28 Şubat 2011 Pazartesi

YAN GELİP YATMAK-İŞ SEVMEZLİK

Dünyada gelişmenin sağlandığı yerlere bakın orda çalışmanın kutsallaştırıldığını görürsünüz. Gelişme; kazanmak ve vergi vermekle devlet dediğimiz en büyük toplumsal organizasyonun sağlanmasının sonucudur. Daha köylülüğe bile ulaşamamış toplumlarda devlet idareye el koyanların baskı aracı olmaktan öteye gidemez. Orta doğunun en önemli devlet kurma geleneğine sahip İranlılardan ve Osmanlılardan başka devlet olabilmiş topluluklar bulamazsınız. Bu gün İslam ülkelerinde ki yaşanan isyanların sonucuna bakarsanız dediklerimi bütün açıklığıyla görürsünüz. Devlet olabilen toplumlar, gelişmelere ayak uydurarak ve demokrasi ile çalışmayı başararak sağlam temeller üzerinde dururlar. Buradan birini çekip alırsanız devletin devamlılığı sona erer. Bugün orta doğu ve kuzey Afrika devletlerinde olan budur. Orda çalışma hayatı yok mu derseniz, elbette var derim. Ama bir farkla; çok sınırlı konuların ve geleneksel mesleklerin dışında bir çalışma hayatı yoktur. Hele üretim hiç yoktur. Böyle toplumların insanları çalışmayı sevmez. Ülkemiz Atatürk döneminden sonra sekteye uğrayan kalkınma hamlelerine 1960 sonrasında tekrar önem verip sanayi yatırımları yapınca o boş insanlar işçileşti. İşçi olunca disipline uymak zorunda kalan insanlarımız uçsuz bucaksız bozkırlardan edindikleri sonsuzluk ve boşluk duygusunu unuttular. Artık günler uzak dağlara bakarak ıslık çalmakla geçmez. Fabrikanın istediği sayıda üretim yapmak mecburiyetindedirler. Hele bu özel sektörde çok daha sıkı denetlenip uygulandığı için işçi kafasına buyruk davranamaz.

Her yerde ve her devirde sistemin dışında kalanlar olur. Bu devirlerde sistemin dışında kalanlar çalışmayı pek sevmezler. Çalışmayı bir sonraki güne veya günlere ertelerler. O bir sonraki gün bir türlü gelmek bilmez. İçlerinde çalışmayı bırakın, çalışmayı düşünmemiş olana bile rastlarsınız.

Aşağıya alıntıladığım hikayeyi babamdan dinlemiştim. Rahmetli babam biraz daha farklı anlatıyordu. Sonuç aynı. Düzeltmeme hiç gerek yok! Olduğu gibi veriyorum.

*** ***

Yabancı bir turist, Ege’nin bir kıyı ilçesinde çok güzel bir hasır koltuk görmüş.

Yapanı sormuş.

- Dükkânı yok mudur, demiş.

- Vardır ama pek oturmaz, demişler.

- Nerede bulabilirim?

- Ya balık avlıyordur ya da çınarın dibinde yatıyordur.

Meraklı turist, adamı gerçekten çınarın dibinde tatlı tatlı kestirirken bulmuş.

- Bu koltukları siz mi yapıyorsunuz, diye sormuş.

- Ben yapıyorum.

- Bunlar harika dostum, bana on dolara satar mısınız?

- Neden satmayayım? Satarım.

- Bunları kaç günde yaparsınız?

- Üç günde.

- Üç günde on dolar çok az. Ben sizin yerinizde olsam birkaç çırak alırım. Günde

bir koltuk yaparım. Ayda otuz koltuk yani 300 dolar eder. Bu kazancımla bir iş yeri

açar, işi daha da büyütürüm. Üretim günde 10 koltuğa, 20 koltuğa, aylık gelir de 3000

ya da 6000 dolara yükselir.

- Peki sonra, demiş bizim uykucu...

- Sonrası var mı? Zengin olur, yan gelir yatarsın...

Dostumuz:

- Peki ya ben şimdi ne yapıyorum, demiş.

...

Ben, bu fıkrayı çeşitli yerlerde, çeşitli insanlara anlattım. Tepki hep aynı oldu.

Adamın cevabına bayıldılar...

Yan gelip yatmak merakındayız çoğumuz. Onlar, durmadan çalışmak meraklısı,

bizse yan gelip yatmak. Canını dişine takıp fazla çalışma yapıp marklarını istif eden

Almanya’daki işçilerimizin çoğu bile bunu, yurda döndüğü zaman yan gelip yatmak

hayaliyle yapıyor. Hiç çalışmamak olanağına kavuşmak için bir süre yoğun çalışmaya

razı oluyor.

Biz, çalışmak için çalışmanın tadını almadıkça, uyuşukluğun övgüsünü açıkça

olmasa bile için için sürdüreceğe benzeriz...

Haldun TANER

*** ***

İşte Haldun Taner’in kaleme aldığı hikaye.. Haldun Taner yorumunu da eklemiş. Yorumunda da son derece haklı..

Bir arkadaşımın iş yerine işçi alınacaktı. Başvurularda işçi adayları ilk olarak hafta sonu ve yıllık tatilini soruyordu. Başvuruyu yapanlardan iş tecrübesi olmayanların böyle konulara daha çok önem verdiklerini gördüm. Oysa iş hayatının başlangıcı olarak sayacağımız 25-35 yaş arası iş tecrübesi ve çevre edinilecek yaşlardır. 35-45 yaş arası verimlilik gelir. Böylelikle ustalığın meyveleri toplanır. Bugün yüksek okul okuyan gençlere bakın hepsi işlerinin hazır olduğunu, kendisinin okul sonrası kapışılacağını sanır. Okul bitince çırılçıplak gerçeklik tokat gibi yüzlerine vurur. Bunların içinde doğuştan şanslı, gerçekten yetenekli, babadan nüfuslu olanları saymıyorum. Sözüm büyük çoğunluk içindir. Elbette eğitim sisteminin yetersizliğide, elbette artan nüfus oranında istihdam kapasitelerinin artmamasıda önemli. Gelip gelip her şeyi buna bağlamak ne kadar doğru olur, açıkçası kuşkuluyum.

Bu arada küçük esnaf zihniyetli, kurumlaşamamış işyeri sahiplerinede bu konuda sözüm var. İş ilanlarına bakın, mübareklerin çalıştırmak üzere işçi değil posası çıkarılmak üzere köle aradıklarını fark edersiniz. “Esnek iş saatlerinde çalışabilecek, her işi yapabilecek yetenekte ve araba ehliyeti olan prezentabl (–iyi görünümlü, iyi sunan- demek olan bu İngilizce kelimenin anlamını iş sahipleri biliyorlar mı acaba?) eleman alınacaktır” şeklinde yazılmış eleman arama ilanlarını gazetelerde sıklıkla okumuşsunuzdur. Bu ilanı okuyunca “esnek çalışma saatleri” cümlesi benim dikkatimi çeker. Bu; sabah 07:00’den başlayan, akşam 23:00’e kadar uzayan iş saati demektir. Bu da işin en başında, gençlerin çalışma isteklerini kıracak bir sebeptir.

Sonuç olarak iş hayatı; dingin ve durgun hayatımızın mekânında, yani aile barınağımız evlerimizde istenilen rahatlığa ulaşmayı sağlar. Bunu simgesel olarak “eve bir ekmek götürmek” “ekmek parası kazanmak” olarak özetlemişiz. Bizim bütün amacımız bu değil midir zaten? Dışarıda yorulup evde dinlenmekte diyebiliriz buna. Armut pişip ağzımıza düşmediğine göre “Yan Gelip Yatmak-İş Sevmez”lik, yarını düşünmezliktir.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 28.02.2011

27 Şubat 2011 Pazar

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 75


Merhaba sevgili okurlar. Adam olmak nasıl bir şeydir? Her işin üstesinden gelmek, yada gelebilmek midir? Nedir adam olmak? Koca koca insanlar görürüz adam gibi davranmazlar. Küçük bir çocuğun yaşından beklenmeyen olgunlukla davrandığını görünce de adam gibi çocuk deriz. Yani şu iki şey insanın adam olmasını sağlar.

1: Her işin üstesinden gelebilme bilgi ve becerisine sahip olmak.

2: Yargı ve hüküm verebilecek olgunlukta olmak.

Aşağıya alıntıladığım ilk şiir bunu çok güzel anlatıyor. Dikkatle okumanızı öneririm.

Bugünde sizlere yabancı şairlerden yapılmış çeviri şiirler seçtim. Seçerken de kolay anlaşılmalarına özen gösterdim. Kolay anlaşılmak kadar önemli olanda şiirin güzel olmasıydı.

Beğenir misiniz bilemem ama, ben beğendiğim için bu şiirleri sizlere sunuyorum.

Bugün şiirlerini okuyacağınız şairler; Rudyard Kipling, Luis Aragon ve Pablo Neruda dünyanın isimlerini çok iyi bildiği şairlerdir. Bir döneme damgalarını vurmuşlardır. Şiirler çeviri şiirleri olmasına rağmen okuduğunuzda ne kadar haklı bir şöhret olduklarını anlayacaksınız. Her şair yazdığı dilde çevrildiği dilden daha büyüktür. Birde böyle düşünün, o zaman ne dediğimi daha iyi anlarsınız.

...

ADAM OLMAK


Çevrende herkes şaşırsa bunu da senden bilse

Sen aklı başında kalabilirsen eğer

Herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır

Hem kendine güvenebilirsen eğer,

Bekleyebilirsen usanmadan

Yalanla karşılık vermezsen yalana,

Kendini evliya sanmadan

Kin tutmayabilirsen kin tutana,

Döküp ortaya varını yoğunu

Bir yazı turada yitirsen bile

Yitirdiklerini dolamaksızın dile

Baştan tutabilirsen yolunu

Yüreğine, sinirine dayan diyecek

Direncinden başka şeyin kalmasa da

Herkesin bırakıp gittiği noktada

Sen dayanabilirsen tek,

Düşlere kapılmadan düş kurabilir

Yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer,

Ne kazandım diye sevinir, ne yıkıldım diye yerinir,

İkisine de vermeyebilirsen değer

Söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz

Kandırabilir diye safları dert edinmezsen

Ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz,

Koyulabilirsen işe yeniden,

Herkesle düşüp kalkar erdemli kalabilirsen,

Unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken

Dost da düşman da incitemezse seni

Ne küçümser ne de büyütürsen çevreni

Her saatin her dakikasına

Emeğini katarsan hakçasına

Her şeyiyle dünya önüne serilir

Üstelik oğlum adam oldun demektir.

Rudyard KIPLING

* * *


MUTLU AŞK YOK Kİ DÜNYADA

Aslında hiçbir şey kâr değil insana

Ne gücü ne zayıf yanları ne de yüreği

Gölgesi bir haç gölgesidir kollarını açsa

Ve kırar göğsüne bastırırken sevdiği şeyi

Tuhaf bir ayrılıktır hayatı kapkara

Mutlu aşk yok ki dünyada

Hani giydirilmiş erler bir başka yazgıya

İşte o silahsız askerlere benzer hayatı

Sabahları o yazgı için uyanmış olsalar da

Tükenmiştirler ve kararsızdırlar akşamları

Söyle yavrum şu sözleri ve sakın ağlama

Mutlu aşk yok ki dünyada

Güzel aşkım tatlı aşkım çıbanım derdim

Yaralı bir kuş gibi taşırım seni şuramda

Ve görmeden bakanlar şu halimize bizim

Süzdüğüm sözleri söylerler benden sonra

Ve her şey der demez ölür iri gözlerin uğruna

Mutlu aşk yok ki dünyada

Yaşamayı öğrenmek bizimçin geçti çoktan

Ağlasın gece içinde kalplerimiz yan yana

En küçük şarkıyı mutsuzluktur kurtaran

Her ürperiş borçlu baştan bir hayıflanmaya

Ve her kitar havası beslenir hıçkırıkla

Mutlu aşk yok ki dünyada

Acılara batmamış bir aşk söyle bana

Yıkmamış kıymamış olsun bir aşk söyle

Bir aşk söyle sarartıp soldurmamış ama

İnan ki senden artık değil yurt sevgisi de

Bir aşk yok ki paydos demiş gözyaşlarına

Mutlu aşk yok ki dünyada

Ama şu aşk ikimizin öyle de olsa

Luis Aragon

* * *

BU GECE EN HÜZÜNLÜ ŞİİRİ YAZABİLİRİM

Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim

Şöyle diyebilirim: gece yıldızla dolu

Ve yıldızlar, masmavi titreşiyor uzakta

Şakıyarak dönüyor gökte gece rüzgarı.

Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim

Sevdim ben onu, o da beni sevdi bir ara.

Kollarıma aldım bu gece gibi kaç gece

Kaç defa öptüm onu sonsuz göğün altında

Sevdi beni o ben de bir ara onu sevdim

O durgun, iri gözler sevilmez miydi ama

Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim.

Yokluğunu düşünüp, yitmesine yanmakla

Duyup geceyi, onsuz daha engin geceyi.

Ota düşen çiğ gibi, düşmekle şiir cana

Ne gelir elden, sevgim onu tutamadıysa.

Gece yıldız içinde, o yoldaş değil bana

Hepsi bu. Uzaklarda şarkı söylüyor biri.

Yüreğim dayanmıyor yitmesine kolayca

Gözlerim arar onu, yaklaştırmak ister gibi

Yüreğim arar onu, o yoldaş değil bana

Artık sevmiyorum ya nasıl, nasıl sevmiştim

Sesim arar rüzgarı ulaşmak için ona

Ellere yar olur. Öpmemden önceki gibi.

O ses, ışıl ışıl ten ve sonsuz bakışlarla

Artık sevmiyorum ya severim belki yine

Ne uzundur unutuş ah ne kısadır sevda

Böyle gecelerde kollarıma aldım çünkü

Yüreğim dayanmıyor yitmesine kolayca

Belki bana verdiği son acıdır bu acı

Belki son şiirdir bu yazdığım şiir ona

Pablo Neruda

(Türkçeye çeviren: Sait Maden)

*** *** ***

Sırada benim şiirlerim var. Bugün sizlere kendi yazdığım üç adet şiir seçtim. Şiirlerin içinde kullandığım sembollere dikkat çekmek istiyorum. Basit bir aşk temasını daha güçlü anlatmanın yolunun bu olduğunu düşündüğüm bir andı ve bu şiirler ortaya çıktı.

...

63

Sevgiler,

Yürekte kanayan yara mıdır?

Coşkun akan ırmak mı?

Bulma sevinci mi kaybetme korkusu mu?

Kıyamet yalnızlığı mı, mahşer kalabalığı mı?

Bilmiyorum, hiç bilemedim.

Aydın Göle

28 haziran 2003

***

64

Damarlarımda yürüyen kan

Ağaçlarda, köklerden dal uçlarına dek su

Sensin!...

Derimi yırtıp çıkacak gibisin

Nerdesin diye sormuyorum

Sen gittiğim her yerdesin

Aldığım nefessin

Gördüğüm her şeysin

Bir damla seni damlatıyorum,

baktığım her şeye, canlanıyorlar.

Denizde balık

Havada uçan kuş

Senden bir bakış alırsa

Şımarıyorlar

Aydın Göle

28 haziran 2003

***

65

Susadım ölüm hasreti var dilimde

Irmakları içsem kanamam

Uçarsam bir defa bedenden

Ağaç dalına da konamam

Beni tutan sensin bu dünyada

Yoksa bağlasalar duramam

Asmalarda üzüm yok

Yaprakları kurumuş

Bülbüller aşkı unutmuş, şakımıyorlar artık.

Yağmurlar yere,

Karanlıklar sehere,

Koşmuyor aşkla artık.

Sevgin olmasa alır başımı giderdim

Kalamazdım buralarda

Riya; mey, yalan; meze, sofralarda

Herkes payına düşenden

Fazlasını istiyor hak etmeden

Hak etmeden alıyor alacaklarını doymaz oburlar

Ben doymazsam sevgine doyamam canım

Ben doymazsam sevgine doyamam

Sahip olduğum tek servetimsin

Yürek yürek seni çoğaltıyorum

Hem kemiğim, hem etimsin

Sızım sızım sızlıyorsun ta ciğerimde

Sevgin bitmesin istediğim bu sadece

Susadım ölüm hasreti var dilimde

Irmakları içsem kanamam

Bir bardak su içsem elinden bu bana yeter.

Gelde bitir hasreti canım, gelde bitir hasreti

Aydın Göle

28 haziran 2003

***

Bana ayrılan bu köşe umarım keyfinize keyif kattığım bir köşe olmuştur. İlgi gösterdiğiniz için teşekkür ederim. İyi pazarlar sevgili okurlar.


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 27.02.2011

TORBA YASASI VE YEŞİL KART

Bilindiği gibi gündemimizi uzun süredir “yeni torba yasası” olarak bilinen ve meclisten geçen içeriği bol, bir tasarılar manzumesi meşgul etti. Her kesimden insanımızı kapsadığı içinde bu konu hayli dikkat çekti. Birkaç yazıdır bende engelliler açısından konuyu sizlere anlatmaya çalışıyorum. İyi taraflarını olduğu kadar varsa sakıncalı taraflarını da özellikle vurguluyorum. İlk olarak ödünç memurluk, yada işçilik yoluyla işsizliği yok etmeyi amaçladıkları söylenen konuda engellilerin işe girmelerinin, girdikleri işlerde emekli olana kadar çalışmalarının mümkün olamayacağını kaynak ve örneklerle gösterdim. Engelli milletvekili Lokman Ayva’nın direnmesi sonucu ödünç işçi yada memur konusu torba yasasından çıkarıldı. Böylelikle engelliler rahat bir nefes aldılar. Darısı çalışan engelsiz vatandaşlarımızın başına..

Gelelim bugünkü konumuza!.. 2022 sayılı kanundan yararlanma hakkına sahip kişilerin aldığı engelli maaşını ve sağlık hizmetlerinden yararlanmaları için uygulanan “yeşil kart”ı konu edineceğim bu gün.

Tasarıya göre “Yeşil kart sahibinin, sigortalı olarak işe başlaması ve Genel Sağlık Sigortası’ndan yararlanması halinde kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin yeşil kartları askıya alınacak. Bu kişinin genel sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı sona erdiğinde, kendisi ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin yeşil kartlılığı devam edecek.”

Henüz cumhurbaşkanı tarafından imzalanmamış olan tasarının hiçbir sosyal güvenlik çatısı altında bulunmayanları oldukça ilgilendiriyor. Böyle geçiş kolaylığının sağlanması çok güzel. Ama burada anılmayan başka bir konu daha var. O da çok tartışılacak bir konu. Bu konu yeşil kart uygulaması yerine geçecek bir uygulamaya kadar arada oluşacak boşluktur. Aslına bakarsanız engelli olmaksızın 65 yaşını doldurmuş her yaşlı insanda bu uygulamadan yararlandığı için gerçek ihtiyaç sahipleri belirlenememektedir. Bunu engellemek amacıyla yeşil kart kaldırılacak deniliyor. Oysa torba yasasından kaldırılacağı yönünde bir söz bile duymadık. Bence burada amaç engelli veya yaşlılara verilen malül ve muhtaç maaşına sınırlama getirmektir.

Yasaya göre, 65 Yaşını Doldurmuş Muhtaç, Güçsüz ve Kimsesiz Türk Vatandaşlarına Aylık Bağlanması Hakkında Kanun’a göre aylık alanların düzenledikleri belgelerin gerçeğe uymadığının tespit edilmesi durumunda, ödenen aylıklar TÜFE oranları esas alınarak hesaplanacak tutarla geri alınacak. Mevcut düzenlemede, ödenen aylıklar yüzde 50 fazlasıyla geri alınıyordu.

Az önce dediğimi bu paragraf doğrular niteliktedir. Yeşil kartı kestiniz mi 2022 sayılı yasa gereği engelliye verilen maaş da otomatik olarak kesilir. Kanuna göre bu verilen paraya her ne kadar maaş dense de maaş değildir. Bunun adına bağış demişler. Yani engeli maaş değil bağış alıyor. Oysa devlet maaş dağıtır bağış değil. Neden maaş denmiyor? Bağış verenin isteğine bağlı bir fiilde ondan. İster verir, ister vermez. Maaş ise ortadan tamamen kaldırılamaz, hiç vermemezlik yapılamaz. Çünkü maaş haktır, devletin verdiği hak!

Gelecek yazımızda bu konuyu soru cevaplarla sürdüreceğim.

DEVAM EDECEK

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 25.02.2011

İKİ KULAĞIMIZ KESİLSEDE GÖRMEMİZ ŞART

Osmanlı İmparatorluğu yıkılıp tarih sahnesinden çekildikten sonra terk ettiği topraklar ya İngiltere ve Fransa’ya sömürge oldular, yada güdümlü cumhuriyetler olarak bugüne kadar geldiler. İçlerinde süper güçlerin denetimine girip krallıkla yönetilenler de var. Balkanlardaki devletler Osmanlı sonrası yapılan ilk düzenlemeyle uzun süre yaşadıktan sonra 90’lı yıllarda yeniden yapılan ayarla bugünkü hallerini aldılar. Şimdi onları tek tek anmaya gerek yok. Zaten herkes biliyor.

İkinci dünya savaşını bitiremeyen Avrupa Amerika’yı yardıma çağırınca (ki onunda, Japonya Pearl Harbor baskınıyla kendisine saldırmasa savaşa girme isteği yoktu), savaşı kazanarak süper güç oldu ve dünyadaki yerini aldı. Karşısına; Almanya’ya karşı ittifak kurduğu ve sonuçta o da savaş galibi bir ülke olan, 1917 ekiminde kurulmuş ilk komünist devlet Sovyetler Birliği geçti. Dünya bu iki süper gücün anlaşmasıyla paylaşıldı. Önceki savaşta tarihe gömülmüş olan Osmanlı İmparatorluğunun toprakları yeniden bölüşüldü. Ortadoğu’da; Suriye, Irak ve Güney Yemen, Afrika’da; Libya ve Mısır, Sovyetler Birliği safında sıralandılar.

Bu sıralanışın iki önemli lideri vardı. Biri Mısır lideri Cemal Abdül Nasır, diğeri Libya lideri Muammer Kaddafi.

Libya lideri Kaddafi’nin iktidara gelişini hatırlıyorum. 13 yaşındaydım ve o zaman Libya krallıkla idare ediliyordu. İdris adında bir kralları vardı. Kaddafi Kral İdris’in bir dış gezisi sırasında, 1 eylül 1969’da yaptığı darbeyle iktidara geldi. Mısır lideri Cemal Abdül Nasır’ın ateşlediği Arap milliyetçiliğinden etkilenerek antisiyonist hareketin savunuculuğunu yaptı. Devrim Komuta Konseyi adına denetimi ele geçirip anayasal kuruluşları feshetti. İslam ilkelerine dayananyeşilsosyalizm” kuracağını açıkladı. Arap birliği için çalışacağını, bağımsız ülkelerle birlikte ırkçılığa, sömürgeciliğe ve toplumsal ezgiye karşı çıkacağını söyledi. ABD’nin Kaddafi’yi tanıması üzerine kral 7 Eylül 1969’da görevini terk etti.

Cemal Abdülnasır’ı örnek alan Kaddafi, Mısır’da gerçekleştirilen reformları kendi ülkesinde de uygulamaya başladı Yeni anayasa hazırlanınca 16 Ocak 1970’te başbakanlık ve savunma bakanlığı görevlerini üstlendi. Antiemperyalist olan Kaddafi İngiliz askeri üstlerini ve birliklerini ülkeden çıkardı. Petrol şirketlerini ulusallaştırdı. İtalyan ve Yahudi azınlığın mal varlığına el koyarak onları göçe zorladı. Kıbrıs Barış Harekatında ABD’ye kafa tutarak, Türkiye’ye yardım etmiştir. Nasır’ın ölümünden sonra Arap dünyasında onun rolünü üstlenmeye çalıştı. Kimi Afrika ülkelerindeki Müslümanlara ve Arap ülkelerindeki sol eğilimli hareketlere destek oldu.

Son günlerde önce Kuzey Afrika ülkesi Tunus’ta Cumhurbaşkanı Zine al-Abidin Bin Ali’ye karşı başlatılan isyan hareketleri, sonradan Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in düşmesi için Mısır’a sıçradı. Bu iki ülkede muhalifler başarılı oldu. Şimdi sırada Libya var. Oradan nerelere kadar gidecek Allah bilir.

Bu isyanlar Müslüman Arap aleminin geri kalmışlığının eseri midir (ki bundan hiç kuşkum yok)? Devrilen yönetimlerin yerine gelecek yönetimler perişan halkı kalkındarabilecek mi (bunda kuşkuluyum)?

Birinci dünya savaşının sonunda Osmanlı İmparatorluğu tarih sahnesinden çekilerek terk ettiği topraklarda iki ayar verilmişti. İlk ayar Osmanlı imparatorluğundan sonra bu topraklar İngiliz ve Fransızların bizzat yönettiği sömürgeler oldular. Daha sonra görünüşte bağımsızlıklarını kazandılar. İkinci dünya savaşından sonra Sovyetlerin ortaya çıkması ve ABD’nin süper güç olarak kendini kabul ettirmesi ikinci ayarın verilmesine sebep oldu. Bu kez de iki ayrı dünyaya bağlı devletçikleri gördük.

Bugün olanlar tek süper güç olarak kalan Amerika’nın kendi çıkarlarına uygun bir dünya düzeni oluşturmaktan başka bir şey değildir.

Yazımı bir fıkrayla bitireyim:

Gözlüklü acar bir çocuğa amcası “bu kadar yaramazlık yaptığın için bir kulağını kesseler ne olur düşündün mü?” diye sorar. Çocuk cevap verir “ bir şey olmaz, gene duyarım” der. Amcası bu kez “iki kulağını kesseler ne olur?” diye sorunca, çocukta; “kör olurum” der. Amca çok şaşırır. “Neden?” diye sorar. Çocuk “gözlüğüm düşerde ondan” diyerek cevap verir.

Bu haber bombardımanı kulaklarımızı kesecek içeriktedir. Bu bizim sağır olacağımız anlamına gelmez. Olsak olsak kör oluruz. Haberin mutlaka veriliş biçimine, içeriğine ve nihai hedefine bakmak gerek.

Bugün olanlar, tek süper güç olarak kalan Amerika’nın kendi çıkarlarına uygun bir dünya düzeni oluşturmaktan başka bir şey değildir. Bunu iki kulağımız kesilse de görmemiz şart!

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 23.02.2011

21 Şubat 2011 Pazartesi

ASILMAK MI, BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ MÜ

Bugün size Ergenekon konusunda biri Sabah biride Hürriyet gazetesinden iki köşe yazısı sunacağım. İşte ilki. Sabah gazetesinin küfürbaz yazarı Engin Ardıç.

... ...

Atatürk darbecilere ne yapmıştı?

(İttihat ve Terakki artıklarının) Eski alışkanlıklarıydı bu. Beğenmediklerini vururlardı. Mustafa Kemal’i öldürmeyi daha önce de düşünmüşlerdi, İstanbul’da falan da değil, taa Selanik’te, daha işin başında.

Fakat Ankara yönetimi uyumuyordu...
Gizli servis her şeyin farkındaydı ve onları adım adım izliyordu.
Çünkü Atatürk bunları tanıyor ve “bir halt edeceklerini” tahmin ediyordu.
Atatürk’ü bir İzmir gezisinde vurdurmayı planladılar, hazırlık aşamasında enselendiler. (Yıl daha 1926, soyadı kanununa daha sekiz yıl var ama şimdi tutup da Gazi Mustafa Kemal Paşa desem bazı çemişler gene kızacaklar.)
İstiklal Mahkemesi’ne çıkarıldılar...
Hepsi asıldı!

(...)

Atatürk, darbecilikten yargılananları milletvekili adayı yapıp kurtarmayı düşünecek bir parti Genel Başkanı değildi.
O, devrimci bir CHP’nin genel başkanıydı. (...) Bir planı ve programı da vardı.
Asılan darbeci kadronun siyasi programı da yok değildi tabii: İstanbul’u yeniden başkent yapmak, hilafeti geri getirmek falan.
Yani, Türkiye’yi eski durumuna döndürmek...

Darbeciler, değişen yurt ve dünya şartlarının, ülkenin nereden gelip nereye gittiğinin farkında değillerdi.
İçine düştükleri hazin ve sefil duruma “anakronizm” denir ki bugünün darbecileri de aynı durumdadırlar.
Tantanayı bıraksınlar ve yatıp kalkıp asılmadıklarına dua etsinler.

***

Buda ikincisi. Hürriyet Gazetesi; Ahmet Hakan..

... ...

Bunlar ne akıllar böyle


BİR tiyatrocu, dolandırıcılıktan içeri atıldığında “Memlekette sanat düşmanlığı aldı başını gidiyor” demek ne kadar mantıksızsa...

Bir edebiyatçı, karısını öldürmekten içeri atıldığında “Ülkede kültür düşmanlığı aldı başını gidiyor” demek ne kadar mantıksızsa...
Bir gazeteci de, örgüt üyeliğinden içeri atıldığında “Gitti basın özgürlüğü gitti” diye feveran etmek, o kadar mantıksızmış!
“Yazıp çizmek” ayrı bir işmiş, “örgüt üyeliği” ayrı bir işmiş.
Bu nedenle...
“Gazeteciler içeri atılıyor, sıra kimde?” diye çırpınmak yerine, “Tehlikeli bir örgüt üyesi içeri atıldı” diye kendimizi güvende hissetmemiz gerekirmiş.
*
Kimden mi çıktı bu “çakma Çin malı” argüman?
Kimden çıkacak?
Uçsuz bucaksız bir özgürlük şampiyonu olan Gülay Göktürk’ten...
Bir başka özgürlük şampiyonumuz Cengiz Çandar da, “Argümansız kaldım anne” edasıyla atladı bu görüşün üzerine ve heyecanla alıntıladı köşesine...
Madem öyle...
O halde “Biraz sakin olun şampiyonlar!” diye seslenerek bu iki ismi aklıselime davet edelim.
*
Bakın, şampiyonlar!
Soner Yalçın, karısını kör testereyle keserken suçüstü yakalanmış olsa ve biz de “Eyvah gitti basın özgürlüğü” diye ağlaşsak, sonuna kadar haklı olursunuz.
Ya da...
Soner Yalçın, kar maskesiyle banka soyarken suçüstü yakalanmış olsa ve biz de hep bir ağızdan “Sıra hangimizde?” diye sorup dursak, yine sonuna kadar haklı olursunuz.
Ama insaf edin ve elinizi, eğer gramı kaldıysa vicdanınızın üstüne koyarak söyleyin:
Bir ressamın “resim yapması” ile “dolandırıcılık yapması” arasındaki kesin ve muazzam alakasızlık, Soner’in durumunda söz konusu edilebilir mi?
Ya da...
Bir edebiyatçının “kitap yazması” ile “karısını doğraması” arasındaki kesin ve müthiş alakasızlık, Soner’in durumuna uyarlanabilir mi?
*
Hadi savcıların gözaltındaki Soner Yalçın’a “Hişt, gazeteci! Söyle bakalım o haberleri neden yaptın?” diye sormasını es geçelim.
İnsan hiç değilse...
Ergenekon Davası’nın açıklarıyla ilgili haberler yapan bir gazetecinin, Ergenekon’dan içeri alınması karşısında minicik bir “şüphe” duyar yahu!
Bir ressam dolandırıcılıktan içeri alındığında tabii ki “Memlekette sanat düşmanlığı yapılıyor” diye feveran edilmez.
Ama Ergenekon’un açıklarını haber yapan bir gazetecinin Ergenekon’dan içeri alınması durumunda “Basın özgürlüğü elden gidiyor” denir.
Haykırılamıyorsa en azından minicik de olsa bir “şüphe” belirtilir, fısıltıyla da olsa bir“acaba” denir.
Bu da yapılamıyorsa en azından susulur ve “çakma Çin malı” argümanlarla gülünç duruma düşülmez.

***

Bu iki yazıdan ne anladınız? Size hangisi daha akla yakın geliyor. Kişilik testi yapmak niyetinde değilim. Ama her şey geliyor kişiliğe dayanıyor. Kişilikli biri henüz sonuçlanmamış bir dava için asılmadıklarına dua etsinler demez. Süren davada fikir beyan etmemek davaya etkide bulunmamak için çok gereklidir. İşte kişilik sorunu burada başlar. Bunu es geçenlerin ciddi bunalımda olduğunu düşünürüm.

Öte yandan gazeteciliğin ruhunda iktidara mesafeli durmak vardır. Yansız haber başka türlü verilemez. Hürriyet Gazetesi yazarı tarafı olduğu görüşe rağmen bu konuda benim takdir ettiğim bir yazardır. Hem saygıyı elden bırakmıyor, hem iktidarın sözcüsü konumuna düşmüyor. Alıntıladığım yazıda da doğru duruşun örneğini veriyor.

Yani “asılmadıklarına dua etsinler” diyeceğimize, “basın özgürlüğü kaldırılıyor” demek, son gelişmeler ışığında daha gerçekçi olmak demektir. Burada öne çıkması gereken “asılmak mı, basın özgürlüğü mü?” işte karıştırılan budur.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 21.02.11


ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 74


“İnsan en çok kendisini tanır” derler, acaba öylemidir? Aslında öyledir, ama işin içinde sürprizlerde vardır. Siz hiç kendinize tanımadığınız şekilde rastlamadınız mı? En azından bazı olaylarda ne yapacağınızı şaşırdığınız olmadı mı? Bu şaşırmayı kendinizi çok iyi tanımakla ilişkilendirebilir misiniz? İşte sürpriz burada dostlar. Gerçi bu sürprizlerin sayısı bir ömür boyunca topu topu üçü beşi geçmez. Zaten geçerse orda kişilik sorunu var gibi geliyor bana. Konunun uzmanı değilim. Lafı fazla uzatmanın bu yüzden gereği yok. Konumuzla ilintisi var mı? Evet; var! Bu gün şair ve şiirler tasarlanmadan öyle kendiliğinden ortaya çıktı, buda benim ne kadar dalgalı seyir gösterdiğimin göstergesi. Böyle zamanlarım sıklıkla olmasa da az değildir. Şimdi sadece şaşırmıyorum, o kadar. Yoksa bu durum benim içinde yenidir ve ilginçtir sözün kısası..

...

GİDERSEN YIKILIR BU KENT

Gidersen yıkılır bu kent, kuşlarda gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürperirken

Gidersen kim sular fesleğenleri
Kuşlar nereye sığınır akşam olunca

Sessizliği dinliyorum simdi ve soluğunu
Sustuğun yerde bir şeyler kırılıyor
Bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun
Adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına
Öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor
Birde seni ekliyorum susuşlarıma

Selamsız saygısız yürüyelim sokakları
Belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar
Geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar
Adını bilmediğimiz dostlar kalır yalnız
Yüreğimize alırız onları, ısıtırız
Gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam

Gidersen kar yağar avuçlarıma
Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar

Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında
Durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler
Ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde
Menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri
Bir su sesi bir fesleğen kokusu simdi uzak
Yangınları anımsatıyor genç ölülere artık

Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman
Sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere
Bu kentin künyesi bellidir artık ve susun
İsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim
Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın
Devriyeler basıyor karartılmış evleri yine

Gidersen yıkılır bu kent kuşlarda ölür
Bir tufan olurum sustuğun her yerde

AHMET TELLİ

***

GÜLÜşÜN EKLENİR KİMLİğİME

Gün biter gülüşün kalır bende
anılar gibi sürüklenir bulutlar
Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır
yarım kalan bir şiir belki de

Aykırı anlamlar arayıp durma
güz bitip sular köpürür de
kapanmaz gülüşünün açtığı yara
uçurum olur zaman her gece

Her gece yeni bir savaş başlar
acı ses olur, ses deli yağmur

Sığındığım her yer adınla anılır
ben girerim sokağı devriyeler basar
Bir de gülüşün eklenir kimliğime.

AHMET TELLİ

***

Bekir Sıtkı Erdoğan çocukluğumda adını çok duyduğum şairlerimizdendi. Aşağıda okuyacağınız şiirini, yaşı benim kadar olanlar bilir. Bu şiiri Selahattin İnal bestelemiş, uşşak makamındaki şarkı çok sevilmişti. Kendi içinde çok güzel bir örgüsü olan bu şiirin bugünde sevileceğini tahmin ediyorum.

...

HANCI

Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı!
Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş...
Aman karanlığı görmesin gözüm,
Beyaz perdeleri ger yavaş yavaş...
Sıla burcu burcu ille ocağım...
Çoluk çocuk hasretinde kucağım
Sana her şeyimi anlatacağım,
Otur başucuma sor yavaş yavaş.

Güç bela bir bilet aldım gişeden,
Yolculuk başladı Haydarpaşa'dan...
Hancı, ne olur, elindeki şişeden
Bir kaç yudum daha ver yavaş yavaş!..

Ben o gece hem ağladım hem içtim,
İki gün diyardan diyara uçtum
Kayseri yolundan Niğde'yi geçtim,
Uzaktan göründü Bor yavaş yavaş...

Garibim, her taraf bana yabancı,
Dertliyim çekinme, doldur be hancı!
İlk önce kımıldar hafif bir sancı,
Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş...

Bende bir resmi var yarısı yırtık,
On yıldır evimin kapısı örtük...
Garip birde sarhoş oldu mu artık
Bütün sırlarını der yavaş yavaş...

İşte hancı! Ben her zaman böyleyim,
Öteyi ne sen sor ne ben söyleyim?
Kaldır artık, boş kadehi neyleyim?
Şu benim hesabı gör yavaş yavaş...

BEKİR SITKI ERDOĞAN

***

Her zamanki gibi sırada kendi şiirlerim var. Sevda sonu yıkımının ardından sığındığım limanım, kan kardeşime yazdığım şiirleri sizlere sunmak istiyorum. Umarım beğenirsiniz.

...

60

Bu akşam öksüz kaldım

Bu akşam sensiz kaldım

Biraz gitar çaldım

Sürüklendim hüzünlere

Bu akşam kuşları saldım

Bu akşam hayale daldım

Kendime bir simit aldım

Katran karası bir çay söyledim

Şekerle tuzu kaçırdım gene

Aklımı kaçırdım, ben biraz deliyim

Fırtınalar vadisinden nasıl geleyim

Ay, asabımı bozuyor bu akşam

Elimi koyacak yer bulamıyorum

Ama korkma, ağlamıyorum

Krizlerim tutmadı henüz

Bu akşam öksüz kaldım

Bu akşam sensiz kaldım

Biraz gitar çaldım

O bile sensizlikten hırçın

Görmeden duramıyorum seni

Aydın Göle

13 haziran 2003

Galaksi cafe 20:49

***

Devamlı okurlarım bilir büyük sayılı şiirlerim, telefonla kısa mesaj olarak yolladığım şiirlerdir. Sırada kan kardeşime gönderdiğim böyle bir şiir var.

262

Bakma adam olduğuma

Ben daha büyümedim

Hatta ayaklanmadım henüz

Daha hiç yürümedim

Özürlülüğüm bahane

El alemin sözünden bana ne

Yaşıyorum ya, daha ne

Yürekte sevgin şahane

Büyümüşüm büyümemişim

Kime ne

Aydın Göle

15 haziran 2003

***

61

Sana değil

Seni doğuran anneye

Müteşekkirim

Sana değil

Seni yaratan Allaha

Şükürler olsun

Şimdi sana

Teşekkür ederim

Beni sevginle kuşattığın için

Aydın Göle

19 haziran 2003

***

62

Atlas yorgandır sevgin

Buza yatırdığım içimi ısıtan

Üşümüş yüreğime huzur veriyorsun

Seni kaybedeceksem cenneti istemem

Sensiz mutluluğa mutluluk demem

Seni çok seviyorum

Dumansız ateşlerden çıkardın beni


Aydın Göle

19 haziran 2003

***

İyi pazarlar sevgili okurlar!..

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 20.02.11

TEKRAR MERHABA

Tekrar merhaba sevgili okurlar. Dizüstü Bilgisayarım kurulu saat gibi her sene bu zamanlarda arızalanma huyu kazandı. Gene ekran kartı sorunu yaşadım. Bu yüzden yazılarıma ara verdim.

Hoş göreceğinizi umuyorum.

Bilgisayarla yazmak çok büyük kolaylık. Yazınızı istediğiniz yerden başlatıp istediğiniz yerde bitirebilir, aralara dilediğiniz yerde ekler koyabilir, böylece yazıyı zenginleştirebilirsiniz. Hata yaparsanız yaptığınız satırı, cümleyi, kelimeyi, harfi tarayıp “del” tuşuna basmanız yeterli. Bütün bunları üç, bilemediniz beş harekette gerçekleştirebilirsiniz. Bir kalem veya bir daktilo ile kâğıda yazarken bunları yapmak mümkün değil. Hatayı en aza indirmek için ille de karalama kâğıdına yazmak, sonrada onları temize çekmek gerekiyordu. Böylelikle bir yazıyı iki kere yazmış oluyordunuz.

Kalem veya daktilo ile yazı yazarken karalama ve temize çekme angaryası olduğu için zaman kaybından söz edilebilir. Bilgisayarla yazmakla bunun önüne geçilerek hem zamandan hem kâğıttan tasarruf etmek, böylelikle kaynak israfını önlemek, milli servetede katkıda bulunmak mümkün. Birde yazıyı kağıda döküp, zarfa koyup postaya da vermiyoruz artık. Her şey elektronik postayla üç beş saniyede halloluyor.

Bilgisayarın bir güzelliği de hatalı yazdığınız kelimede sizi uyarması. Biraz dil kurallarını, birazda noktalama işaretlerini biliyorsanız işiniz kolay! Romanlar yazmaya başlayabilirsiniz.

Hepimiz hayatlarımızı roman olarak nitelendiririz. İç geçirerek şöyle bir geçmişi anıpta “bir yazsam, hayatım roman olurdu” demeyen yoktur. Buna rağmen yazmayı seven bir toplum olduğumuz söylenemez. Demek ki o sözler bir duygulanım sırasında söylenir, bir başka sohbette hatırlanana kadarda unutulur gider.

Yazmak güzel şeydir. Yazarken içinizi boşaltmış ve hafiflemiş olursunuz. Ben öfke ve sevinçlerimi içimde taşımayı sevmiyorum. Kafamda da onları pek taşımam. Boşalttığım tek yer yazıdır. Bu yazı kimi zaman şiir olur, kimi zaman kısa bir hikâye. Kâğıda döktüm mü o konuyla ilgili bütün düşüncelerimden kurtulurum. Hatta öyle olurum ki, konuyu unuturum. Ama yazmazsam o hep aklımda kalır. Ne zaman sorsanız hatırlarım.

Kısaca anlayacağınız, bilgisayar olmazsa pek kolay yazamam. Giderek eskiyen bilgisayarımla bu arızalar ne kadar sıklaşırsa o kadar sizlerden uzak kalacağım, belli. Artık yeni bir bilgisayar şart oldu. Eski işlerim olsa düşünmeden alırdım. Ne müzisyenlik, ne cep telefonu kontör satıcılığı beni rahatlatacak geliri sağlamıyorlar. Borçlanmayı da hiç sevmem. Bu yüzden bir kere daha ertelemekten başka çare bulamıyorum. Sevgili patronumuz Adnan Uyumaz beyin bu arızalardan dolayı anlayış göstereceğini umuyorum.

İyi ki varsın bilgisayar!..

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 18.02.11

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 73

Merhaba sevgili okurlar. Geçen hafta “Şairlerin Şiirleriyle Söylediği” köşemizde buluşamadık. Bilgisayarım artık sürünüyordu. Sistem onaran programlarda fayda etmeyince format atmaktan başka çarem kalmamıştı. Format atmak sorun değil de, zo olan kullanılan programları tekrar yüklemek.. aslında zorda değil, sıkıcı; çok sıkıcı. Hepsi 5:25 saat ömür tükettim. Neyse.. bu hafta karşınızdayım, geçen haftaki durum nedeniyle affınıza sığınıyorum.

Bu haftaki şairimiz, benim çok sevdiğim büyük şair Attila İlhan. Sadece şair mi? Aynı zamanda çok iyi bir yazar. Şiir dışında roman ve senaryolar yazdı. Bence bir başka yanı da var ki, en az diğer özellikleri kadar önemlidir. Türk dünyasında öyle pek düşünür yetişmez, bu yüzden çok önemli bir düşünürümüzdür de.

Sol düşünceli olupta Osmanlıyı beğenen tek sanat insanımızdır da. Osmanlı sanatına, Osmanlı ihtişamına vurgundur. Buraya koyduğum bir şiirinde bunu açıkça görmek mümkün. Atatürk’ten “gazi” diye söz eder. Cumhuriyeti Türk dünyasının uyanışı olarak görür. Batı medeniyetinin kendini tek medeniyet olarak göstermesini kabul etmez. Medeniyetin tek olmadığının, her coğrafyanın kendi medeniyetini yarattığını savunur. Türk medeniyetinin eskiyle barıştığı zaman kurulmuş olacağını vurgular. Benim üzerimde çok etkisi olan şairlerin en başında gelir. Buyurun okuyalım.

...

34 FN 346

Gece yarıları
tenhadır buraları
ne in ne cin
kırmızı lambası
sanki kan damlası
demiryolu geçidinin

dağılmış su dumanı şimşekli bir karanlığa
yağmurun altında çınar
çınarın altında o karaltı
bırakılmış bir araba
34 FN 346
sağ arka lastiği yırtılmış
camlarında kurşun delikleri
içinde barut kokusu var
hala çalışıyor silecekleri
bir sola bir sağa
bir sola bir sağa

gece yarıları
tenhadır buraları
ne in ne cin
kırmızı lambası
sanki kan damlası
demiryolu geçidinin

şimşekler yaladıkça nikelajını
tırnak uçlarında çıtır çıtır
yoğun bir elektrik sokağa
bu araba mutlaka çalınmıştır
şüpheli ne zaman bulabilecekleri
dışarıda unutmuş bir ayağını
bir genç direksiyona yıkılmıştır
kanı sımsıcak damlıyor
dirseklerinden koltuğa
roman çoktan bitmiş
yol bitmiş, bitmiş kavga
hala çalışıyor silecekleri
bir sola bir sağa
bir sola bir sağa
bir sola bir sağa

gece yarıları
tenhadır buraları
ne in ne cin
kırmızı lambası
sanki kan damlası
demiryolu geçidinin

ATTiLA iLHAN

*** ***

AN GELİR

an gelir
paldır küldür yıkılır bulutlar
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
o eski heyecan ölür
an gelir biter muhabbet
çalgılar susar heves kalmaz
şatârâbân ölür

şarabin gazabından kork
çünkü fena kırmızıdır
kan tutar / tutan ölür
sokaklar kuşatılmış
karakollar taranır
yağmurda bir militan ölür

an gelir
ömrünün hırsızıdır
her ölen pişman ölür
hep yanlış anlaşılmıştır
hayalleri yasaklanmış
an gelir şimşek yalar
masmavi dehşetiyle siyaset meydanini
direkler çatırdar yalnızlıktan
sehpada pir sultan ölür

son umut kırılmıştır
kaf dağı’nın ardındaki
ne selam artık ne sabah
kimseler bilmez nerdeler
namlı masal sevdalıları
evvel zaman içinde
kalbur saman ölür
kubbelerde uğuldar bâkî
çeşmelerden akar sinan
an gelir
-lâ ilâhe illallah-
kanunî süleyman ölür

görünmez bir mezarlıktır zaman
şairler dolaşır saf saf
tenhalarında şiir söyleyerek
kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
saatli bir bombadır patlar
an gelir
attilâ ilhan ölür

ATTİLA İLHAN

*** ***

BEN ARTIK KÜSÜM

beni de kırdılar içimde kırdılar
karanlık camlardan sular akıyordu
şimşekli bir boşlukta saat vurdu
beni de kırdılar belki yalnızdılar
belki onların da çocukluğu yoktu
bütün şarkılara kapalıydılar
bir genç kız değmemişti saçlarına

beni de kırdılar ben artik küsüm
yağmurları yağmıyor ağaçlarıma
sularından içmiyorum susadım ama
beni de kırdılar soğuk bir ölüm
çevik bir bıçak gibi çakıldı aklıma
oysa bir şarkıyım yeniden doğan günüm
bütün şarkılara kapalıydılar

ATTİLA İLHAN

*** ***

Gene şiirlerime döneceğim. Yerimizin izin verdiği ölçüde yer vereceğim şiirlerimi umarım beğenirsiniz.

261

Güllerin ayı bitiyor birde lâlelerin

Mayısta gözlerin vardı birde ellerin

Gül kokulu eski yellerin

Neşesini yaşadım canım seninle

Aydın Göle

30 mayıs 2003

*** ***

56

Okunacak satırım

Paragrafın içinde

Hüzne sevinç katarım

Bir öykünün içinde

Yok bilirim hatırım

O türkünün içinde

Al oku diline dola beni

Bu uzayın içinde

Aydın Göle

1 haziran 2003

*** ***

57

Serçenin günahını sorma bana

Ben benim günahımı bilmiyorum

Eflâtun kevgirler elemez sanma

Ben elekten çok geçtim

her gözü hangar kadardı

Hangarlara sığamadım çok dardı

Serçelerin günahımı vardı

ben bilmiyorum

Elenerek geçmek değil kevgirden

Süzülerek geçmek gerek canım imbikten

Eksilmeden çoğalmak mümkün kankam

Serçeler gibi kışı atlatıp

Daha saf daha temiz gene sen kalarak tıpatıp

Yani yumuşak g, yani “ğ” olmak

Yani gereken yerde gerekmek

Serçeler gibi

Aydın Göle

4 haziran 2003

*** ***

58

Beni temize çek kankam beni temize çek

Doldum ağzıma kadar, devrelerim yanacak

Limitsiz değil her şey sonuma geldim

Formatla beni, temize çek

Sevgiyi silme kalbimden o kalsın, tek

Seni silmeden benden, beni temize çek

Ağırlaştım

Sağırlaştım

Hassaslığımı yitirdim

Gözlerimde yaş yok ondan mı dersin

Unutma gözlerime yaşta eklersin

Beni temize çek canım beni temize çek

Aksırığa ağlayan yapma ama, sulu göz yapma

Çocuklar kadar saf temiz olmak istiyorum

Solmadan ölmek istiyorum

Beni temize çek kankam beni temize çek

Aydın Göle

4 haziran 2003

*** ***

59

Sana lâyık sözcükler düşüremedim

Güzelliğinden başka şey düşünemedim

Asabileştim tıkandım

Soğuk suyla yıkandım

Kendime gelemedim

Hani ben türküler yakandım

Dalından mevsimsiz ceviz düşüreyim

Senin için manavdan erik aşırayım

Tencerelerden sütleri taşırayım

Güzel sözlere bu gün gücüm yetmiyor

Sözcüklere bugün sözüm geçmiyor

Asileştiler aksileştiler her biri

Elimde vahşi kaplanlara andırın kedileri

Bugün sözcüklere sözüm geçmiyor

Sana layık sözcükler düşüremedim

Güzelliğinden başka şey düşünemedim

Sevginden kankam dilim tutuldu

Bak ay bile gecenin içinde uyutuldu

Hadi yeter artık

Çık gel bitir ayrılıkları

Aydın Göle

4 haziran 2003

*** ***

Bu haftalıkta bu kadar. Haftaya buluşmak dileğiyle hoşça kalın sevgili okurlar.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 13.02.11