İnsanı insan yapan bir çok özellik vardır. Bu
özellik başka hiçbir canlıda bulunmaz. Siz hiç bilge bir köpek, mucit bir kedi,
düşünür bir kuş, eğitmen bir aslan, marangoz bir yılan, tamirci bir maymun,
yada ceviz kırmak için alet kullanan bir sincap gördünüz mü? Yok ki, nasıl
göresiniz? Bütün canlılar ihtiyaçları kadar yaşar ve bulduklarıyla yetinirler.
Zaten onlara ihtiyaçları olan donanım verilmiştir. Bu yüzden türlerin kendi
aralarında çok önemli sorunlar çıkmaz. Çıkarsa da fiziki güçle çözerler. Gerçi
onlarda da eş seçimi sırasında (gene kendi aralarında) kavgalar olur, onlarda
da yurt edindikleri yerleri başka türlere karşı savunma güdüsü var. Onlarda da
sevinçler ve korkular olduğu herkesçe bilinir. Ama hepsi bu kadardır. Çünkü
onlar hayatı üretemezler. Yukarda da dediğim gibi onlar ihtiyaçları kadar yaşar
ve bulduklarıyla yetinirler.
İnsan hayatı yeniden ürettiği için insan-insan ve
doğa-insan ilişkileri sürekli değişir. Bu ilişkiler sonucunda insan diğer
canlılardan, hatta geçmiş zamanların insanlarından farklılaşır. Bu
farklılaşmayla doğan başkalaşma, gelişme demektir. Gelişme; eskiye oranla
hayatı kolaylaştırırken ilişkileri daha karmaşık duruma getirir. İnsan işte bu
yüzden belkide bin yıllardır düşünürler ve bilgelerin aracılığıyla bu duruma
çareler arar (bilginlerle bilgeleri ayrı tutmak lazım, bilginler var olan
sorunlara teknik çözümler ürettiklerinde, bilerek veya bilmeyerek yeni
sorunların doğmasına yol açarlarken, bilgeler gözlem güçlerine bağlı olarak,
yumuşaklık ve barış içinde hem eski sorunları, hem bilginlerin doğurdukları
yeni sorunları çözerler).
Bugün sizlere hayatın içinden damıtılıp gelen minik
örneklerle bilgelerin hayata bakışlarını göstermek istedim. Var mısınız;
bilgelerin elindeki, dilindeki bu etkileyici ve çekim gücü yüksek dünyayı
kurmaya? Öyleyse buyurun!
***
Bir bilgeye sormuşlar:
-Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?
-Terzimi severim,” diye cevap vermiş.
Soruyu soranlar şaşırmışlar:
-Aman üstat, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim oluyor?
O da nereden çıktı? Neden terzi?
Bilge, bu soruya da şöyle cevap vermiş:
-Dostlarım, evet ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir.
-Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?
-Terzimi severim,” diye cevap vermiş.
Soruyu soranlar şaşırmışlar:
-Aman üstat, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim oluyor?
O da nereden çıktı? Neden terzi?
Bilge, bu soruya da şöyle cevap vermiş:
-Dostlarım, evet ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir.
Bir kez benim hakkımda
karar verirler, ölünceye kadar da, beni hep aynı gözle görürler.
Önyargı
bu kadar güzel eleştirilir işte. Atomun ünlü mucidi Albert Einstein da,
“önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zor” demişti.
***
Bir bilgeye sormuşlar:
- Bir insanın zekâsını nereden anlarsınız?
- Konuşmasından.
- Ya hiç konuşmazsa?
- O kadar akıllı insan yoktur ki!..
- Bir insanın zekâsını nereden anlarsınız?
- Konuşmasından.
- Ya hiç konuşmazsa?
- O kadar akıllı insan yoktur ki!..
Şöyle
etrafınıza bakın en çok konuşan çocuklar ve delilerdir. Ama onlardan da çok
konuşan yarım akıllılardır. Bunlar hiç susmayı bilmezler. Çağımızda kendini
ifade etmek moda. Bu moda kara cahiller tarafından da çok tutuldu. Onlar her
fırsatta herkesten çok ve herkesle kavga ederek konuşurlar.
***
Bir bilgeye nasıl bu kadar doğru kararlar alabildiğini sormuşlar,
-Deneyim, demiş.
O deneyimi nasıl kazandın,
diye sormuşlar
-Hatalarımla, demiş
Aklıma
burada bir zamanların “ne kentli ne köylü” olan kesimin büyüttüğü popüler
kültürün ağababası Orhan Gencebay’ın “hatasız kul olmaz” adlı şarkısı geldi. Bu
türü çok sevmem, ama Orhan Gencebay ve bu şarkısı (diğer bazı şarkıları da)
kendime uyguladığım yasağı delebilmiştir. Bu şarkı tıpkı bu söz gibi bir durumu
açıklıyor. Hata yapmayan insan nerdeyse yoktur. İnsan hata yaparak öğrenir.
Sonunda belli bir yaşa geldiğinde kazandığı bilgi birikimi -ki biz buna tecrübe
yada bugünkü karşılığıyla söyleyecek olursak deneyim diyoruz- sayesinde
hatalarından sıyrılır.
***
Bir bilgeye
-Nasıl insan
oluruz, diye sormuşlar. Üç adım atlama gibi bir cevap vermiş bilge kişi:
-Önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gelir, İnsanlığa attığın ilk adım budur...
Sana kötülük yapanlara iyilik yapabildiğin an ise ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya başlarsın.
Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman insan olursun
-Önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gelir, İnsanlığa attığın ilk adım budur...
Sana kötülük yapanlara iyilik yapabildiğin an ise ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya başlarsın.
Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman insan olursun
Anlatılan
şey ne kadar zor bir şeydir düşünebiliyor musunuz? Size düşmanınızı sev deseler
ne gibi bir tepki verirdiniz? Yok, yok öyle sert ve katı bir tutum
sergilemeyin. İnsan olmaktan bahsediyoruz, insan olabilmekten.. öyle kolay
değil insan olmak. İşte yolu yordamı bu. Size küçük bir tüyo vereyim mi? Kendi
benlik çerçevenizden çıkın ve uzaklardan bir yerden bakın, herkesin ve her
şeyin ne kadar aynı olduğunu göreceksiniz. Birde bunların üstüne “yaratılanı severim,
yaratandan ötürü” sözünü hatırlayın. Sorun kalmaz o zaman, emin olun.
***
Bilgeye sormuşlar dünyada en güzel şey ne diye?
-Sevmek, demiş...
Peki sonra? demişler...
-Sevilmek, demiş...
Peki neden sevmek sevilmekten önce geliyor? demişler...
O da demiş ki;
-İnsan sevdiğine
sevildiğinden daha çok emindir.
Hangi kalpte yer aldığımıza yüzde yüz emin olamayız,
ama kimlerin kalbimizde yeri olduğunu çok iyi biliriz. Sevdiklerimizin yeridir
orası. Orda ne kadar çok sevdiğimiz varsa bizi sevende o kadar çok
olacaktır. Kendimiz bir mücevher
odasıysak kalbimiz de elmas kutusudur. Sevdiklerimizin her birinin birer
pırlanta olduğunu düşünün, onları kaybetmek ister misiniz? Elbette, hayır
dediğinizi duyar gibiyim. Onlara öyle özen gösteririz ki, kötülük yapmak değil,
sert bir söz söyleyemez, kem gözle dahi bakamayız. Bu bile sevdiğimize emin
olduğumuzun belirtisidir.
Bir ara göç etmek düşüncesiyle Avustralya’ya giden
dostum, arkadaşım, aynı orkestrada beraber müzik yaptığım, Karsan Soğutma’nın
sahibi Rahmi Oskay taa oralardan bu bilge hikâyelerini göndermiş, bende bu
hikâyeleri çok beğenmiştim. Oralarda fazla kalamayan dostuma gazetemiz
aracılığıyla bu köşeden ona teşekkür ediyorum.
Yayın Tarihi: 24.03.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder