12 Aralık 2010 Pazar

ÖZGÜRLÜĞÜMÜZÜN YENİ SLOGANI; 2

Arife günü başbakan tarafından açıklanıp, bayramın ilk günü gazete başlıklarında “Tarihi af” nitelemesiyle verilen haberle ilgili yapılan yorumlara kaldığımız yerden devam edelim.

Mustafa Mutlu yazısında bu konuda birde bilgi aktarmıştı. O bilgide şöyle:

“Türkiye’de bugüne kadar tam 30 kez vergi affı yasası çıkarıldı. Şimdi 31’incisi yolda!
Rekor 7 afla İsmet İnönü’de... Onu 3’er afla Süleyman Demirel, Bülend Ulusu, Bülent Ecevit ve Turgut Özal izliyor.
Ortalama 2,8 yılda bir kez vergi affı çıkarılan ülkemizde iktidar olup da vergi affı ilan etmeyen tek parti ise Demokrat Parti...
Adnan Menderes ve arkadaşları 22 Mayıs 1950 ile 27 Mayıs 1960 arasında süren 10 yıllık iktidarlarında bir kez bile buna başvurmamış...”

Kimin haklı olduğunu bana sormayın ben konunun başka yönüyle ilgiliyim. Sonunda bunu sizlere verebilmenin çabası içindeyim. Bütün dikkatimi buraya yönelttim. Kaldı ki siz kimin haklı olduğunu çok iyi biliyorsunuz.

Cep telefonundan bilgisayara kadar her türlü haberleşme ağıyla donatılmış görünen kişilerin her an ne yaptığından haberi olan, vatandaşlık numarasıyla o kişilerin her şeyini bilen, mobese kameralarıyla cadde ve sokakları (alış veriş merkezleri, toplu taşıma yerleri v.b yerleri de katarsanız izlenmedik yer kalmaz) izleyen devlet (devlet burada hükümetlerdir) bunlardan habersiz olamaz.

Akşam Gazetesinden Hüsnü Mahalli’nin belirlemeleri bu konuda ne demek istediğimi daha açık ortaya koyacaktır.

“Haberlere bakılırsa devlete bağlı kurumlar resmi olarak 70 bin kadar kişiyi dinlemektedir. Şimdi bir düşünün o vatandaşlardan biri sizisiniz ve siz yılda 10.000 kadar kişiyle telefonla görüşüyorsunuz. Bu durumda devlet sizin telefonunuz üzerinden 1.000 kişiyi daha dinlemiş oluyor. Böylece 70.000 kişiyi dinleyen devlet aslında 70 milyonu dinlemiş oluyor. Ev, işyeri ve benzeri yerlerde yerleştirilen kameralar işin cabası...
Bir de ‘özel’ kurum ve kişilerin yasal olmayan yollarla yaptığı dinleme ve gözetlemeler. Bu dinleme ve gözetlemeleri yapanlar sizin tüm konuşma ve görüntülerinizi kaydediyor, istediği şekilde montajlıyor ve gerektiğinde sizin ses ve görüntü analizlerini yaparak yeni ses ve görüntüler ekleyebiliyor ya da çıkarabiliyor.

İşin daha vahim olan tarafı sizi gözetleyen ya da dinleyenler sizin telefonlarınızı ya da bilgisayarınızı kullanarak sizin adınıza başkalarına mesaj gönderebilir ya da yazışabilir.

Gelelim cadde, sokak, işyeri ve konutların girişlerinde yerleştirilen bildik kameralara. Onlar da sizin dışarıdaki tüm hareketlerinizi gözetliyor.
Peki kredi kartlarına ne demeli? Bu kartları bir vesileyle takip edenler sizin ne zaman nerelere gittiğinizi, neler yaptığınızı hatta neler satın aldığınızı ve neler yiyip içtiğinizi bilecekler.

Dünyada durum Türkiye’den farklı değil.Ya da tersi ile söyleyelim; Türkiye’deki durum diğer ülkelerdeki durumdan pek farklı değil.
Ancak işin bir de global boyutu var. Örneğin internet denilen ‘büyük mucize’... Yazışmalarınız, haberleşmeleriniz ve bu mucize ile yaptığınız her şey iç ve dış devlet ve kurumlar tarafından takip edilebilir.
Örneğin ABD’de Savunma Bakanlığı’na bağlı US.Cyber Comand. adıyla bir kurum var. Bu kurum istediğinde dünyanın dört bir yanındaki haberleşmeleri izleyebilmektedir. Aynı kurum Google, Facebook ve benzeri sosyal paylaşım ortamları üzerinde yapılan tüm bilgilenme, yazışma ve konuşmaları da gözetlemekte ve böylece bu araçları kullanan insanlarla ilgili özel bilgi arşivi oluşturmaktadır. ABD’li kurum bu görevini yaparken kendisine bağlı ve dünyanın dört bir yanında yerleştirdiği 7 milyon bilgisayardan yararlanmaktadır. ABD gerektiğinde tepemizde dolaşan casus uyduları da devreye sokmaktadır.

Hüsnü mahalli’nin yazısına biraz ara vererek yeni bir haberden söz etmek istiyorum. Amerika 22 kasımda yeni bir casus uydusunu dünyanın yörüngesine yerleştirmek üzere fırlattı. Bu uyduyla internette kamera açanı izleyebilecek. İzlediği kişinin yediği yemeğini, iç çamaşırlarını isterse görecek.

İskoçyalı George Orwell 1948’de yazdığı 1984 adlı romanında tamda böyle bir konuyu anlatmıştı. 1988 yılında okuduğum, uzak görüşlülüğün romanı olan bu kitap yazıldığı zamanlarda olması imkânsız bir hayaldi. 2010 yılı için ise gerçekleşebilecek bir olgudur.

Hüsnü Mahalli’nin yazısını bitirelim..

“ABD’nin yaptığını diğer süper devletler de yapar, yapıyor.
Kişi ve kurumlar tüm bu dinleme ve gözetlemelere karşı önlem aldıkça karşı taraf da kendi teknolojilerini geliştirerek görevini sürdürüyor.
Sonra da birileri çıkıp bizlere demokrasi ve insan haklarından söz ediyor. Oysa demokrasi ‘insanın temel haklarına saygı göstermeyi’ gerektirmektedir.

Yukarıda özetlemeye çalıştığım yapılanmalarla insanların büyük bölümünü gözetleyen ve dinleyen ve dinlenmesine göz yuman ülkeler hiçbir zaman demokratik olamaz.

Çünkü bu demokrasinin ve daha önemlisi insanlığın hiçbir kriterine sığmamaktadır.”

Böyle bir dünyada vergi nasıl kaçar? Vergi kaçırandan veya ödemeyenden habersiz bir devlet olabilir mi? Birilerinin bu duruma göz yumduğu muhakkak. Sonunda alınamaz duruma gelen borçları alabilmek için af çıkartılır tabii. Kurtarmak gibi, müflis tüccar mantığı egemen olunca devletin yapacağı başka bir şey kalmaz.

Özgürleştiği söylenen bireyin aslında daha çok denetlendiği ve izlendiği bir çağa hızla sürükleniyoruz. Giderek nefes alışımız bile sayılır duruma gelirse şaşırmamalı. Hava alanlarında ve bazı toplu yerlerde üst baş kontrolü cihazlarla yapılıyor. Amerika onu geliştirmiş, insanları çıplak gösteren kameralar eklemiş. Buna rağmen polisler elle kontrolde yapıyor. Bir Amerikalı buna “kalçama dokunma” diyerek şiddetle karşı koyunca bu bir eylemin adı oldu biliyor musunuz? Özgürlüklerimizin korunması için kimsenin kalçamıza dokunmaması şart. Artık ÖZGÜRLÜĞÜMÜZÜN YENİ SLOGANI; “KALÇAMA DOKUNMA” olmalıdır.

BİTTİ

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 01.12.10



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder