başladı) asıl önemli olanı son günlerini yaşadığınız Cumhuriyet değerlerini sonsuz korumacı güç olarak sanarak uyurken; toplumsal tepki hakkınızı rahatınızı bozmasın diye kullanmazsanız CFR kapınıza zararlıdır mührünü kazıdığında uyanmak bir işinize yaramayacaktır.

***

Yazının CFR ile ilgili bölümü böyle sona eriyordu. Aynı yazı günümüzde özgürlükler adı altında ilkesizliği ilke edinen Ahmet Altan’ın yazdıkları üstüne yazarın kendi düşüncesini katarak devem ediyordu. Asıl sıkıntı bundan sonra başladığı için kimi yerde (...) işaretleriyle yazıya sansür koyacağım.

***

Ahmet Altan’ın 4 Kasım 2010 tarihli Taraf gazetesindeki “CHP” başlıklı yazısından bir bölüm:

“2010 yılında ‘Atatürk ilke ve inkılaplarına’ bağlı bir parti Türkiye’de hayatiyetini sürdürebilir mi? / Bence, kendini ‘Atatürk ilkeleriyle’ tarif eden hiçbir partinin yaşama şansı yok. /

(…)

Altan’ın bu satırlarını okurken, 6 yıl önce yazdığım bir yazıyı hatırladım.

“Mustafa Kemal, Mustafa Kemal’e karşı!” diye bir yazı...

Yeri gelmişken biraz kısaltarak yeniden ‘tedavüle’ sokmak isterim:

Farklı durumlarda –hatta bazen aynı durumda- birbiriyle yüzde yüz çelişen tavırlar almış bir siyasetçiyi ideolog olarak kabul edemeyiz. Pragmatizm başlı başına bir ideolojiyse, tamam. Değilse, Kemalizm de ideoloji değildir. Mustafa Kemal’in filanca tavrını, icraatını, inkılâbını benimsediğinizi söyleyebilirsiniz, ama kendi kendinizle çelişmeyi göze almadan “Ben Kemalist’im” diyemezsiniz.

Nedir Kemalizm?

(…)

Kemalizm’i laik bir ideoloji olarak görüyorsanız, Reis-i Cumhur Mustafa Kemal’in Elmalılı Hamdi Yazır’a Kur’an tefsiri yazdırmasını ve devlete bağlı bir diyanet işleri başkanlığı kurdurmasını nasıl izah ediyorsunuz?

(…)

Bir görüşe göre ‘Mustafa Kemal ne yaptıysa Anadolu topraklarını kaybetmeyelim diye yaptı; yeri geldi Batı’ya meydan okudu, yeri geldi Batı’ya taviz verdi; tavırları çelişkili de olsa aynı amaca matuftu, dolayısıyla bir tutarlılıktan söz edilebilir.’ Meseleye bu zaviyeden bakıldığında, Kemalizmin pragmatizmden başka bir şey ifade etmediği, bir ideoloji veya doktrin olmadığı, Anadolu topraklarını korumaya matuf konjonktürel manevralardan meydana geldiği, hatta konjonktüre göre manevra yapmayı ‘ilkeleştirdiği’ görülecektir.

Öyle ise, “Mustafa Kemal’in yolu”nu takip edenler, yeri ve zamanı geldiğinde –ki çoktan gelmiştir-, “Ülkemizin selameti için Mustafa Kemal’i aşmalıyız” diyebilmelidirler. (Gerçek Hayat, 7 Mayıs 2004)

***

Bu yazıyı okuduktan sonra CFR’lere dönmeye gerek var mı? Eskiden Gardırop Atatürkçüleri ABD darbecileri ve Sovyetçiler vardı, şimdi ABD lehine çalışan CFR’ciler ve Sorosçular var. Şimdi daha çetrefilli, daha zorlu sorunlarla boğuşuyoruz. En baştada Atatürk hakkında olur olmaz sözler söyleyerek akılları dumura uğratıyorlar. Dumura uğrayan aklın ülke yararına bir şey düşünmesi engellenmiş, böylelikle bir devleti oluşturan sebeplerin ortadan kalkması sağlanmış olur.

Bu sorunlar gündem oluşturmak için oluşturulmuş sorunlardır. Sorunlar bir taraftan giderek derinleştiyse sorunun ciddiyetinden değil, siyasetçilerin basiretsizliğinden ciddileşmiştir. Baş örtüsüde böyle bir konu. Bakın Gardırop Atatürkçülüğü deyimini siyasi söylemimize kazandıran Bülent Ecevit 1980 sonrasında nasıl anlatıyor.

Ecevit’in 27 Aralık 1981 tarihli mektubu “Başörtüsü konusu” başlığını taşıyor:

“Arayış hâlâ elime geçmediği için son sayıda bu konuya değinildi mi, bilmiyorum. Değinilmediyse bence hiç değinilmesin.
Başörtüsü ile uğraşmanın gereksiz olduğuna inanıyorum. Gardırop Atatürkçülüğünün tipik bir örneği... Zaten ondan da dönüş yapacaklardır.
Olsa olsa Atatürkçülüğün başörtü yasaklanarak kanıtlanamayacağı belirtilebilir.
Atatürk’ün irticaa karşın da büyük güvence olan- partisi kapatılmış, vasiyeti çiğnenmiş, yeni bir ulusal kültür oluşuma katkı için kurduğu kurumlar ortadan kaldırılıyor. Atatürk’ün her türlü dogmacılıktan uzak bilimci yaklaşımı bırakılıyor; tüm bunların günahı, başörtü yasaklamakla örtülemez.
Kaldı ki bazılarının farkında olmadığı bir gerçek var: Atatürk kadınların kılığına kıyafetine hiç karışmamıştır. O konuda hiç yasa çıkarmamış, herhangi bir zorlamaya da gitmemiştir. Özendirme yoluyla ve zamana, gelişmeye bırakarak bu sorunun çözümünü daha uygun bulmuştur. Bu da sanırım Atatürk’ün kadınlara karışmayı Türk gelenekleri açısından uygun görmemiş olmasındandır.
Kadınlara her hakkı ve özgürlüğü tanımıştır, her olanağı sağlamıştır, ama ne giyeceklerine müdahale etmemiştir.
Kaldı ki, başörtüsü ile ilgili bir sorun varsa, bu sorunu başörtüsünde değil (…) Bu konularda devlet dine saygı ile çağdaş bilimsel yaklaşımı daha çok bağdaştırıcı bir yol izlese, böyle bir sorun ya kendiliğinden sona erer ya da sakıncasız boyutlara iner.”

İşte Gardırop Atatürkçüleri bunu görmezler. Sorun çok daha büyük ve çok daha tehlikeliyken başörtüsüne takılmak başka türlü açıklanamaz (keşke yazıyı hiç bölmeden verebilseydim. O zaman asıl gerçek daha iyi anlaşılırdı. Ne yapalım ki yerel gazete olmanın kaderi bu. Bizde elimizdekiyle yetinerek son noktayı koyalım).

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 24.12.10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder