31 Ağustos 2012 Cuma

ŞEVVAL SAM’LA YAPILAN SÖYLEŞİ ÜSTÜNE EKLENENLER 2


Haber Türk gazetesinin HT magazin bölümünde Ece Saruhan’ın Şevval Sam’la yaptığı bir söyleşisi yayınlandı. O söyleşi üstüne düşündüklerimi yazımızın 2. bölümüyle sizlerle paylaşmaya devam ediyorum. Şevval Sam’ın bayram sonrası çıkan “II TEK” adlı 2 CD’lik albümünü dinlemiş, içerdiği kimi klasik parçalar üstüne Klasik Türk Müziğine duyduğum ilgi ve sevgiden söz etmiş, bugün bu müziğimizin temel alınması gerektiğini belirtmiştim.    

“■ Tiyatro okuyormuş Tarık Emir. Sanatçı genleriniz ona da işlemiş...

Sanatla, edebiyatla iç içe olsun, kendini keşfedebilsin diye tiyatroyu seçtik. İleride ne istiyorsa onu yapsın. Tek beklentim hümanist, barışçı, huzurlu bir insan olması.”

Sanat dallarının böyle bir vasfı vardır. Kendinize yolculuk yapmak isterseniz bir sanat dalıyla ilgilenin derim. Bu kişilik çatışmalarını da önler bence. Kendinize yaptığınız yolculukta kendinizde kalmayıp hemen kendinizi terk ederseniz her şeyi daha kolay seversiniz. Bu huzuru getirir, inanın ki..

“■ Tıpkı sizin olduğunuz gibi...

Teşekkür ederim. Ben hedefime şöhreti ve parayı değil, özümü koydum. Gören göz, işiten kulak olmaya niyet ettim. Bu sayede dayatılan kuralların dışında kaldım. Hayatta durduğum bir yer var. Tek derdim hep orada durmak, özümle çelişmemek.”

Burada söyleşinin bir bölümünü keseceğim. Çünkü Şevval Sam’ın bayram sonrası piyasaya sürülen yeni albümüne söyleşiyi yapan Ece Saruhan’ın övgüleri var. Amacım  söyleşiden çıkardığım anlamı sizlere iletmek. Albümle ilgili fikrimi başta belirtmiştim zaten. O bölümü verseydim tüccarlığa da değil, albümün tellallığına soyunmuş olurdum.

İKİNCİ ALATURKA SÜRPRİZİ

“■ Tango albümünüzü beklerken alaturkayla bize sürpriz yaptınız...

Alaturka hep bir sürprize denk geldi hayatımda. İnsanlar Karadeniz albümü beklerken ‘Sek’i çıkarmıştım, tango beklerlerken de ‘II Tek’ geldi. Tango albümü oldu bittiye getirilecek bir proje değil, repertuar aşaması çok meşakkatli. Bu süreçte yeni bir alaturka albümü yapmam için çok talep geldi. Alaturka benim müzikal zeminim. Genç kızlığında herkes pop dinler ama ben alaturkayı keşfettim.”

Araya girme ihtiyacımı hoş görün; müzik tabanımızla ilgili bir iki sözüm olacak. Bende çocukluk ve ilk gençliğimde önce Türküler dinledim. Sevdiğim Türk Sanat Müziği parçaları çok azdı. O zamanki adıyla aranjman, bugünkü adıyla Türk Pop müziği yeni yeni doğmuş, yada doğuyordu. Arabesk’in henüz ‘A’sı bile yoktu. En çok satanlara baktığınızda Türk Sanat Müziği, zaman zamanda Türk Halk Müziği sanatçılarını listelerde görürdünüz. Radyolarda en çok ilgiyi halkın büyük kesimi köylü olduğu için Türküler görse bile, büyük kentlilerin nerdeyse tamamı Türk Sanat Müziğine ilgi gösterirlerdi. Küçük bir azınlık olan elit kesim Klasik Batı Müziği veya Caz müziği dinlerdi. Bu müzikleri zamanla keşfettim. Müzik türlerini ayır deseniz ayıramam. Her tür müziğin içinde güzelide var çirkinide. Tarihi sanat geçmişimizi temsil eden sadece Türk Sanat Müziğidir. Avrupa soylularının, daha sonra kent soylularının dinlediği Mozart’ların Beethoven’lerin yerini bizde Itri, Dede Efendi, Sadullah ağa, Hacı Arif Beyler alır. 1950 -1960’tan sonra bu tür müzik halk bunu istiyor denile denile müzik yapımcıları - para koyucuları (yani prodüktörler, plak şiketi sahipleri) gazino patronları tarafından yozlaştırıldı. Türk Sanat Müziği meyhanelerin meze müziği oldu. Bunun için erkek sanatçı kalmadı, bunun için rahmetli Zeki Müren’in edebini ve saygısını koruyarak açtığı yoldan kadınsı sanatçılar türedi. Meğer biz gizli eşcinsel toplummuşuz. Öyle olmasak böyle sanatçılar ilgi görmezdi.

Aklı başında gençlik bu müzikten hızla kaçtı. Ortalama genç dinleyici için yavaş ritimde ve tek sesli oluşu, sözlerin dar bir çerçevede kalışı kaçışı hızlandıran müzikal nedenlerdendir. Aslında çok geniş bir kültürün ürünü olduğu tartışmasız olan kendi öz klasik müziğimizin, içerdiği türleri bırakın, isimlerini bile bilen kalmadı. Şu isimleri meraklısı dışında kaç kişi hatırlar: Gazel, Peşrev, Medhal, Saz semâîsi, Kâr, Beste, Şarkı. Biz her sözlü müziğe şarkı der dururuz. Oysaki bugün yanlış kullandığımız “şarkı” sözcüğü Türk Müziğinde bir türdür.

İşte biz bu temeli kaybettik. Çağ hız çağı kabul ama müziği hızlandırarak basitleştirerek fakirleştirirsiniz. Oysa ortada büyük bir zenginlik var ve keşfedilmeyi bekliyor. 

Şevval Sam’ın söylediklerine bıraktığımız yerden devam edelim.

“O zamanlar eski kayıtlara ulaşmak çok mümkün değildi. 80’lerden sonra icra edilmiş alaturka eserleri dinlemekte güçlük çekiyorum. Hamiyet Yüceses’in ve Müzeyyen Senar’ın kasetlerini bulup yutmuştum. Alaturka albümlerimde o şarkıların çoğunu seslendirdim. Bu albümleri çıkarmamı radyo programı yaptığım dönemde Kalan Müzik’le tanışmam sağladı. Henüz piyasaya arşiv serileri çıkmamışken Hasan Saltık bana iki torba dolusu radyo ve taşplak kaydı vermişti. Benim eğitim sürecim o iki senelik radyo programı oldu. Şarkıları dinlerken, çalarken bir yandan da dönemin şifrelerini çözme derdine düştüm. Sonradan o şarkıları ben icra ederken o dönemin şifrelerini kullandım. O yüzden ilk alaturka albümüm ‘Sek’ için, ‘Taşplak kaydı gibi’ yorumunu yaptılar.”

Şifreleri nasıl çözdünüz?
Şifreleri gelecek bölümde göreceğiz.

  
DEVAM EDECEK



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

Yayın Tarihi: 31.08.2012

ŞEVVAL SAM’LA YAPILAN SÖYLEŞİ ÜSTÜNE EKLENENLER 1


Haber Türk gazetesinin HT magazin bölümünde dün Ece Saruhan’ın Şevval Sam’la yaptığı bir söyleşisi yayınlandı. Biliyorsunuz Şevval Sam ünlü şarkıcı Leman Sam’ın kızıdır. Ben onu Taraftarı olduğum Beşiktaş takımının bir zamanlar “sarı fırtına” adıyla anılan futbolcusu Metin Tekin’le yaptığı evlikle tanıdım. O zaman saçları sarıydı ve kendisini çok beğenmiştim. Fakat bu evlilik kısa sürdü. O sıralarda Şevval Sam’ın kendisinde bir yetenek var zannedip oyuncu ve şarkıcı olmak istediğini bu yüzden anlaşamadıklarını düşünüyordum. Yanılmışım, iyiki yanılmışım. Yoksa ülkemiz böyle güzel ve yetenekli bir sanatçıdan yoksun kalacaktı.

Şevval Sam’ı 1993-2002 yılları arasında bir çok televizyon dizisinde oynamasına rağmen Kanal D’de yayınlanan Karadenizli iki düşman ailenin torunları Gülbeyaz ile Kadir’in birbirine aşık olmasının ardından kavuşma mücadelelerini anlatan Gülbeyaz(2002-2003) adlı dizide arada geçen 9 yıldan sonra ilk kez gördüm. Bu kez saçları sarı değildi. Hem diziyi beğenmiş hem kendisine bir kez daha hayran olmuştum. Dizi filmde gerçekten çok sevilmiş, çok ilgi görmüştü.

Daha sonra şarkıcı olarak karşımıza çıktı. Sesi de, söyleyişi de tam not almaya yeterdi. Yıllar bu yönünü de hafızalarımıza işledi. Peş peşe “Sek” (2006), Istanbul’s Secret (2007), Karadeniz (2008), Aile İçi Şiddete Son Kampanyası için 2009’da çıkan ve “Kibritçi Kız” adlı şarkıyı seslendirdiği “Güldünya Şarkıları”, Sinema Filmi için 2010’da çıkan “Bu Gece Lazım”, “Yalnız Kullar” Şarkılarını Seslendirdiği “7 Kocalı Hürmüz” ve  “Has Arabesk” (2010) albümlerini yaptı. Bu yılda beklenenin tersine “II TEK” adlı Türk Sanat Müziği albümüyle karşımıza çıktı. 2 CD olarak Kalan Müzik’ten çıkan albümdeki şarkıların bazıları Klasik Türk Musîkisi bestecilerinin besteleri, bazıları daha son dönem bilinen Türk Sanat Müziği şarkıları.

Klasik Türk Musîkisi’ni çok severim. Onlardan da örnekler verilmesi beni mutlu etti. Albümün tamamını dinleyin, inanın çok beğeneceksiniz. Çocuklarınıza da dinletin. Şanlı geçmişimiz diyerek övünmek kolay. Geçmişimizde var olan ve günümüzde de uygulanabilir olanlarını seçerek uygulamalıyız. Mutfak ve müzik bizim başlıca kültür alanlarımızdır, bunlar asla terk edilmemelidir. Çağ değişiyor deme kolaycılığına kapılırsak yabancılaşmaya söyleyecek sözümüz kalmaz.
   
Nerden nereye geldik. Biz söyleşiye dönelim.

Ece Saruhan güzel bir noktadan soru sorarak söyleşiye başlıyor. Soru kadar cevapta güzel.


“■ Pek çoklarının aksine güzelliğinizi basamak olarak kullanmıyorsunuz. Güzelliğiniz, işinizin ve hayattaki duruşunuzun önüne geçemiyor. Bu, çok takdir ettiğim bir özelliğiniz... 

İnsanlarla ve tabiatla kurduğum ilişkide kullanmayı en son düşüneceğim şey fiziksel özelliklerdir. Çok basit ve sıradan bir şey o; tenezzül etmiyorum. Allah bana sağlıklı bir beden verdiği için şükrediyorum o kadar. Hiçbir şeyin yoksa güzelliğini kullanabilirsin ya da yaptığın iş bunu gerektiriyorsa mesela fotomodellikse. Müzik gibi yüksek bir yaratıcılık var ortada. Onunla temasa geçmek, o akışa dahil olmak varken, bunu niye maddede kısıtlayayım ki? Ruhum bedenimden çok daha geniş. Bedenlerimiz birer hapishane. Hapishanemize bakım yapabiliriz ama asıl güçlü olan ruhtur. Belki de insanlar kendi içlerindeki mekanizmayı keşfedemedikleri için güzellik ve fiziksel özellikler onlar için bu kadar önemli. İletişimde sadece ilk 10 dakika etkilidir dış güzellik. Yaydığı enerjidir insanı güzelleştiren..”

“Bana ‘Seni seviyorum’ demeyi oğlum öğretti”

“Seni seviyorum” kelimeleri dudaklarımızdan çok zor dökülür. Bu iki kelimeden korkuyor muyuz, yoksa utanıyor muyuz? Eskiden olsa daha çok; “utanıyoruz” derdim. Çünkü aşklar gizli yaşanırdı. Öyle şimdiki gibi el ele kol kola gezen aşıklar ancak büyük kentlerde görülürdü. Birde babalar çocuklarına, dedeler torunlarına “seni seviyorum” demez, diyemezdi. Sevgi sözcüklerini kullanma konusunda erkekler daha katı görünürdü. Çocukların yetişmesinde sevgi sözcüklerinin olumsuz etkide bulunacağı düşünülürdü. Haksız da değillerdi. Eski zamanların kalabalık aile ortamında sevgi sözcüğü çocukların şımarmasına neden olurdu gerçekten de. İnanır mısınız, bugünün gençleri büyüklere sevgi sözcüklerini bu gerekçelerle kullanmıyorlarmış. Dünya tersine döndü.

Söyleşiye dönelim.

“■ Anneniz Leman Sam, kendisiyle yaptığım röportajda, -Kızlarıma ‘Seni seviyorum’ demeyi yeni yeni öğreniyorum. Sevgimi hareketlerimle belli ederim- demişti. Siz oğlunuza ‘Seni seviyorum’ diyebiliyor musunuz?

Her yeni jenarasyon bir öncekini olgunlaştırıyor. Annem hiç söyleyemedi, ben zor söyledim ama oğlum çatır çatır söylüyor. Bana ‘Seni seviyorum’ demeyi oğlum öğretti. Eskiden arkadaşlarıma ‘Seni seviyorum’ diyemezdim, dediğimde ‘İyi misin sen?’ diye paniğe kapılırlardı. Oğlum sayesinde artık arkadaşlarıma da rahatça bu cümleyi kurabiliyorum.”

Şevval Sam’ın sözlerine katılıyorum. Bende öyle kolay kolay sevdiğimi kimseye söyleyemezdim. Galiba gençlikte birine sevdiğini söylemek kişilik kaybı olarak görünüyor. Yaş ilerledikçe bu konuda eski düşüncelerimin yok olduklarını görüyorum. Ölçüyü kaçırmamak şart tabii. Sevgi sözcükleri vıcık vıcık yağ kokmadan söylenmeli. 
  
DEVAM EDECEK

  
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

Yayın Tarihi29.08.2012 

28 Ağustos 2012 Salı

BOŞA AKITTIĞIMIZ PARALAR


Biz hovarda bir milletiz. Hava atmayı çok severiz. Hatta bizim sırf hava atmak için yaşayanlarımız da var. Erkeklerimiz kendilerini “en” yakışıklı sanırken, kadınlarımız “en” güzel olduklarını düşünür ve o edayla ortalıkta arzı endam ederler. Sahip olduğumuz “en”leri sıralamakta hiç zorlanmazsınız; en iyi telefon bizde vardır, en akıllı biziz (alemi sersem sanırız), en güzel ve en şık biz giyiniriz, en kaliteli biz yeriz. “En” güzel bizim otomobilimizdir. Herkes “en” çok bize ilgi gösterir. “En” çok biz seviliriz. “En” çok biz severiz”. “En” esprili olduğumuz tartışılmazdır. “En” çok biz kızarız. “En” çok biz söveriz. Çünkü “en” haklı biziz. “En” büyük bizim tuttuğumuz takımdır. “En” güzel yada yakışıklı bizim sevgilimizdir. “En” çok biz kazanırız. Çünkü iş geçmişimize bakılmaksızın “en” yüksek ücretle “en” çok tercih edilen biziz. Kendimizi dev aynasında görmekten gözlerimiz kamaşır. Onun için düz yolda önümüzü görmeyiz. Ama “en” çok içip “en” az sarhoş oluruz. Yada sarhoş olmamıza rağmen “en” usta arabayı biz süreriz. Kazalar öyle demese bile “en” doğruyu bizden dinleyin, çünkü “en” doğru sözlü insan aransa bizden başka kimse çıkmaz. Sevişirken de, dövüşürkende “en” ateşli biziz. Dünyaya üretip sattığımız tek bir teknoloji ürünü yok ama “en” son teknolojiyi “en” çok biz satın alırız. Ayranımız yok içmeye ama atla gideriz... olsun, şan ve şeref olsun yeter (şan, şeref böyle nasıl oluyorsa artık).

Bu “en”lerimize devam edersek en kalitesiz eğitimde en çok üç kağıdı son zamanlarda “YÖK”üde soktuk. Memuriyet sınavından her tür okullara giriş sınavlarını yapan kuruluşumuz da olan (12 eylül kurumu olarak yüksek öğrenime vurulmuş bir kelepçe olması nedeniyle varlığını onaylamadığım) “YÖK” nerdeyse “yok” olmak üzere. Herhalde kendini yok eden milletler içinde harakiri yapan Japonlar hariç “en” başta biz geliriz. Üstelik Japonlar harakiriyle ölerek yok olurken  biz yaşarken yok olmayı “en” iyi beceren milletiz. Sonra ölürken imanlı ölmeyi umarız. Oysa kendimizi “en” başta olmak üzere herkesi kandırırken imanımız yerinde kalır mı dersiniz?     

Geçenlerde her sabah yaptığım gibi saat 07:00’da radyoyu açtım. Haber ve spor radyolarını dolaşıyordum. Lig gelirleri açısından dünya ve Avrupa sıralamasıyla ilgili haberden söz edildi. Sabah gazetesinde verilen “Para Akıyor Ama Boşa” başlıklı haber, okuduklarınızı yazmama neden oldu. 

Haber şöyle:

LİG GELİRLERİNDE DÜNYA 7.'SİYİZ

“Deloitte, 2010-2011 futbol sezonu verilerini açıkladı. Avrupa Futbol Pazarı, yüzde 4 büyüyerek 16.9 milyar euroya ulaşırken, Türkiye gelir listesine dünya devlerinin hemen ardından hızlı bir giriş yaptı. İngiltere, İspanya, İtalya, Almanya ve Fransa, 8.6 milyar euro ile gelir havuzunun yarısından fazlasını alıp, Avrupa'nın “5 Büyükler”i olarak sıralanırken, Türkiye, 614 milyon euroluk Rusya’nın ardından 515 milyon Euro’luk bütçesiyle 7. sırada yer aldı.”

Yayın gelirleri bütün takımların iştahını kabarttı. Süper ligte sürekli yer alan takımlarla kent takımlarının çekişmesi bu gelirden kaynaklanıyor tabii. Birde 3 büyükleri ekleyin. Bu gelir için ne oyunlar döndüğünü gördük. Hatta takımın 4 yıllık gelirini kırdıranları yönettiği takımdan kaçarken daha yüksek makamla ödüllendiriyoruz bile. 

O haberin devamı da var; okuyalım mı?
ASLINDA 6. SIRADA AMA...

Türkiye aslında 321 milyon dolarlık son ihaleyle yayın geliri açısından 5 büyük ülkenin ardından 6. sırada. Ancak Rusya Ligi kulüpleri ticari alandaki performanslarıyla buradaki açığı kapatarak Türkiye’yi geçiyor. Gelir sıralamasında Türkiye’yi 431 milyon Euro ile Hollanda takip ediyor. Avrupa’nın 5 büyüğünün gelirlerinde, tribündeki yüksek seyirci ortalaması, ve Avrupa maçlarındaki başarılı performans büyük rol oynuyor.”

Şike soruşturmasında muhteşem buluş örneği verilerek gören gözleri kör sayan bir deyim uydurdular ya, hani şu; “teşvik teşebbüste kalmış, sahaya yansımamış”. Bu konu üzerine söylenecek çok söz var ama bu yazıyı başka konuya ayırdığım için es geçiyorum. O sözü konumuza göre söyleyecek olursak “her şey teşebbüste kalmış, sahaya kalite ve verimlilik yansımamıştır”.

Bakın haberin devamı bu dediklerimi doğrular niteliktedir. 

FIFA SIRAL AMASINDA İSE DÜNYADA KAÇINCIYIZ SİZCE?

Türkiye yayın gelirinde 6’ıncı, toplam gelirde 7. sırada ama bu durum ne yazık ki saha performansına bir türlü yansımıyor. Türk takımları Avrupa Kupaları’nda belli bir aşamayı geçemiyor. Milli Takım ise üst üste iki büyük turnuvayı kaçırmış durumda. Bu yıl yapılan Euro 2012’yi de televizyon başından seyredip, başka ülkelerin attıkları gollerle heyecanlandık. Türkiye, İspanya’nın liderlik koltuğunda oturduğu FIFA sıralamasında 33. durumda bulunuyor.”

Bu ne demektir? Bu paraların boşa aktığını göstermez mi? Bu kadar gelirle dünya ve Avrupa ölçeğinde başarı var mı? Ben bir Beşiktaşlı olarak milli takımın dünya üçüncülüğünü ve Galatasaray’ın UEFA şampiyonluğunu bu gelirlerin içinden gelmediği için istisnai bir başarı sayıyorum. Üstünden on yıl geçmesine rağmen başarıların arkası da gelmedi zaten.

Paranın boşa aktığını haberden aktaracağım son alıntıyla da görelim. 

PARAYI KÖTÜ YÖNETİYORUZ

16 Kasım 2011 itibariyle UEFA Milli Takım listesinde 18'inci sıradayız. UEFA’nın kulüpler sıralamasında ise Türkiye 11. basamakta. Bu veriler, Türk futbolunda gelirlerin saha içi performansına yansımadığını açıkça gösteriyor.” 

En başta ne demiştim?

Biz hovarda bir milletiz. Hava atmayı çok severiz. Hatta bizim sırf hava atmak için yaşayanlarımız da var.

Hava uğruna paralar boşa akar; huyumuz kurusun.  


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi27.08.2012

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 137


Merhaba sevgili okurlar. Ramazan, bayram derken gene olağan, sıradan günlere geri döndük. Sıcaklar hız kesti kesmesine ama genede gündüzleri güneş yakıyor. Gecelerin yavaş yavaş uzamasıyla gece sıcaklıkları rahat uyumamızı sağlayacak kadar düştü, çok şükür. Bugün her hafta sonu olduğu gibi şiirlerle huzurunuzdayım. Bu günü müzisyen besteci Erhan Güleryüz ve şiirlerine ayırdım. Önce kendisini kısaca tanıyalım.  

13 Ocak 1966’da, Büyükçekmece’de doğan Erhan Güleryüz İlkokul ve liseyi Büyükçekmece'de okuduktan sonra Dokuz Eylül Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni bitirdi. İlk albümü solo bir albüm olan “Güller Açtı”yı Ayna gurubunu kurmadan önce 1992 yılında çıkardı. Albüm başarısız olunca 1996 yılına kadar başka hiçbir albümle dinleyici karşısına çıkmadı. 1996’da Cemil Özeren, Can Güney, Alper Çakır, Ayhan Öztoplu ve Murathan Araz ile Grup Ayna’yı kurdu. Ayna grubunu kurduğunda da yeni bir albüm yapabilmek için finansal destek sağlaması düşüncesiyle bir gecede  Meçhul Şarkıcı albümünü yaptı. Erhan Güleryüz bu albümün geliriyle Ayna grubunun stüdyo masraflarını karşıladı.

Ayna grubunun Bari Sen Unutma Beni şarkısı Erhan Güleryüz’e Kral Tv MÜZİK Ödülleri töreninde 1999 yılında en iyi söz ödülünü getirdi. Rüzgar Yapım adında bir yapım şirketi olan Erhan Güleryüz’ün basılmış şiir kitaplarıda vardır. Bir takım şiirlerini bestelemiştir.

Gelelim şiirlere...

...

ACINDIRMA ŞİİRİ

Sağda, solda izlerin var.
Zor oluyor bazen uyanmak.
'Zaman en iyi ilaç' derdi babam.
Toparlanmaya çalışıyorum.
Kendime yeni uğraşlar buldum;
şiir,
resim,
tiyatro,
sinema.
Seni yazıp,
seni boyuyorum.
Seni oynayıp,
seninle uyuyorum.

ERHAN GÜLERYÜZ

*

ADI KONMUŞ AYRILIĞIN

Ben o eski ben değilim, çok değiştim elde değil
Ben o eski ben değilim, yüzüm gülse içim zehir

Ayrılığın sürükleyip kıyılara vurdu beni
Kaybedenler kumsalında her gün ağlıyorum
Akan yıllar sürükleyip kıyılara vurdu beni
Kaybedenler kumsalında seni bekliyorum

Esti rüzgarlar
Bir şiir oldun dudaklarımda
Tarih olmuş şarkılarda
Hep seni söylüyorum

Adı konmuş ayrılığın çok iyi biliyorum
Seni hala seviyorum
Günü geçmiş bir sevdayız çok iyi biliyorum
Seni hala seviyorum.

ERHAN GÜLERYÜZ

*

AH BİR ÇOCUK KALSAM

Biz hep çocuk kalmalıydık aslında.
Üç taş, üç cam olmalıydı hayat.
En büyük kavgamız gazoz kapağından çıkmalıydı
ve en büyük acımız
öğretmenimizin başka şehre tayini olmalıydı.
Biz hep çocuk kalmalıydık aslında.
Büyümeğe özenmeliydik büyümeden...
İnsan dediğin,
yürükçe yorulan, yoruldukça ağlayan bir taş değil mi?
Çözmesi zor değil.
Sen ansın, yaşanan zaman...

ERHAN GÜLERYÜZ

*

AH BU GÖNÜL

ne hataların acısı
ne ayrılığın sancısı
bu sabah mutlu uyandım
bitti artık kendimle aşkın kavgası

bedeli ödenmiş sevdamın
acısı yamanmış dünyanın
yinede gelince aklıma
yağmurlarda bakışların

ah bu gönül
seni deli sevdi güzelim
seni hep sevdi
yağmurlarda solan yüzüne
tutuşur bulutlu gözlerine

ERHAN GÜLERYÜZ

*

AKDENİZ..

Cebimde ucu ucuna yetecek bir para
Ve içimde bir umutla
Bir çanta ve anılar koyuldum yola
Akdeniz MERHABA...!

Tarlada patikada dağlarda
Başka bir tad var yollarda
Çok yorulmuş bir haldeydim
Kendimi buldum aşkında.

Bekler sahilde meltem içimde fırtına
Yeniden de, sevebiliriz............AKDENİZ.

ERHAN GÜLERYÜZ

*

AVUCUMDA SEVDA VAR

Rüzgar dudaklarıma
iki damla yağmur vurdu.
Bir çocuk aşkı ki,
koca insanlar böyle sevmemiştir.
Akşamüstü Arnavutköy'deydim.

''Sevda'' diyorum,
''Sevda'' dedin mi gizli olacak
ve çulsuz olacaksın ki
değerini bileceksin,
hissedeceksin.
O zaman acısına da saygın olur.

İki damla yağmur,
ardını bilmediğim karanlıktan
dudaklarıma
rüzgarın hediyesi.
Cebimde yumruk elim.
Yanıyor avucumda,
yanıyor
verdiğin mektup.
Bütün bulutları seviyorum.
Bütün insanları seviyorum.
Yaşamayı seviyorum.

ERHAN GÜLERYÜZ

*

BAHÇENİN ÜRÜNLERİ

O bahçede büyüyenlerden...
Ne olurdu ki...
Akasyayı belediye kesti,
incir zaten uğursuzdu
kurudu gitti.
Atilla, çocuk felcinden,
Gülseren veremden öldü.
Şarkılarını söylemek bize kaldı.

ERHAN GÜLERYÜZ

*

BANA NE?

Ben burada büyümeseydim,
bu gölde tutmasaydım ilk kaya balığını
ve bu denizde yüzmeseydim ilk defa.
İlk aşkımı burada yaşamasaydım ilkokul üçte...
Soğuk kış günlerinde üşümeseydim kumsalında.
İlk yumruğu vurmasaydım
okul önünde
ve yokluğu öğrenmeseydim
yazlıkçılar gidince.
Kürdü, Lazı, Çingeneyi, Göçmeni
burada tanımasaydım.
İlk darbukayı çalmasaydım
o sünnet düğününde.
İlk sigara, ilk bira, ilk sevda, ilk, ilk, ilk, ilk...
İlk burada ağlamasaydım
bana neydi Çekmece'den.

ERHAN GÜLERYÜZ

*

BEKÇİ

Sen doğrularını alıp gittiğinde
bir sönük soba gibi sırıttı hayatım.
Sorgularını alıp gittiğinde
cevaplar yarım kaldı.
Bende isterdim alıp başımı gitmek.
İlk kaçan kurtuldu bu savaş yerinden.
Şimdi saatlere bakamayan bir bekçiyim.
Hiçbir şeyi beklerken...
Belki de
gerçek bir kahkaha için
sinirlerim bozulmalı artık.
Hiçbir deli, delirmekten korkmaz.
Öyle değil mi?

ERHAN GÜLERYÜZ

*

BEN SEVGİLİYDİM

Oda leş gibiydi.
Yerde bir minder.
Kesik alkol kokuyordu
yattığımız yer.

Kolunu boynuma sarmış,
bebek gibiydin.
Çekindim uyandırmaktan.
Ben sevgiliydim.
Yüzünü seyrederken
bir melek geldi.
Ölümü anlattı bana
belli deliydi.
Onbeş yılın korkusu
o sabah bitti.
Nefesini kokladım,
büyü gibiydi.

Ben o sabahtan sonra
ölümden hiç korkmadım.
Sen yanımda uyurken
irkilip uyanmadım.

ERHAN GÜLERYÜZ

*

BEŞ PARASIZ

Beş parasız okul yılları
Toy bir sıcak gurbet sokakları
Otogarda çaresiz gururlu bir sefalet
Baştan kaybedilmiş fakülte aşkları
Gözümde bir çocuk, ruhum bin yaşında
Yıl sonunda okuldan kovulma telaşları

Yıllar yılları kovaladı
Dostlar kalbimi yaraladı
Ya gittiklerinden ya vakitsizlikten
Bir çarem olmadı sevdiklerimden
Ayrılmış yollarda hayattan geçerken
Bir çarem olmadı sevdiklerimden

Buldum bulmasına parayı
Ne yazık ki kapatamadım ben bu arayı
Ne çocuk ne yaşlıyım ama
Gençliğimde olmadı

Ah nerdeler
Çok acaip günlerdi
Öyle esip geçtiler

Ah nerdeler
Gitti gelmez diyorlar ama
Beni terketmediler.

ERHAN GÜLERYÜZ

*

BİRÇOK ŞEY TÜKENDİ

Yasladım sırtımı
Gürpınar çayırına.
Yükledim hayalleri
yıldızlara.

Bir çok şey tükendi
zamanın elinde.
Sana ne kaldı anlat şimdi?
Bana ne kaldı sorma.

Akan yılların pınarında
hüzünlü gözlerim.
Çocukluğumdan kalma
bir güzel gün özlemim.

ERHAN GÜLERYÜZ

*

BUZDAN SAATLER

Buzdan saatler,
Takvimlerde göremediğin
zamanlarda saklıdır.
Hiç yaşanmamış gibi,
sadece ruhum üşür.
Buzdan saatlerde,
söyleyecek kelimesi yoktur
dilin.

Acı bir kabulleniş
bu benim için.
Vaktin geldiğini
hisseder beklerim.
Buzdan saatlerde
gitarım sarhoş
Ben
yine deli,
ben
yine aşık.
Bir martı
dağlarda başıboş.

Gitarım sarhoş
Kapkara bir fırtına bu
acısı bir hoş.

ERHAN GÜLERYÜZ

*

CELAL İLE BEHİYE

Tarlayı ekti Celal.
Bahar geldi.
Çiçek oldu badem, sevindi.
Atı öldü. Ana avrat küfretti şansına.
Yılanları yaktı bir gece, bütün çayır kavruldu.
Çok Rakı içti yalnızlık öldü.
Altmış yedi yılın hesabı masalarda sızdı.
O güzelim hatıraları leş gibi taşımaya çalıştı.
O gece yaktı Birinci’yi...Uzandı.
Döşek, saman hayata perde oldu tavan.
Seyretti seyretti, iki gıdım oynadı dudağı.
Güldü.
Ne devlet ne dünya, bir tek o vardı evde ve
Behiye’nin on sekiz yaşındaki gülüşü...
Elini uzattı, okşadı yanaklarını.
-Kızdın mı seninle gelmedim diye?

-Amaann Celal, sanki gel desem gelecektin.

-Gelirdim be! Gelirdim deyyusun kızı, gelirdim tabii.
Bak ne halde ev. Çiçekler hep kurudu her taraf toz duman.
Oralar nasıl? Soba yakmaya halim yok, üşüyorum.

Behiye çocuksu bir gülümseyişiyle elini uzattı.

-Celal, gelsen artık diyorum.
Sen sıkılırsın, bak çocuklar çoluk çocuğa karıştı.
Evde yalnız başına olur mu hiç?
Gel be Celal’im

Celal güldü. Biraz yorgun, biraz kararsız.
-Ben kalkamıyorum, tut elimden.Vakit geldi.
Yavaş! sırtım ağrıyor.

Sarıldılar, gün doğdu, günler geçti, mahalle koktu
buldular onu.

ERHAN GÜLERYÜZ

*


Hepinize yaşanabilir güzellikler diliyorum. Haftaya tekrar buluşmak dileğiyle hoşça kalın.



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

Yayın Tarihi26.08.2012


GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ŞEHRİMİZİN ÜNLÜLERİ 39


Bir şehir; içinde yetişen insanların hem nitelik, hem niceliğiyle uygar dünyanın şehri olur. Sahip olduğu geçmişe oranla azımsanmayacak nicelik ve en önemlisi nitelikte insanın bağrından çıkmış olması nedeniyle şehrimizin bulunduğu yerden daha yukarılarda olması gerektiğini düşünüyorum. Bu şehir bir aşık Güvahi, bir Ekrem Akurgal, bir Sait Faik Aabasıyanık gibi değerler yetiştirmiştir. Az şey değildir bu.

Şehirler sahip olduğu ünlü kişileriyle ünlenir. Bu kişiler ne kadar çoksa, şehirlerde o kadar büyük olur. Bazende bu sayıya bakmaz, nitelikçe bazen bir, ikiden daha değerli olabilir. Onun için nitelik nicelikten daha önemlidir. Şehirlerin niteliği yaşayanlarının niteliğiyle orantılıdır.
Ne yazık ki şehrimiz İstanbul’a yakınlığı nedeniyle beyin göçü vermektedir. Uluslar arası düzeye erişen insanlarımız her şeyin kaynağı durumundaki İstanbul’u tercih etmektedirler. Gerçi ülke sınırları içindeki her yer bize vatandır. Burada ayrım olmaz.

Gelgelelim şehrimizin uygar dünya şehri olabilmesi için bunun önlenmesi gerektiği gün gibi ortada duruyor. Nasıl olacak peki? Bu soruyu cevaplamak görevi yerel yöneticilerimize düşüyor. Yerel yöneticilerimiz şehrimizin başka şehirlerde yaşayan ünlülerini çekmek için şehrimizde yaşamayı cazip hale getirmeliler. Artık ebediyete intikal etmiş ünlülerimizin de isimleri cadde ve sokaklarımıza verilmeli. İl meclisi üyelerimizin parlak buluşları sayesinde (bu sayın baylara hakkımı asla helal etmiyorum) numaralandırılarak şahsiyetsizleştirilen cadde ve sokaklar böylelikle alacakları isimle kişilik kazanacaklar. Ayrıca şehrimiz ünlülerinin eserleri çeşitli etkinliklerle kamuoyuna sıkça tanıtılmalı.

Son dönemde yerel yönetimlerimizce şehrimizde doğan ünlü futbolcuların doğdukları sokak başlarına birer panoyla tanıtımı yapıldı. Güzel şeylere itirazım yok! Ama bir Güvahi’nin ata sözü derlemeleri gibi bir söz neden panolarda yer almaz, sorasım geliyor. Yoksa sizlerde benim gibi Güvahi’den haberdar değil miydiniz? Yada yaşayan edebiyat ustalarımızdan Necati Mert gibilerinin eserlerinden bir cümle.. anladım, anladım okumayı sevmiyorsunuz, ondan dolayı bu saydığım konuları bilmiyorsunuz. Ne diyebilirim ki..   

Şehrimizin ünlülerini anlattığım bu yazı dizisinde kişilere alfabetik sıralama uyguladım. Bunu özellikle belirtiyorum; çünkü hiçbir ünlü kişiyi diğerinin önüne geçirmek gibi bir niyetim yok! Her ünlünün eskilerin dediği gibi kişilikleri “nev-i şahsına münhasır”, yani kendine özgüdür. Kendilerini ünlü yapan özelliklerde kendilerine özgüdür. Bu durumda alfabetik sıralama uygulamak en adil davranıştır.

Yazı dizimizi, şehrimizin ünlülerinin bir listesini vererek bitirelim. Bu listede olan ünlülerden kimilerini ya yeterli bilgi toplayamadığım için, ya isimleri yeterince duyulmadığı için, ya çok kısa sürede unutuldukları için, yada şehrimizle direk bağları konusunda çekimser olduğum için anmadım. Gene de bir listede olmayı ve hatırlanmayı hak ettiklerini düşünüyorum.

Yazı dizimizi ilk listedeki kişilerle sınırlamak istemiştim. Fakat o listedeki çoğu ismin yaşamadığını, yaşayanları anmadan geçmenin doğru olmayacağını düşündüm. 3. listede ise devlet adamı ve siyasetçilerimiz var. Son 30 -40 yılın siyasetçilerini de eklemek niyetinde değildim. Fakat onlarda isimleriyle bizleri görmezsen o liste güdük kalır der gibiydiler. Dolayısıyla bugüne kadar okuduğunuz bu dizi yazı böylelikle ortaya çıktı. Sabırla okuduğunuz için hepinize teşekkür ederim.   

Sözü çok uzattım. İşte o liste

*

1. LİSTE

1 Cambaz Abdullah Yıldız - Akrobat
2 Reis-ü’l Kura Hafız Abdurrahman Gürses - Hafız
3 Aşık Güvahi - Derleyici / Yazar
4 Ayfer Tunç - Yazar
5 Esin Engin - Besteci / Ses Sanatçısı
6 Faik Baysal - Yazar
7 Falih Rıfkı Atay - Yazar
8 Halit Çelikoğlu - Şarkı Sözü Yazarı
9 Hamdi Özarutan - Organizatör
10 Hürrem Erman - Sinema Yapımcısı
11 Kerim Korcan- Yazar
12 Saim Özel - Hafız
13 Sait Faik Abasıyanık - Yazar
14 Sezgin Burak - Çizgi Roman Yazar ve Çizeri
15 Yesari Asım Arsoy - TSM Bestecisi
16 Yıldırım Gencer - Sinema Oyuncusu
17 Ziya Taşkent - TSM bestecisi / Ses Sanatçısı

*

2. LİSTE

1 Ahmet Toçoğlu - Fenerbahçe’li Voleybolcu
2 Prof.Dr. Ahmet Tutar - Kimya
3 Akgün Akova - Şair / Fotoğraf Sanatçısı
4 Prof.Dr. Ali Akyüz - İlahiyat (Hadis)
5 Altan Tanrıkulu - Spor Yazarı
6 Ali Nail Durmuş - A Milli Futbolcu
7 Asuman Krause - Manken / Sunucu
8 Aşkın Nur Yengi - Pop Müzik Sanatçısı
9 Aykut Kocaman - Teknik Direktör / Eski Futbolcu
10 Ayşegül Aldinç - Pop Müzik sanatçısı / Sinema ve Dizi film Oyuncusu
11 Banu Güven - NTV Haber spikeri / Program sunucusu
12 Bülent Uygun - Teknik Direktör / Eski Futbolcu
13 Cem Uzan - İşadamı / Politikacı
14 Cemal Kamacı - Eski Avrupa Boks şampiyonu
15 Didem Uzel - Manken / Oyuncu
16 Ebru Cündübeyoğlu - Dizi ve Sinema Oyuncusu
17 Ebru Yaşar - Ses sanatçısı
18 Ord. Prof.Dr. Ekrem Akurgal - Arkeolog
19 Eren Ermiş
20 Erol Fazlıoğlu - Yönetmen
21 Eyüp Engin Hoş - General
22 Engin İpekoğlu  - Eski Milli Kaleci
23 Engin Yüksel- Oyuncu
24 Esra Sert - NTV Spikeri
25 Faruk Geç - Ressam / Hürriyet Gazetesi Çizgiroman Çizeri
26 Doç.Dr. Ferruh Tuzcuoğlu - SAÜ. MYO Öğr. Görv. / Yazar
27 Funda Arar - Ses Sanatçısı
28 Gaffar Okkan - Emniyet Müdürü
29 Gülcan Arslan - Oyuncu
30 Gürkan Uygun - Oyuncu
31 CGüven Kıraç - Tiyatro oyuncusu
32 Hakan Keleş - Eski futbolcu
33 Hakan Şükür - Eski futbolcu
34 Halil Mutlu - Milli Halterci
35 Haşmet Babaoğlu - Köşe Yazarı
37 İlhan İremoğlu - Sanatçı
38 İhsan Uzungüngör - Yazar
39 Kenan Akman - CHP Kocaeli Milletvekili
40 Kenan Sofuoğlu - Sporcu
41 Leyla Sayar - Eski Sinema Oyuncusu
42 Mahmut Hanefi - Futbolcu
43 Mehmet Niyazi Özdemir - Yazar
44 Mithat Bayrak - Olimpiyat Şampiyonu güreşçi
45 Mustafa Topaloğlu - Ses Sanatçısı
46 Nadide Sultan - Ses Sanatçısı
47 Oğuz Çetin - Futbolcu
48 Oğuz Dizer - Fanatik Yazarı
49 Orhan Ak - Futbolcu
50 Ömercik - Sinema Oyuncusu
51 Sabri Ugan - Spor Spikeri
52 Semih Saygıner - Bilardocu
53 Serdar Akar - Yönetmen
54 Süleyman Seba - Eski futbolcu / Eski BJK Başkanı
55 Süleyman Vural
56 Şaban Yıldırım - Eski Futbolcu
57 Şansal Büyüka - Spor Spikeri
58 Ş. Şemsi Bayraktar - Oda Başkanı
59 Tahsin Kaya - Eski FB Başkanı
60 Tayfur Havutçu - Eski Futbolcu / Teknik Direktör
61 Tuncay Şanlı - Eski Futbolcu
62 Timur Acar - Oyuncu
63 Uğur Dündar - Araştırmacı Gazeteci
64 Umut Akyürek - TSM Ses Sanatçısı
65 Yılmaz Vural - Teknik Direktör
67 Zeynep Değirmencioğlu - Sinema Oyuncusu

*

3. LİSTE DEVLET ADAMI VE SİYASETÇİ ÜNLÜLERİMİZ

1 Barbaros Turgut BOZTEPE - CHP ve AP Sakarya milletvekili
2 Cevat AYHAN - Bayındırlık ve İskan Eski Bakanı
3 DR. Nuri BAYAR - Ticaret ve Sanayi Eski Bakanı 
4 Ekrem ALİCAN - Başbakan Yardımcısı ve Maliye Eski Bakanı
5 Ersin TARANOĞLU - Devlet – Orman Eski Bakanı
6 Hasan Fehmi GÜNEŞ - İçişleri Eski Bakanı
7 Hayrettin UYSAL - Sosyal Güvenlik Eski Bakanı
8 İsmail MÜFTÜOĞLU - Adalet Eski Bakanı
9 İsmail Rüştü AKSAL - Maliye Eski Bakanı
10 Mehmet GÖLHAN - Devlet ve Milli Savunma Eski Bakan
11 Nevzat ERCAN - Devlet ve Orman Eski Bakanı
12 Orgeneral Rasim BETİR - Eski Jandarma Genel Komutanı
13 Sadettin TANTAN - Eski İçişleri Eski Bakanı
14 Recep YILDIRIM


BİTTİ


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

Yayın Tarihi24.08.2012 

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 136


Merhaba sevgili okurlar.  Bu haftaki şairimiz Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı sizlere daha önce 2 kez tanıtmış, şiirlerinden seçtiklerimi sunmuştum. Bayrama denk gelen böyle bir seçim yapmış olmam “müflis tüccar eski defterleri karıştırır” sözünü aklıma getirdi. Biraz aceleye geldiğimi itiraf ederim. Fakat Fazıl Hüsnü Dağlarca ne kadar sunulsa da bence bir sonraki zamanda sunulmaya gebedir. Çünkü şairimiz, milli şairlerimiz içinde önemli yer tutar. Kendisini tekrar sunmanın sevinci bayram sevincimle birleşince yaşadığım sevinci hayal edebilir misiniz? Aynı sevinci Ramazan Bayramı süresince yaşamanızı diliyor ve bayramınızı içten dileklerle kutluyorum.   

Şimdi de şairimizi şöyle bir hatırlayalım derim; siz ne dersiniz?

1914 yılında İstanbul’da doğdu. Kuleli Askeri Lisesi’ni ve1935’te Harp Okulu’nu bitirdi. 1950 yılında kendi isteği ile ordudan ayrıldı. 1960 yılında Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü’nde, Çalışma Bakanlığı’nda İş Müfettişi olarak çalıştı. İstanbul Aksaray’da Kitap Kitabevi’ni kurdu, yönetti. 1960-1964 yılları arasında Türkçe adlı bir dergi çıkardı. Türk Dil Kurumu Yönetim Kurulu üyesiydi.
Yavaşlayan Ömür adlı ilk şiiri 1933’te İstanbul dergisinde çıktı. Aile, Ataç, Çağrı, Devrim, İnkılapçı Gençlik, Kültür Haftası, Türkçe, Türk Dili, Türk Yurdu, Varlık, Vatan, Yeditepe, Yücel, Yenilik, Yön, gibi dergi ve gazetelerde şiirlerini yayımladı. Şiirlerinde mağara devri insanlarından günümüz insanına dek insanın, iç ve dış dünyasını benzersiz anlatımıyla işledi. İlk yapıtından başlayarak Türk şiirine yepyeni bir anlam, kavrayış ve ses getirmiştir. Şiirimizin en verimli sanatçısıdır, şiirini sürekli olarak yenileyen özelliği ile Türk Şiirinin Ses Bayrağı nitelemesine değer görüldü. 

İşte övgüye değer şiirlerinden seçtiklerim.

...

AĞIR HASTA  

Üfleme bana anneciğim korkuyorum
Dua edip edip, geceleri.
Haytayım ama ne kadar güzel
Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri.

Niçin böyle örtmüşler üstümü
Çok muntazam, ki bana hüzün verir.
Ağarırken uzak rüzgarlar içinde
Oyuncaklar gibi şehir.

Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum
Ağlıyorsun, nur gibi.
Beraber duyuyoruz yavaş ve tenha
Duvardaki resimlerle, nasibi.

Anneciğim, büyüyorum ben şimdi,
Büyüyor göllerde kamış.
Fakat değnekten atım nerde
Kardeşim su versin ona, susamış.
...
Fazıl Hüsnü Dağlarca

***

AKDENİZ ŞİİRLERİ

Sen Deniz Gök,
Bir an dursanız uykuda
Büyür bir yosun geceye karşı.

Tedirgin olur ölüler
Bir an yaşlansanız karanlığa,
Sen Deniz Gök.

Dalarım engine
Ki yaşadığım
Anıladığımdır.

Roma'yla Kartaca'nın arasında
Yüzer, sevgi sevgi
İstanbul.

Böler bir kuş düşüncemi ikiye
Maviden
Yarıda kalır içki.

Dersin ki
Ellerimize değecek
Yıldızlar
Büyüyecek büyüyecek de.

Dersin ki
Bir aydınlığı var
Sevgililer için,
Karanlık sessiz de.

Dersin ki
Uyuyamıyorum
Yalnızız
Gece, mavi de.

Sessizdi yeryüzü
Yeryüzünde biricik Akdeniz vardı
Akdenizde
Yalnız ikimiz.

Beni seviyor musun dedim,
Yumdu gözlerini uzaklığa,
Tam sorulacak an, diye gülümsedi,
Tam sorulacak yer.

Bir kocaman yeşil bir kocaman boz
Yellerde
Çarpar birbirine çarpar enginlere dek.

Dalgaların ucunda yıldızların ucu
Her köpük bir fırtına
Her köpük bir evren.

Şu deniz şu gök gizlenebilir
Seni sevdiğim
Gizlenemez.

Havaya da yalıma da ağaca da benzer ama
En çok suya benzer
Sevgimiz.

Morluğun acısı var sonu yok
Karışır yaşamımıza
Kendiliğinden.

Herkes ölünce toprak olurmuş
Hayır hayır
Bizim su olacağımız besbelli.

Akdeniz enginlerde kararmaktadır
Ama
Ben
Öyle maviyim ki.

Akdeniz bir gitmişlikle eski, uzak,
Ama
Ben
Sahibi gibiyim yıldızların.

Akdeniz seni bir daha yaratamaz
Ama
Ben
Seni bir daha sevebilirim.

Deli gibi bir gürültü, ansızın,
Yırtılırcasına yarılır sessizlik,
Düşünür Akdeniz.

İşte uçaklar geçer havalarından
Kalır mavilik üstünde apak izleri,
Akdeniz anlar ve sever.

Denizdir,
Her akşam üstü
Bütün düşüncelerde
Gelip gider.

7nin le
Acısı
Uzunluğu
Aksi.

Ve gece yarısıdır bu masmavi şey,
Senin
Uzaklarda
Unuttuğun sessizlik.

Duymuştun
Bu türküyü
Çok eskiden de.

Bu türküyle anılarsın yelden
Yeşilden
Kadırgaların dibindeki sessiz yosunları.

Bu Akdeniz dalgalarında bu türküde sen
Varsın ışıl ışıl
Ve yoksun biraz.
İyice düşün bu bütün yaşamamızdır.
...
Fazıl Hüsnü Dağlarca

***
ANKARALI HASAN

Altı kere aldılar Şehitler Tepesi'ni,
Altı kere geri aldık.
Ovalar şahidimiz,
Sonunda biz aldık.
İlle dermiş gavur,
Gülerim illesine!
Gece atar, gündüz atar, yorulmaz,
Delik delik oldu nazlı yer.
Yanaşmaz ki iki nefes sorasın,
Kimi arar, ne söyler?
Deli midir, kör müdür,
Şaşarım güllesine!
Yaralarım köyceğizi düşünür,
Kanımın boşuna akası yok.
Düşmana malum ola,
Dipçiğim yüreğimdir çarpınca, şakası yok
Ayacığıma düşmüş,
Acırım kellesine!...
...
Fazıl Hüsnü Dağlarca


***

BİR MEMET DAHA

Topraktan mı çıktı yarı toprak bir yaratık,
Gökten mi indi yarı gök bir kartal.
Bir Memet daha var oldu o sıra,
Tepenin doruğunda kalpağı al.

Bir Memet olduğu besbelli,
Saçları başakta, gözleri çiçekte.
Elleri ayakları öylesin kocaman,
Yüzü altı Memet'in yüzüne öylesin benzemekte.

Vardı üç adımda masalcana,
Ağzı duman tüten makineliye, dev.
Kabzayı kavrar kavramaz bastı tetiğe
Fışkırdı namludan sonsuz bir alev.

Allah Allah, şaştı bütün dağlar, bütün gök,
Şaştı dost düşman.
Bu kimdir, bu kaçıncı Memet'tir,
Ölülerde dirilerde dondu kan.

Görsen efsane, görmesen efsane,
Duysan efsane.
Uzak mıdır bayraktan düşen,
Yakın mıdır ne?

Bir parıltı bir parıltı tarihten,
Tanrıca dik.
Yurdun ulusun kutsal gücü,
Bu yedinci Memet, Memetçik.
...
Fazıl Hüsnü Dağlarca

***

BU ELLER MİYDİ?  

Bu eller miydi masallar arasından
Rüyalara uzattığım bu eller miydi.
Arzu dolu, yaşamak dolu,
Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan.

Bilyaların aydınlık dünyacıkları
Bu eller miydi hayatı o dünyaların.
Altın bir oyun gibi eserdi
Altın tüylerinden mevsimin rüzgarı.

Topraktan evler yapan bu eller miydi
Ki şimdi değmekte toprak olan evlere.
El işi vazifelerin önünde
Tırnaklarını yiyerek düşünmek ne iyiydi.

Kaybolmuş o çizgilerden
Falcının saadet dedikleri.
O köylü çakısının kestiği yer
Söğüt dallarından düdük yaparken...

Bu eller miydi kesen mavi serçeyi
Birkaç damla kan ki zafer ve kahramanlık.
Yorganın altına saklanarak
Bu eller miydi sevmeyen geceyi.

Ayrılmış sevgili oyuncaklardan
Kırmış küçücük şişelerini.
Ve her şeyden ve her şeyden sonra
Bu eller miydi Allaha açılan !
...
Fazıl Hüsnü Dağlarca

***

BÜYÜMEK 

Büyür ağaçlar maviliklerde,
Bulutlar, aydınlıklar, uzaktan.
Büyür şehirlerin yatakları,
Mevsimlerin üstü, yaşamaktan.

Bir anne gibi genişleyen sabah aydınlığı,
Büyür kanatları yavru serçelerin.
Büyük şehirler ve şehirlerde,
Korkunç hayatı, gecelerin.

Büyür hatıralar gibi ihtiyarlar,
Yaşamayı hatırlarken.
Büyür güzellikleri, vücutları kısmetleri,
Çocuklar uyurken.

Vakit büyür habersiz,
Bir serinlik düşer her cama.
Çiftçiler bile anlamadan
Büyür topraklar daima.
...
Fazıl Hüsnü Dağlarca

***

DENİZ FENERİ 

Uzanmış koca burun açık denize doğru,
Lacivert ve gri gecenin değerinde.
Karanlıkla başlar bir dünya sevgisi,
Deniz feneri parlar,
Talihe aldırmadan kayalar üzerinde.

Bulutlar birleşir alaca düzlüklerde,
Çöker uzak limanlardan bir sis.
Bir sıkıntı başlar karanlığında kaderin,
Bildirir, yanınca yanınca,
Ömrün neresindesiniz, aşkın neresindesiniz?

Yüreğin mi daralıyor, yıldız ışığında,
Bırak anılar gitsin biraz daha geri.
Ruhu götürmeden vakit yürüyebilir,
Düşün nasıl durmuş sabırla yüzlerce yıl,
Hep bu benekte bu deniz feneri.

Bak deniz savaşlarına, yaşlı korsanlara,
Uçan dalgalara, uyuyan rüzgara bakmış,
Bir tek göz kadar kara ve mavi,
Enginle boş,
Kısmetsiz balıkçılara bakmış.

Saçlarında tuz kokan, ölü kokan bir serinlik,
Yüzünde bir fırtına tadı.
Durursun yorgun, umutsuz,
Birden bir daha yanıp söner, sevinçle titrersin,
Bir şey, belki de yaşaman uzadı.

Yaslıdır dulların ölçülmez özleminde,
Güçlüdür kocaman geceleri taşır.
Delidir, konuşmaz, uyumaz,
Sonrasızlığın iyiliğini bekler, kötü günlerden,
Akıllıdır.

Sarhoş gemilerimiz sallanır sallanır,
Gömülmüş kasırgaların uykusuyla belli,
Kayalar mezarlara benzer enginlerden,
Duyulur sudan göğe kadar,
"Ölüsü kandilli."

Vakit yok olur, zamandan boşalır varlık,
Düşmez burçlardan haber.
Bir uğursuzlukla ağır ve yorgun,
Bütün insanlar bitti sanırsınız,
Deniz feneri gülümser.
...

Fazıl Hüsnü Dağlarca

***

Bu hafta Ramazan Bayramına denk gelen yazımızın da sonuna geldik sevgili okurlar. Dilinizden şiir, kulağınızdan müzik eksik olmasın. Hepinize ramazan ayının bitişinin hüznünü unutturan ödül olarak gelen bayramınızı canı yürekten bir kez daha kutlarım.. önümüzdeki hafta izne ayrılmayı düşünüyorum. Ondan sonraki hafta gene birlikte olacağız. Hoşça kalın!


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Yayın Tarihi19.08.2012  

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ŞEHRİMİZİN ÜNLÜLERİ 38


Geçmişten günümüze şehrimizin ünlülerini tanıttığım, tanıtırken kendimin de tanımadıklarına rastladığım yazı dizimizin sonuna geldik. Bu bölüm sondan bir önceki bölüm... bu kadar uzun soluklu olacağını hiç düşünmediğim dizimizin hazırlanmasında edindiğim kaynakların önemi çok büyük. Özellikle şehrimiz hakkında pek çok araştırmasına bağlı olarak yayınlanmış makalesi olan Fahri Tuna’yı anmadan geçemeyeceğim. Böyle bir çalışma yapmakla kalmamış, bunları sanal alemde de paylaşmıştır. Çalışmalarından yararlanma imkânını sunduğu için aynı şehrin insanı olarak kendisine teşekkür ederim.

Bugün yazı dizimizde şehrimizin TBMM milletvekili ve çeşitli hükümetlerde bakanlık yapmış 5, Orgeneralliğe ve Kuvvet Komutanlığına yükselmiş bir isimle birlikte 6 isme; İsmail Müftüoğlu, İsmail Rüştü Aksakal, Mehmet Gölhan, Nevzat Ercan, K.K. Org. Rasim Betir ve Sadettin Tantan’a yer vereceğim.

İşte ilk ismimiz...     

İSMAİL MÜFTÜOĞLU 

1939 yılında Trabzon’un Of, ilçesinde doğan İsmail Müftüoğlu; Çapa Öğretmen Okulu’nu, ardından da  İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Evli ve üç çocuk babası Müftüoğlu Serbest Avukatlık, 14. Dönem Sakarya Milletvekiliği ile Adalet Bakanlığı yaptı.


İSMAİL RÜŞTÜ AKSAL 

İsmail Rüştü Aksal 1911 yılında Sakarya Pamukova’da doğdu. Siyasal Bilgiler Okulu ve Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Ticaret Bakanlığı Teftiş Heyeti Reisliği, İç Ticaret Genel Müdür Yardımcılığı, Serbest Avukatlık, 8. Dönem Kocaeli, 11, 12 ve 13. Dönem Ankara Milletvekilliği, Kurucu Meclis Cumhuriyet Halk Partisi Temsilciliği’nin yanı sıra Maliye Bakanlığı yaptı. Evli ve bir çocuk babası olan Aksal 13 Eylül 1989 yılında öldü.

MEHMET GÖLHAN

Evli ve 2 çocuk babası Mehmet Gölhan 1929 Adapazarı doğumlu ve İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi mezunu. Sanayi Dairesi Başkanlığı, YSE ve TPAO Genel Müdürlüğü, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Müsteşarlığında bulundu. Büyük Türkiye Partisi ve Doğru Yol Partisi Kurucu Üyesidir, 18. - 19. Dönem Sakarya ve 20. Dönem Ankara’dan Milletvekili seçildi. Sanayi ve Teknoloji, Milli Savunma ve Devlet Bakanı sıfatlarıyla ülke yönetiminde rol aldı.

NEVZAT ERCAN

Evli ve 2 çocuk babası Nevzat Ercan 1944’te Hendek’te doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Serbest Avukatlık, 19, 20 ve 21. Dönem Sakarya Milletvekiliği’yle Devlet ve Orman Bakanlıkları yaptı.

RASİM BETİR

İlimizin yetiştirdiği ilk ve tek Kuvvet Komutanı ve Orgenerali Rasim BETİR 1938 yılında Sakarya Hendek’te doğdu. Kuleli Askeri Lisesi’ni, 1958’de Kara Harp Okulunu, 1971’de Kara Harp Akademisi ve1977’de Silahlı Kuvvetler Akademisi’ni bitirdi. 1983’te Tuğgeneral, 1987’de Tümgeneral ve1991’de Korgeneralliğe yükseltildi. Betir, Genelkurmay Lojistik ve Hareket Daire Başkanlığı ve 5. Kolordu Komutanlığı görevlerinden sonra 1996’da Orgeneralliğe terfi ettirildi. 1998-2000 arasında 2. Ordu Komutanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı görevine getirildikten sonra 2000’de emekli oldu.

12 yıldır, maaşını hayır için harcıyor.

Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Rasim Betir 1983’te tuğgeneral’liğe yükseldikten sonra tüm maaşını Mehmetçik Vakfı’na bağışlamıştır. 17 Ağustos Depremi’nde 40’a yakın akrabasını kurban verdikten sonra maaş bağışını depremzedelere de yönlendirdi.

SADETTİN TANTAN

Sadettin Tantan 1 Ocak 1941 Sapanca doğumludur. Polis Enstitisü ve Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi İşletme bölümü mezuniyetinden sonra Bursa İş İdaresi Enstitüsü’nde master yaptı. İngiltere’ye dil eğitimi için gitti. 1966’da komiser yardımcısı oldu. Emniyet Genel Müdürlüğü teşkilatının Eskişehir, Bursa ve İstanbul’da Narkotik ve Asayiş şubelerinde verilen görevi başarıyla yerine getirdi. Giresun ve Tekirdağ’da İl Emniyet Müdürü olarak görev aldı. Görevleri sırasında titiz ve hızlı sonuç alan çalışmalarının yanında dürüst kişiliğiyle de adı ünlenirken büyük takdir kazandı. Tantan, aynı zamanda, 1980-1990 yıllarında, İstanbul Güreş İhtisas Kulübü Başkanlığı, 1991 Aralık ve 1993 Aralık yıllarında da Güreş Federasyonu Başkanlığı görevlerinide yürüttü.
1990-1994 arasında yaptığı Emniyet Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu İstanbul Bölge Başkanlığı’nın ardından 1994’te emekliye ayrıldıktan sonra ANAP’tan siyasete geçti. İlk katıldığı ilk yerel seçimi kazanarak Fatih Belediye Başkanı oldu. 18 Nisan 1999 seçimlerinden önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlığına aday yapılacağı sözleri önce İstanbul’u sonra tüm yurdu sardı. Fakat İstanbul Büyükşehir Belediye Başkınlığı yerine milletvekilliğine aday gösterildi. Yapılan genel seçimleri kazanarak 21.Dönemde TBMM’ye İstanbul milletvekili olarak girdi. DSP-MHP-ANAP koalisyonunun kurduğu 57. Hükümette İçişleri Bakanı olur olmaz büyük çaplı yolsuzluklara karşı operasyonlar başlattı.
2001 yılı Haziran ayında İçişleri Bakanlığı görevinden alınmasını takiben önerilen Gümrüklerden Sorumlu Devlet Bakanlığı teklifini kabul etmedi ve partisinden istifa etti. Evli ve 6 çocuk, 5’de torun sahibi olan Tantan, Ocak 2002’de Yurt Partisini kurdu ve 25 Ağustos 2002 tarihinde yapılan Olağanüstü Kongrede partisinin Genel Başkanı seçildi.


DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

Yayın Tarihi17.08.2012 

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ŞEHRİMİZİN ÜNLÜLERİ 37


Önceki bölümde yazı dizimizin kalan bölümlerinde şehrimizde yetişmiş ünlü siyasetçi ve devlet adamlarına yer vereceğimi belirtmiş ve 5 isme yer vermiştim. Bugün 8 eski milletvekili ve bakanı tanıtacağım. Bu bölümde Barbaros Turgut Boztepe, Cevat Ayhan, Hasan Fehmi Güneş, Recep Yıldırım, Nuri K. Bayar, A. Ekrem Alican, Ersin Taranoğlu, Hayrettin Uysal yer alacak.

BARBAROS TURGUT BOZTEPE

İlimizin ilçesi Akyazı’nın Boztepe Köyün’de1933’te doğan Barbaros Turgut Boztepe, Akyazı Konuralp İlkokulunu, Bilecik Ortaokulunu, Haydarpaşa Lisesinden sonrada İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat – İşletme ve Maliye Disiplinini bitirdi. İstanbul Belediye Konservatuarında görev aldı. 1956 yılında çalıştığı kurumda İdare Amirliğine, ardından sırasıyla önce Şehir Operası Müdür Muavinliğine, daha sonrada İktisadi Teftiş Heyeti müfettişliğine getirildi. 1969 yılında yapılan genel seçimlerde CHP’den ilimizi temsilen milletvekili seçildi. 1977 yılında yapılan genel seçimlerde Sakarya Milletvekili seçildiği CHP’den 1979 yılında istifa ederek Adalet Partisine geçti. 12 Eylül 1980’de yapılan Askeri Darbe ile meclis feshedilince milletvekilliği bitmiş oldu.
  
CEVAT AYHAN

1938 yılında Sakarya’nın Akyazı ilçesi Çıldırlar Köyü’nde doğan Cevat Ayhan İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü mezunudur. Ayrıca aynı bölümde yüksek lisansını tamamladı. DPT’nin uzmanı, Aliağa Rafinerisi’nin Tevsi Projesi Makine Grubu Şefliği, Petkim Tesisleri Tevsi Proje Müdürlüğü, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı, TZDK Genel Müdürlüğü görevleri arasında olmuştur. 1991, 1995 ve 1999 yıllarında yapılan seçimlerle Refah Partisi’nden ve Fazilet Parti’sinden TBMM’ye girerek üç dönem Milletvekilliği yapan Ayhan, Erbakan Hükümetinde Bayındırlık ve İskan Bakanı oldu.

HASAN FEHMİ GÜNEŞ

Akyazı’nın Karapürçek beldesinde1934’te doğan Hasan Fehmi Güneş Arifiye İlköğretmen Okulu’nun ardından, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Savcılık ve serbest avukatlıktan sonra 1975 -80 yılları arası CHP Sakarya Senatörü olarak TBMM’de de görev yaptı. 3. Bülent Ecevit Hükümeti’nde 1978 yılında İçişleri Bakanı oldu. 1987’de yapılan genel seçimlerde SHP İstanbul, 2002’de yapılan genel seçimlerde CHP İstanbul milletvekili seçilerek TBMM’de yer buldu.

RECEP YILDIRIM

Recep Yıldırım Sakarya’nın Akyazı ilçesinde 1949 yılında doğdu. İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi Vatan Mühendislik Fakültesi Makine Bölümü’nü bitirerek Makine Yüksek Mühendisi oldu. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı İstanbul Sanayi Bölge Müdürlüğü’nde uzman makine mühendisliği, Akyazı İmam Hatip Lisesi’nde Matematik ve İngilizce öğretmenliği görevlerinde bulundu. Sanayi Bakanlığı Sanayi Dairesi Otomotiv Şubesi’nde olduğu gibi özel sektörde Adapazarı CERSAN AŞ’nin vinç fabrikasında mühendislik yaptı. Serbest Mühendislik ve Mimarlık Bürosu açarak ticarete atıldı. 1989-2002 yılları arasında yapılan yerel seçimlerde 3 dönem seçimleri kazanarak Akyazı’da 13 yıl Belediye Başkanlığı yaptı. Sakaryaspor AŞ ile Sakarya Sağlık Vakfı Kurucu Üyelisidir. TBMM’de 2002-2011 yılları arasında 2 dönem Akparti Sakarya Milletvekili seçildi.

***

NURİ KEMAL BAYAR

1927 yılında, Sakarya’nın merkez ilçesi Adapazarı’nda doğan Nuri K. Bayar İstanbul Tıp Fakültesini bitirerek Dahiliye Mütehassısı oldu. Serbest Hekimlik, İstanbul Belediye Meclisi Üyeliği, 11. ve 16. dönemler arasında toplam 5 Dönem Sakarya Milletvekilliğine seçildi. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı yaptı. Eski Ankara valisi ve Emniyet Genel Müdürü Kemal Aygün’ün kızı Baysan Aygün’le evlendi. Bu evlilikten Mehmet Ali ve Uğur adını verdikleri iki oğlu oldu. Bunlardan Mehmet Ali Bayar eski Washington Büyükelçiliği müsteşarlığına, Uğur Bayar Özelleştirme Başkanlığına getirildi.
Sakarya’nın merkez ilçesi Adapazarı’nda Çark Caddesinin üstünde kendi adına yapılmış Doktor Nuri Bayar İlköğretim okulu olan Nuri K. Bayar 28 Kasım 1989’da öldü.

***

ALİ EKREM ALİCAN 

1916 Adapazarı doğumlu olan A. Ekrem Alican 17 Haziran 2000 yılında İstanbul’da öldü.

1937 yılında Mülkiye Mektebi maliye bölümünü bitirdikten sonra Maliye Bakanlığı’na memur olarak girdi. Lisansüstü eğitimi için gönderildiği İngiltere’de London School of  Economics’te kabul edildi. 2. Dünya Savaşının engel olduğu buradaki eğitimini yarıda keserek yurda döndü. Hemen o sıralarda Maliye müfettişliği görevine getirildi. Bu görevle birlikte 1947’de devlet hizmetinden ayrılarak, Adapazarı’nda ticaret hayatına atıldı. 1950 ve 1954’te Demokrat Parti’den o zamanlar Kocaeli’nin bir ilçesi olduğumuz için 2 dönem Kocaeli milletvekili seçildi. 1955’te DP içindeki ispat hakkı hareketine katılınca çıkan tartışmalar nedeniyle DP’den ayrıldı. Kendisiyle birlikte ayrılan dokuz milletvekiliyle birlikte Hürriyet Partisi’ni kurdu. 1957 Seçimlerinde kurdukları partiyle milletvekilliğine aday oldu fakat seçilemedi. Hürriyet Partisi yöneticilerince alınan Cumhuriyet Halk Partisi’ne katılma kararına muhalefet etti.

27 Mayıs Darbesi’nin ardından kurulan ilk Gürsel Hükümeti’ne maliye bakanı olarak göreve getirildi.  6 Ocak 1961 - 15 Ekim 1961 tarihleri arasında Kurucu Meclis Bakanlar Kurulu Üyeliği yaptı. Siyasi faaliyetlerin üstündeki yasaklar kalkınca kimi eski Hürriyet ve Demokrat Parti’li yakın arkadaşlarıyla Yeni Türkiye Partisi’ni kurdu ve 1961’den 1966’ya kadar genel başkanı oldu. 1961’de yapılan genel seçimlerde Sakarya’dan milletvekili seçildi. İsmet İnönü’nün kurduğu 2. koalisyon hükümetinde, koalisyon ortağı YTP’nin genel başkanı olarak devlet bakanlığı ve başbakan yardımcılığını üstlendi. Yeni Türkiye Partisi 1963’te yapılan yerel seçimlerde uğradığı başarısızlık sonucunda 27 Kasım 1963’te koalisyondan çekildi. 1965 yılında yapılan genel seçimlerde bir kez daha ilimizin milletvekili seçildi. Görevleri  arasında Yapı Kredi Bankası Yönetim Kurulu Başkanlık görevi de bulunan Alican YTP’nin giderek erimesi karşısında 1966 yılında genel başkanlıktan, 1969 yılında da siyasetten çekildi.

***

ERSİN TARANOĞLU 

Sakarya Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi İnşaat Mühendisliği Bölüm mezunu olan, 1953 yılında Konya’da doğan Ersin Taranoğlu evli ve iki çocuk babasıdır. Serbest Ticaret ve Özel Sektör Yöneticiliği’yle TBMM’nin 18, 19, 20 ve 21. dönemlerinde olmak üzere 4 Dönem Sakarya’dan milletvekili seçildi. Ayrıca Devlet ve Orman Bakanı oldu.

***

HAYRETTİN UYSAL 

1928 yılında Kocaeli’nde doğan Hayrettin Uysal İstanbul Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’yle birlikte, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’nü bitirerek Kamu yönetimi uzmanı titrini kimliğine işlemiş oldu. Milli Eğitim Müdürlüğü ile Orta Okul ve Liselerde Sanat Tarihi ve Türkçe Öğretmenliği görevinde bulundu. MEB Talim Terbiye Dairesi Raportörlüğü,Test ve Araştırma Bölümü uzmanlığı, Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu Genel Başkanlığı görevleriyle de aktif bir çalışma hayatı sergiledi. Siyasete geçtikten sonra CHP’den TBMM’NİN 13, 14, 15 ve 16. dönemlerinde olmak üzere 4 Dönem Sakarya Milletvekili seçildi ve Sosyal Güvenlik Bakanı oldu. CHP Genel Başkan ve Genel Sekreter Yardımcılığı ve CHP Millet Meclisi Grup Başkanvekilliğine getirildi. Uzun süre CHP Parti Meclisi ve Merkez Yönetim Kurulu üyeliklerinde bulundu. Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın kurucu üyesi sıfatıyla ilk yönetimde yer aldı. Ülkemiz gazete ve dergilerinde makaleleri, öykü ve şiirleri yayınlandı. 1997-1999 yıllarında 2 yıl TBMM Başkanı Siyasi Danışmanı ve Başkanlık müşavirliği görevlerini yerine getirdi.

Evli ve 1 Çocuk babası, Şair, Yazar ve Eğitimci Hayrettin Uysal’ın “Sapanca”, “Yollar Çamur”, “Mustafa Kemal Sabahları” adlı kitapları vardır.


DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

Yayın Tarihi15.08.2012 

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ŞEHRİMİZİN ÜNLÜLERİ 36


Geçmişten günümüze şehrimizin ünlülerini sizlere tanıtırken ilk listemde yer alan 17 ünlümüzü tanıtıp yazı dizimizi bitirmeyi düşünüyordum. O listedeki ünlülerimizin bir çoğunun hayatta olmayan ünlülerimiz olduklarını fark edince yaşayan ünlülerimize haksızlık olacağı kaygısıyla yazı dizimizi gittiği yere kadar sürdürmeye karar verdim.  Bu arada yeni isimlerde karşıma çıkmaya devam ediyordu. Bu isimlere bir çoğumuz eminim aşinaydık. Kendi adıma söylemem gerekirse sadece doğum yerlerinin veya aile kökenlerinin şehrimizden geldiğini bilmiyordum. Tıpkı bugün bu yazımızda yer alan Ekrem Akurgal, Akgün Akova ve Altan Tanrıkulu adlı ünlülerimiz gibi.. iyiki yazı dizimizi o ilk listedeki 17 kişiyle sınırlamayıp devam ettirmişim. Yoksa, Ordinaryüs Profesör Doktor Ekrem Akurgal gibi uluslar arası dev bir ismimizi anmamış olacaktık. Bence şehrimizde yetişmiş en ünlü iki isim Sait Faik Abasıyanık’la sayın hocamız rahmetli Ekrem Akurgal’dır.

Yazı dizimizin kalan bölümlerinde şehrimizde yetişmiş ünlü siyasetçi ve devlet adamlarına yer vereceğim. Bu arada milletvekili olupta listemizde adlarını göremeyenler beni bağışlasınlar. Amacım şehrimizi temsil etmiş vekillerimizden gerek bakan olarak, gerek yaptıklarıyla öne çıkanları tanıtmaktır. Hemen ardından çok uzayan yazı dizimizi toparlayıp, (en fazla 3 bölüm sonra) bitireceğim.

Bugünkü bölümümüzde 5 isim; ORD. PROF. DR. Ekrem Akurgal, kimyacı Prof. Dr. Ahmet Tutar, şair ve fotoğraf sanatçısı Akgün Akova, yazar Mehmet Niyazi Özdemir ve spor yazarı Altan Tanrıkulu yer alıyorlar.


ORD. PROF. DR. EKREM AKURGAL

1911 yılında İstanbul’da doğan Ord.Prof.Dr. Ekrem Akurgal ilimizin Akyazı ilçesinden bir anne babanın oğludur. Arkeoloji eğitimi almak için açılan devlet sınavını kazanarak 1931 yılında Almanya’ya gitti. Ankara Üniversitesi Dil, Tarih Coğrafya Fakültesinde 1957’de ordinaryüs profesör oldu. Erytrai, Çandarlı, Ege’de Foça ve İzmir antik kentlerini insanlığa kazandırdı. Eski Yunan olmak üzere, Hitit ve Hatti gibi antik Anadolu uygarlıkları konulu bir çok eseri birkaç dilde yayınlandı. Akurgal, yedi Avrupa akademisinin üyesidir. Ayrıca kendisinin pek çok dünya bilim kuruluşunun şeref üyeliği bulunan yüz akımız değerli hocamıza, 1961’de Bordeaux Üniversitesi, 1988’de Atina Üniversitesi, 1990’da Lecce Üniversitesi, gene 1990’da Anadolu Üniversitesi şeref Doktoru ünvanını  verdiler. Ayrıca hocamız Akurgal, 1979’da Federal Almanya Büyük Liyakat Nişanı Yıldızlı Rütbesi, 1979’da Goethe Madalyası, 1981’de Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü, 1987’de İtalyan Commandatore Nişanı ve 1990’da Fransız Légion d’Honneuer Officier rütbesiyle onurlandırıldı.. Değerli hocamız 2002’de İzmir’de hayata veda etti.

Prof.Dr. AHMET TUTAR

Sakarya-Akyazı’da 1963’te doğan Prof.Dr. Ahmet Tutar, Dokurcun’da İlkokulu, Gebze’de de orta ve liseyi bitirdi. Atatürk Üniversitesine bağlı Fen-Edebiyat Fakültesinin Kimya Bölümü’ndeki mezuniyetinin ardından çeşitli Anadolu Liseleri’nde Kimya Öğretmenliği yaptı. Gaziosmanpaşa Üniversitesinin Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak1993-2001 arasında, yani 8 yıl çalıştı. 1999’da çalıştığı üniversitede doktora tezini verdi. Doktoranın ardından Gaziosmanpaşa Üniversitesi’nde getirildiği ve 2 yıl süren yardımcı doçentlikten sonra, 2003 Şubatında Sakarya Üniversitesi’ne geçti. 2004’te doçentliğe, 2010’da profesörlüğe yükseldi. Etkin üyesi olduğu Uluslar arası Humik Madde Topluluğu’nun aynı zamanda Türkiye temsilcisidir. Sakarya’nın turizmini canlandırmak amacıyla geziler düzenledi ve bu konuda makaleler yazdı. Birçok makalesi ulusal ve uluslararası yayın organlarında yer almaktadır.

AKGÜN AKOVA

İlimizin en ünlü şairi ve fotoğraf sanatçısı Akgün Akova 1962’de Sakarya’nın ilçesi Akyazı’da doğdu. İlk ve orta okulu Gebze’de okudu. 1985’te Hacettepe Üniversitesinin Kimya Bölümünü bitirdi. İÜ İşletme İktisadı Enstitüsünde yüksek lisans eğitimi aldı. TRT’de 1997’de “Okudukça” ve1998 “Artı Sanat” programlarının metin yazarlığını yaptı. 1999-2004 arasında Voyager dergisi seyahat editörlüğünü sürdürdü. İlk şiirleri 1984’te Milliyet Sanat dergisinde yayınlandı. Şiir ve yazıları Milliyet Sanat, Adam Sanat, Öküz ve Voyager dergilerinde yer aldı. 1984’te Yeni Türkü Şiir Ödülüne,1994’te Truva Şiir Ödülüne ve 1998’de Dil Derneği Ömer Asım Aksoy Ödülüne layık görüldü. Şiir kitapları: İlk baskıları 1991’de basılan “Sansürttürme Şair Abüüü” , 1992’de basılan “Pepetye”, 1994’te basılan “Baba Bana Bağırma”, 1997’de basılan “Aşk ve Kuyrukluyıldız”, 1998’de basılan “Seçme Şiirler”, gene 1998’de basılan “Elimi Tut Yeter”.

MEHMET NİYAZİ ÖZDEMİR

Ramazan ayı dolayısıyla TRT1’de yayınlanan “İftar Sevinci” programına konuk olan yazarımız 1942 Akyazı doğumludur. İstanbul Haydarpaşa Lisesinden ve İstanbul Üniversitesi 1967’de de Hukuk Fakültesinden mezun oldu. Marlburg, Bonn ve Köln Üniversitelerinde Türk Kamu Hukukunda Temel hürriyetler konusunda doktora tezi verdi. Zaman ve Tercüman gazetelerinde, Ufuk Çizgisi, Bayrak, Genç Akademi, Türk Yurdu, İnsan ve Kainat dergilerinde makaleleri vardır. Yazarımız Mehmet Niyazi “Tez” sunulu romanlarıyla bilinir. Öncelikli olarak milli konuları öne sürmüş ve Türkiye’nin toplumsal yapısı üzerine görüşlerini ortaya koymuştur. Hikayeleri: 1971’de basılan “Bayram Hediyesi”, Romanları: 1969 basılan “Var Olmak Kavgası”, 1977’de basılan ve konusu değiştirilerek yeniden 1988’de “İki Dünya Arasında” adıyla yayımlanan “Çağımızın Aşıkları”, 1980’de basılan “Ölüm Daha Güzeldi”, 1991’de basılan “Yazılamamış Destanlar”, 1998’de basılan “Çanakkale Mahşeri”.  Bu kitaplarından başka bir çok araştırma ve makale kitabı basıldı.

ALTAN TANRIKULU

Akyazılı bir ailenin çocuğu olan Altan Tanrıkulu 1968 İzmit doğumludur. İlk, orta ve liseyi Anadolu’nun çeşitli illerinde okudu. İTÜ Kontrol ve Bilgisayar Mühendisliği’nde 1 yıl okuduktan sonra Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliğine geçiş yaptı. 1989’da “Gelişim Spor”da gazeteciliğe adım attı. 1992-96 yıllarında 4 arkadaşıyla SPOR&SPOR adını verdikleri bir dergi çıkardı. 1995-98 arasında Yeni Yüzyıl’da yazılar yazdı. 1998’de Sabah gazetesine geçti. 1999 şubat ayında İbrahim Seten’le birlikte Sabahspor ve Fotomaç’ın başına getirildi. 2000 yılında Yeni Binyıl Gazetesinin spor müdürü oldu. Ocak-2001’de Fotomaç’a genel yayın müdürü olarak seçildi. 2002 ağustos ayında Sabah Gazetesi Spor Müdürü olarak görev yaptı. Spor yazarımız Altan Tanrıkulu, NTV’de yayınlanan “Videolig”, ATV’de yayınlanan “Bizim Stadyum”, Lig TV’de yayınlanan “Derin Futbol” adlı televizyon programlarında yorumcu olarak görev aldı. Üç büyüklerin tarihlerini anlattığı “Beşiktaş Tarihi”, “Fenerbahçe Tarihi” ve “Galatasaray Tarihi” adını verdiği kitapları vardır.


DEVAM EDECEK


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

 Yayın Tarihi13.08.2012

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 135


Merhaba sevgili okurlar! Ramazan ayının yaz mevsimini de yanına alıp bizden ayrılmaya hazırlandığı günlere girdik. Kadir gecesi ve hemen ardından bayram gelmese, debdebeli akşam saatleriyle kendine has tat ve kokularını ruhumuzun derinliklerinde hisettiğimiz bu ayın gidişiyle bunlardan yoksun kalmanın hüznüne öyle kolay katlanılır mıydı dersiniz? Neyseki her sene olduğu gibi seneye tekrar gelecek. Hayatımızın sıradanlığını bozacak ve hayat dediğimiz bize önceden verilmiş nakdin çarçur edilemeyecek kadar önemli, değerli ve kutsal olduğunu ruhumuza kazıyacak. Peki biz bunu hatırlayacak mıyız? Bir dahaki buluşmaya kadar hayır tabi ki.. kimi şairler hariç! Onlar gördüklerini unutmazlar ve hayallerinde yeniden şekillendirerek anlamını derinleştirirler. Anlamı okudukça derinleşen şiirlerle ramazanı uğurlarken haftaya gelecek olan ramazan bayramına hazırlanalım. Baklavanız ev yapımı, şekeriniz pancar şekeri olsun.

Gelelim bu haftaki şairimize..

1891’de doğan Halit Fahri Ozansoy, 1971’de, doğduğu şehirde; İstanbul’da yaşamını yitirdi. Bakırköy Rüştiyesi ve Galatasaray Lisesi mezunu olan şairimiz Muğla ve İstanbul’da lise öğretmenliği yaptı. Ölene kadar Tercüman gazetesinde tiyatro eleştirileriyle edebiyat üstüne yazılar yazdı. İlk şiirlerinde Fecr-i Ati’nin etkisinde kaldığı görülür. Bu şiirleri 1912’de “Rübâb” ve “Şehbal” dergilerinde yayınlandı. Önceleri aruz vezniyle yazdığı şiirlerini daha sonra “Aruza Veda” şiiriyle bu kalıbı bırakarak, hece ölçüsüyle ve yalın Türkçe’yle yazdı. “Yeni Mecmua” dergisinde toplanan “Beş Hececi Şairi” içinde yer aldı. “Nedim” adını verdiği bir edebiyat dergisi çıkardı. Şiirleri Aydabir, Çınaraltı, Hayat, Hisar,Varlık,Yarımay, Yarın dergilerinde yayınlandı. Servet-i Fünun dergisinde yazı işleri müdürü olarak görev aldı. Daha çok aşk ve kadın temalarının olduğu şiirlerinde hüznü çok güzel yansıtmıştır. Şairimizin yayınlanan eserleri de şunlardır:


ŞİİR:

1912: Rüya
1917: Cenk Duyguları
1919: Efsaneler
1920: Zakkum
1920: Bulutlara Yakın
1922: Gülistanlar ve Harabeler
1929: Paravan
1931: Balkonda Saatler
1936: Sulara Dalan Gözler
1962: Hep Onun İçin
1964: Sonsuz Gecelerin Ötesinde

ROMAN:

1939: Sulara Giden Köprü
1939: Aşıklar Yolunun Yolcuları

OYUN:

1916: Baykuş  (aruzla yazılmıştır)
1923: İlk Şair  (aruzla yazılmıştır)
1928: Sönen Kandiller
1933: 10 Yılın Destanı
1936: Nedim
1936: Hayalet
1958: Bir Dolaptır Dönüyor
1970: İki Yanda

ANI:
Edebiyatçılar Geçiyor (1939), Edebiyatçılar Çevremde adıyla genişletilmiş baskı, 1970)
Darülbedayi Devrinin Eski Günleri (1964) Eski İstanbul Ramazanları (1968)

Sıra artık şiirde..

...

ANADOLU AKŞAMI

Bir mektup parçası
Sevgilim, ne kadar hüzünlü bilsen
Bu ölgün akşamın ölgün bestesi,
Uzak tepelerden, dağlardan esen
Aşina olduğum rüzgarın sesi.

Gölgeler içinde ağaçlar yorgun,
Her tarafta yetim bir tevekkül var.
Sanki fısıldıyor Anadolu'nun
Uyuyan ruhuna ninniler rüzgar.

Sürüler iniyor karşı bayırdan,
Günün son ışığı vurmuş dereye.
Bir Muğla türküsü yükseldi kırdan:
"Ayşem, aygın baygın Ayşem, nereye?"

Halit Fahri Ozansoy

***

ARUZA VEDA

İlk hasretiyle gençliğimin ilk elemleri
Ey paslı tellerinde gülen, ağlayan aruz,
Ey eski dost yad edelim eski demleri,
Madem ki son sadanı dağıtmış, yorulmuşuz!

Anlat alevli bir çölün üstünde ansızın!
Billur sesinle hıçkırarak doğduğun günü!
Binbir diyarda binbir ilahi güzel kızın
Anlat nasıl terennümün inletti gönlünü!

Neydin gönülde, şimdi ne oldun zavallı sen,
Hıçkır benim de bari bu son gizli nalemi.
Timsalin asumanda ziyalarla işlenen
Bir pembe gül mü, yoksa bir altın piyale mi?

Akşam gruba karşı tüten bir buhurdanın
Hüznüyle şahit olma nihayet zevaline!
İran yoluyla Zühre tacın, nağme kervanın
Şahane geldiğin gibi şahane git yine!

Biz şimdi başka bir ahenge bağlıyız:
Aşık naziıya geldi erenler bu meclise,
Yalnız bugün senin gibi ölgün sadalıyız,
Zira bu saz da parçalanır gülmek istese...

İncitmeden rübabını insafsız ellerin
Zalim temaslarıyla zamanın sitemleri,
Ah ayrılırken, inleyerek paslı tellerin,
Ey eski dost, yad edelim eski demleri... 


Halit Fahri Ozansoy

***

BALKONDA SAATLER

III.
Arka mahallelerde kızgın bir yaz öğlesi!
Tabak tıkırtıları duyuluyor evlerden...
Uzakta bir satıcı, yahut çocuk sesi...

Susuzluktan bunalmış uçamazken serçeler,
Tozlu sokaklar gibi tutuşup alevlerden
Bodur ağaçlar ile bomboş kalmış bahçeler!

İşte karşıkini de güneş çerçeveledi:
Demin duvar dibinde uyuklayan bir kedi
Sıyrılıyor yavaşça mutfağın loşluğuna...

Bayıltıyor hararet otu, taşı, böceği;
Fazla güneş içmiş de ortada ayçiçeği
Ayaküstü uğramış ışık sarhoşluğuna!

XII.
Ay bir lotüs, kocaman...düşmüş bir berraklığa...
Gök parlıyor durgun bir göl gibi saf ve şeffaf.
Işık dalgalarıyla yıkanıyor her taraf.

Ay, balkonda başını dayadı parmaklığa
Uyuyor...Uzakta bir saat çaldı: Bir...iki!...
Billûr bir hıçkırıktır bu sesin içindeki.

Ay, ışıkla süsleyip örümcek ağını
Minyatür bir cibinlik astı dışardaki cama.
Ses yok...yalnız yukarda, damda bir miyavlama!

Ay, odaya düşürdü solgun bir yaprağını:
Lambasız bir masanın üzerinde şimdi süs
Bir vazonun içinden parıldayan bu lotüs.

Halit Fahri Ozansoy

***

DEDİKODU

Zaman bir böcek gibi sinsi, kenarda
Koltukların didikler durur kadifesini,
Hain bir kedi gözü parıldar lambalarda.

Şom ağızlar buz gibi üflerken nefesini,
Bir beddua halinde uzatarak sesini
Saat hırıltılarla can çekişir duvarda.

Halit Fahri Ozansoy

***

DENİZDE AY

İndi solgun ve ılık
Ay ışığı denize
Bal rengi bir tatlılık
Çöktü gözlerinize.

Baktınız uzun uzun
Bu sulara baktınız,
Sulara ruhunuzun
Tadını bıraktınız!

Bu tatla aydınlanan enginlere aktınız!

Halit Fahri Ozansoy

***

KEDİM

Kedim henüz bir yaşında;
Uyur hep soba başında.
Hem cesurdur, hem de kurnaz.
Bir tıkırtı duyar duymaz.
Uyanır, aslan kesilir;
Gözleri volkan kesilir.
O geldiği günden beri
Bizim evin fareleri
Damdan, tavandan indiler,
Birer deliğe sindiler.
Koşup yakalıyor hemen
Yuvasından, deliğinden
Çıkanları diri diri.
Artık bunlardan hiç biri
Dolaplarıma girmiyor,
Kitapları kemirmiyor.

Halit Fahri Ozansoy

***

MARMARA GECELERİ

Solgun parıltılarla Marmara’ya dair
Serpildiği geceler, suların billûr
Müsikîsi dağılır tenhâ sâhile.
Hıçkırıklar duyulur uzaktan bile.

Vücüduna beyaz bir maşlah bürülü,
Elinde bir sararmış menekşe gülü,
Gezer çamlar altında hasta bir kadın;
Baş örtüsü, göğsünde bir tül kanadın
Bir damla ay süzülür kirpiklerine.

Haber sorar yavru bir bülbül eşinden,
Bir ud sesi yükselir bir şehnişinden:
Sonra bütün yalılar rüyâya dalar.
Açıklarda beliren sessiz adalar.

Hizasını geçerek biraz ilerde
Ziyâlarla öpüşen yelkenlilerde
Bu rüyânın firâri, çılgın kuşları!
Ziyâların sularla der-âguşları
Uzayarak bîr müddet geçer aradan.

En nihayet çekilirdi ay Marmara’dan:
Eser karşı ufuktan hafif bir meltem;
Bahçelerde çekerken güvercinler dem,
Tekrar eder sahilin şâir suları
Billûr müsikisiyle bu hû hûları...

Halit Fahri Ozansoy

***

SONSUZ GECELERİN ÖTESİNDE

Yıldızlar fısıldaşır,
Ruhlar bulut bulut dolaşır
Sonsuz gecelerin ötesinde.

Bir bulut parıltısı gibi düşler,
Dağılışlar ,eriyişler, süzülüşler
Sonsuz gecelerin ötesinde.

Sessizlik yumak yumak...
Uyumak, uyumak, uyumak
Sonsuz gecelerin ötesinde.

Halit Fahri Ozansoy

***

SULARA DALAN GÖZLER

Gözlerim daldı gitti bir rüya denizine,
Sularda uzun uzun baktım ayın izine
Dedim: Yirmi yaşımın ay ışığı değil bu,
Hani başım düşerdi bir sevgili dizine.

Sular gene o sular, kıyı gene o kıyı,
Gene çamlar dinliyor uzaktan bir şarkıyı,
Ah artık görmüyorum eridi mi ne oldu?
İri yeşil gözlerde gördüğüm pırıltıyı!

Halit Fahri Ozansoy

***

VATAN DESTANI

O kadar dolu ki toprağın şanla,
Bir değil, sanki bin vatan gibisin.
Yüce dağlarına çöken dumanla
Göklerde yazılı destan gibisin.

Hep böyle bulutlar içinde başın,
Hilâli kucaklar her vatandaşın.
Geçse de asırlar, tazedir yaşın,
O kadar leventsin, fidan gibisin.

Çiçeksin, bayılır kuşlar kokundan,
Her dalın bir yay ki zümrüt okundan
Müjdeler fısıldar Ergenekon'dan:
Bu sese gönülden hayran gibisin.

Ey bütün cihana bedel Türkeli,
Açtığın cenklerin yoktur evveli.
Tarih bir nehir ki coşkundur seli.
Sen ona nisbetle, umman gibisin.

Bir yandan hep böyle taştın, köpürdün,
Bir yandan cefalı bir ömür sürdün,
Fakat ne derece ezildinse dün.
Şimdi gene tunçtan kalkan gibisin.

Bir insan nihayet kemikle ettir,
Bu et, bu kemiğe can hürriyettir.
En büyük hürriyet Cumhuriyettir,
Demek şimdi sen bir cihan gibisin.

Ey ana toprağı, ey Anadolu,
Açıldı önünde terakki yolu.
Hamdolsun her yanın bereket dolu,
Cennette bir yeşil meydan gibisin.

Yeni bir ay ördün al bayrağına,
Girdin en sonunda irfan bağına,
Medeni hayatın nur ırmağına
Ezelden susamış ceylan gibisin.

Halit Fahri Ozansoy

***

Haftaya bayram nedeniyle buluşamayabiliriz. Başta dilediklerimi tekrar diliyorum. Baklavanız ev yapımı, şekeriniz pancar şekeri, bayramınız kutlu olsun. 


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com

Yayın Tarihi12.08.2012