Kitabında 1923'ten günümüze, belgeler ve gizli yazışmalar eşliğinde Türkiye Cumhuriyeti’nin yıpratılarak bölünmesi üzerine yapılan dış çabaları irdeleyen Prof. Dr. Sonyel, belgeye nasıl ulaştığını şöyle açıkladı: ‘Ben İngiliz arşivlerini didik didik etmiş bir tarihçiyim. İngiltere Dışişleri Bakanlığı Arşivi’ndeki yüzlerce dosyanın hemen hemen tümünü inceledim. Söz konusu belgenin fotokopisini çekmedim ama notlarım arasına almıştım. Devrik Padişah Vahdettin’in ölüm tarihinin bu istihbaratın verildiği tarihten önce olması ilginç bir nokta. Belki de önceden konuşmuş olabilirler. Ayrıca raporda yazılanların tamamıyle doğru olup olmadığını da bilemeyiz. Ben bir tarihçi olarak sadece belgeyi koydum.’
Konuyla ilgili diğer tarihçilerin görüşleri ise şöyle:
Yrd. Doç. Dr. Orhan Çekiç (Tarihçi-Yazar): Vahdettin ölene kadar Mustafa Kemal’in ölmesini ve rejimin değişme ihtimalini hep güttü. Kendisini bu amaçla Türkiye’den ziyaret edenlere maddi yardımlar da yaptığını biliyoruz. Bazı kesimlerin ‘hanedanın yurt dışına çıktıktan sonra hiçbir şekilde Cumhuriyet aleyhine faaliyette bulunmadığı’ yönünde iddiaları vardır. Bu iddialar tamamen mesnetsizdir. Hanedan mensupları, tekrar padişahlığın dönmesi için her türlü faaliyette bulundular. 1938’inde Mart ayında Ankara’da Atatürk’ü öldüreceklerdi. Türk devleti, 30 Mart 1938’de Atatürk’ün hasta olduğunu ilk kez resmi olarak açıklayınca bu suikasttan vazgeçildi.
Bunun kaynağı İngiliz arşivleridir ve oraya giren kişi de yine Prof. Salahi R. Sonyel’dir. Hanedan mensuplarının İngiltere’de yaşayan kolu, 1937’de İngiltere Dışişleri Bakanlığı’na yazılı başvuruda bulunarak ‘Bize 100 bin pound yardım edin. Bu suikastı biz düzenleyelim. Mustafa Kemal’i ortadan kaldırırsak, rejim çöker, tekrar padişahlık gelir. Taht sırası da Vahdettin’in kolundan devam eder’ dedi. Bunu söyleyen Vahdettin’in oğlu Şehzade Burhanettin’dir. İngilizler kendi aralarında olayı tartıştılar. Ankara'daki Büyükelçi Sir Loraine’e sordular. Loraine onlara, ‘Sakın ha muhatap bile almayın, çünkü bu olay duyulursa Türkiye’yi kaybederiz. Burada rejim oturmuştur. Karizmatik liderdir. Bu laik düzen değişmez’ diye uyarıyor. İngiltere bunun üzerine olaylı teklifi kapatıyor. Bu olay Vahdettin öldükten 11 yıl sonra bile hanedanın, Mustafa Kemal’i ortadan kaldırmayı planlandığını gösteriyor. Bu nedenle Vahdettin’in Irak’ta Kürtleri toplayıp Cumhuriyeti yıkmak için bir girişimde bulunmuş olma ihtimaline şaşırmam.”
O zamanın süper gücü İngiltere durumu böyle özetlemiş. Öte yandanda şeyh Sait olayına göz yummuştur. Şimdi bütün bu olanları yazan gazeteye bakar mısınız? Sabahtan beklenir davranış olmadığı konusunda birleşiyor muyuz?
Neyse.. haberin sonunuda görelim.
“Mustafa Armağan (Tarihçi-Yazar): Abdülhamid’in torunu Abdülkerim Efendi’nin Çin Türkistanı’nda Türkler’e yeni bir devlet kurmak için bir çaba gösterdiğini biliyorum. Diğer hanedan üyeleri arasında bu tür ilişkilere bulaşmış kişileri gösteremiyoruz. İstihbarat raporlarının doğruyu yansıttığını söylememiz mümkün değildir. Düzmece belge de üretirler. Fransızlar güya ‘12 Eylül 1919’da Vahdettin İngilizlerle gizli bir anlaşma yaptı’ diye sahte bir belge de üretmişlerdir. Bunun sahte bir belge olduğunu da yine Salahi R.Sonyel ortaya çıkarmıştır. Tabii insani duyguları da düşünürsek, bir insanı bir işten atsalar haksızlığa uğradığını düşünebilir. Kendisini işten atanlara iyi hisler beslemeyebilir. Şeyh Sait isyanında Abdülhamid’in oğlunun Kürdistan sultanı yapılması gibi bir düşünce Şeyh Sait çevresinde oluşmuştur. Bir Peyanname’de Selim Efendi’nin ismi geçiyor. Dolayısıyla bir takım yerlerde bu tip şeyler düşünülmüştür. Ancak o isimlerin, o işlerin içinde olduğunu ispatlamak için başka güçlü karineler gerekir.”
İşin doğrusunu yanlışını ortaya çıkaracak değilim. Böylede bir gücüm yok maalesef. Onu tarihçilere bırakalım. Benim demem o ki; sabah gazetesi bu haberle beni çok şaşırttı. Çünkü o cenahın söyleyeceği sözler bunlar değil. Çünkü onlar kimi padişahları ermiş mertebesine çıkartıyorlar. Oysa iktidar ermişliği kaldırmaz. Her iktidarda ararsanız ne kusurlar bulursunuz. İktidarın devamı için bazı kusurların devamıda şart olabilir. Oysa ermişlik kusurdan arınma çabasını gerektirir. Kusurlu olmaya devam ederseniz ermiş olamazsınız. Ben cumhuriyeti sevdiğim kadar Osmanlıyıda severim. Çünkü onlar benim atalarım. Ama ben atalarıma tapmam. Taparcasına sevenlerin bunları söylemediklerine çok şahit oldum. Şaşkınlığım bundandır.
***
Geçen cumartesi gecesi “Tarihin Arka Odası” programında Sultan Vahideddin’in torunu Hanzade Özbaş; Murat Bardakçı, Erhan Afyoncu ve Pelin Batu’nun sorularını cevaplandırdı.
Özbaş, “Dedeniz hain miydi?” sorusuna cevabı şöyle oldu:
“Dedem hain değildi. Ben, ilkokulda dedemin hain olduğu yazıları okumak zorunda kaldım. Öğretmen, okuma sırası bana geldiğinde tam o satırları bana okutuyor. ‘Benim dedem hain değildi’ deyip sınıftan çıkıp gitmişim. Ortaokulda tekrar aynı hakarete maruz kaldım. Tarihten ikmale kaldım bu yüzden. Lise sonda tarih hocam beni çok hoş tuttu, o bana çok sevdirdi tarihi. Orada da tarihten kaldım. Çalışmadım. Dedemin ‘hain’ olduğunu okuyarak nasıl o derse çalışırım. Sultan Vahideddin’in hain olmadığını çok iyi biliyorum.”
Özbaş, Cumhuriyete bakışıyla ilgili bir soruyu da şöyle yanıtladı:
“Ben Cumhuriyette doğdum ve Türk okullarında okudum. Hep memleketimde bulundum. Dolayısıyla ben Cumhuriyetin dışında bir şey yaşamadım. Cumhuriyete de, Türk Cumhuriyetine de uygun bir hanım olduğumu düşünüyorum. Ben hep çalıştım, kızlarımı da eğittim. Ben hep Cumhuriyet çocuğuyum, Osmanlı’dan gelmek benim için bir bonus.”
***
Geçtiğimiz hafta çok konuşulan “Wikileaks” sitesinin açıkladığı dosyalar nedeniyle sizlere aktardığım “İngiliz belgesindeki şok iddia” yazı dizisini Osmanlı hanedanlığının Türkiye’de yaşayan torununun sözleriyle bitirmesek olmazdı. Yukarıdaki satırları onun için aktardım.
Bir kere daha vurgularsak “Wikileaks” çağın hızına uygun bir habercilik yapmıştır. “Wikileaksin” verdiği haberlerle, kişilerin kendi aralarında konuştuklarını olduğu gibi aktarması yüzünden herkes birbirine düştü. Kimilerine göre zaten istenen buydu. Kimilerine göre ise artık hiçbir şeyin kapalı kapılar ardında kalamıyacağının, dolayısıyla internetle gelen yeni özgürlük dalgasının bir işaretiydi. İki tarafında göz ardı edilmemesi, ama konununda fazla abartılmaması gerektiğini düşünüyorum. Wikileaks önceside bu tür belgeler açıklanırdı. Bir farkla; tarihte rolü biten aktörler ya politika, yada hayat sahnesinden çekildikten sonra bu olurdu. Çılgın bir bilgi erişim hızına erişilen dünyada bununda olmaması mümkün değildi. Politika bildiği yollardan artık ayrılmak zorunda. Burada gözetilmesi gereken çok ince bir çizgi var: Güçlü devlet veya devletlerinin olur olmaz yer, zaman ve biçimde gücünü kullanmasından dolayı utandırılması için açıklanan belge ve insan hayatını tehlikeye atılacağı düşünülmeden açıklanan belge. Bu ikisi birbirinden kesin olarak ayrılmalıdır. İnternet ortamında bu alanın iç içe olması tartışılacak konudur.
BİTTİ
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder