Dünyada gelişmenin sağlandığı yerlere bakın orda çalışmanın kutsallaştırıldığını görürsünüz. Gelişme; kazanmak ve vergi vermekle devlet dediğimiz en büyük toplumsal organizasyonun sağlanmasının sonucudur. Daha köylülüğe bile ulaşamamış toplumlarda devlet idareye el koyanların baskı aracı olmaktan öteye gidemez. Orta doğunun en önemli devlet kurma geleneğine sahip İranlılardan ve Osmanlılardan başka devlet olabilmiş topluluklar bulamazsınız. Bu gün İslam ülkelerinde ki yaşanan isyanların sonucuna bakarsanız dediklerimi bütün açıklığıyla görürsünüz. Devlet olabilen toplumlar, gelişmelere ayak uydurarak ve demokrasi ile çalışmayı başararak sağlam temeller üzerinde dururlar. Buradan birini çekip alırsanız devletin devamlılığı sona erer. Bugün orta doğu ve kuzey Afrika devletlerinde olan budur. Orda çalışma hayatı yok mu derseniz, elbette var derim. Ama bir farkla; çok sınırlı konuların ve geleneksel mesleklerin dışında bir çalışma hayatı yoktur. Hele üretim hiç yoktur. Böyle toplumların insanları çalışmayı sevmez. Ülkemiz Atatürk döneminden sonra sekteye uğrayan kalkınma hamlelerine 1960 sonrasında tekrar önem verip sanayi yatırımları yapınca o boş insanlar işçileşti. İşçi olunca disipline uymak zorunda kalan insanlarımız uçsuz bucaksız bozkırlardan edindikleri sonsuzluk ve boşluk duygusunu unuttular. Artık günler uzak dağlara bakarak ıslık çalmakla geçmez. Fabrikanın istediği sayıda üretim yapmak mecburiyetindedirler. Hele bu özel sektörde çok daha sıkı denetlenip uygulandığı için işçi kafasına buyruk davranamaz.
Her yerde ve her devirde sistemin dışında kalanlar olur. Bu devirlerde sistemin dışında kalanlar çalışmayı pek sevmezler. Çalışmayı bir sonraki güne veya günlere ertelerler. O bir sonraki gün bir türlü gelmek bilmez. İçlerinde çalışmayı bırakın, çalışmayı düşünmemiş olana bile rastlarsınız.
Aşağıya alıntıladığım hikayeyi babamdan dinlemiştim. Rahmetli babam biraz daha farklı anlatıyordu. Sonuç aynı. Düzeltmeme hiç gerek yok! Olduğu gibi veriyorum.
*** ***
Yabancı bir turist, Ege’nin bir kıyı ilçesinde çok güzel bir hasır koltuk görmüş.
Yapanı sormuş.
- Dükkânı yok mudur, demiş.
- Vardır ama pek oturmaz, demişler.
- Nerede bulabilirim?
- Ya balık avlıyordur ya da çınarın dibinde yatıyordur.
Meraklı turist, adamı gerçekten çınarın dibinde tatlı tatlı kestirirken bulmuş.
- Bu koltukları siz mi yapıyorsunuz, diye sormuş.
- Ben yapıyorum.
- Bunlar harika dostum, bana on dolara satar mısınız?
- Neden satmayayım? Satarım.
- Bunları kaç günde yaparsınız?
- Üç günde.
- Üç günde on dolar çok az. Ben sizin yerinizde olsam birkaç çırak alırım. Günde
bir koltuk yaparım. Ayda otuz koltuk yani 300 dolar eder. Bu kazancımla bir iş yeri
açar, işi daha da büyütürüm. Üretim günde 10 koltuğa, 20 koltuğa, aylık gelir de 3000
ya da 6000 dolara yükselir.
- Peki sonra, demiş bizim uykucu...
- Sonrası var mı? Zengin olur, yan gelir yatarsın...
Dostumuz:
- Peki ya ben şimdi ne yapıyorum, demiş.
Ben, bu fıkrayı çeşitli yerlerde, çeşitli insanlara anlattım. Tepki hep aynı oldu.
Adamın cevabına bayıldılar...
Yan gelip yatmak merakındayız çoğumuz. Onlar, durmadan çalışmak meraklısı,
bizse yan gelip yatmak. Canını dişine takıp fazla çalışma yapıp marklarını istif eden
Almanya’daki işçilerimizin çoğu bile bunu, yurda döndüğü zaman yan gelip yatmak
hayaliyle yapıyor. Hiç çalışmamak olanağına kavuşmak için bir süre yoğun çalışmaya
razı oluyor.
Biz, çalışmak için çalışmanın tadını almadıkça, uyuşukluğun övgüsünü açıkça
olmasa bile için için sürdüreceğe benzeriz...
Haldun TANER
*** ***
İşte Haldun Taner’in kaleme aldığı hikaye.. Haldun Taner yorumunu da eklemiş. Yorumunda da son derece haklı..
Bir arkadaşımın iş yerine işçi alınacaktı. Başvurularda işçi adayları ilk olarak hafta sonu ve yıllık tatilini soruyordu. Başvuruyu yapanlardan iş tecrübesi olmayanların böyle konulara daha çok önem verdiklerini gördüm. Oysa iş hayatının başlangıcı olarak sayacağımız 25-35 yaş arası iş tecrübesi ve çevre edinilecek yaşlardır. 35-45 yaş arası verimlilik gelir. Böylelikle ustalığın meyveleri toplanır. Bugün yüksek okul okuyan gençlere bakın hepsi işlerinin hazır olduğunu, kendisinin okul sonrası kapışılacağını sanır. Okul bitince çırılçıplak gerçeklik tokat gibi yüzlerine vurur. Bunların içinde doğuştan şanslı, gerçekten yetenekli, babadan nüfuslu olanları saymıyorum. Sözüm büyük çoğunluk içindir. Elbette eğitim sisteminin yetersizliğide, elbette artan nüfus oranında istihdam kapasitelerinin artmamasıda önemli. Gelip gelip her şeyi buna bağlamak ne kadar doğru olur, açıkçası kuşkuluyum.
Bu arada küçük esnaf zihniyetli, kurumlaşamamış işyeri sahiplerinede bu konuda sözüm var. İş ilanlarına bakın, mübareklerin çalıştırmak üzere işçi değil posası çıkarılmak üzere köle aradıklarını fark edersiniz. “Esnek iş saatlerinde çalışabilecek, her işi yapabilecek yetenekte ve araba ehliyeti olan prezentabl (–iyi görünümlü, iyi sunan- demek olan bu İngilizce kelimenin anlamını iş sahipleri biliyorlar mı acaba?) eleman alınacaktır” şeklinde yazılmış eleman arama ilanlarını gazetelerde sıklıkla okumuşsunuzdur. Bu ilanı okuyunca “esnek çalışma saatleri” cümlesi benim dikkatimi çeker. Bu; sabah 07:00’den başlayan, akşam 23:00’e kadar uzayan iş saati demektir. Bu da işin en başında, gençlerin çalışma isteklerini kıracak bir sebeptir.
Sonuç olarak iş hayatı; dingin ve durgun hayatımızın mekânında, yani aile barınağımız evlerimizde istenilen rahatlığa ulaşmayı sağlar. Bunu simgesel olarak “eve bir ekmek götürmek” “ekmek parası kazanmak” olarak özetlemişiz. Bizim bütün amacımız bu değil midir zaten? Dışarıda yorulup evde dinlenmekte diyebiliriz buna. Armut pişip ağzımıza düşmediğine göre “Yan Gelip Yatmak-İş Sevmez”lik, yarını düşünmezliktir.
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com