31 Ekim 2010 Pazar

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 61


Hava durumunun, neşemizin dorukta olması gereken özel günlerde iyi gittiği çok ender zamanlarda görülür. Bu günlerde hava genellikle yağmurlu olur, puslu olur, soğuk olur. Bu özel günler milli bayramlarımızdır. Dini bayramlarımız ömrümüz süresince, (hicri takvimin bir yılının miladi takvimin bir yılından 10-11 gün eksik olması nedeniyle) her mevsime uğradığı için güneşli günlere de denk gelebiliyor, karlı buzlu günlere de. Milli bayramlarımızın böyle bir şansı yok! Onlar çakılı yıldızlar gibi aynı mevsimlerde dururlar. Cumhuriyet Bayramımız nerdeyse her yıl böyle yağmurlu oluyorsa bundan oluyor. Cuma günü gene yağışlı bir Cumhuriyet Bayramı geçirdik. 87 yaşına eren cumhuriyetimiz, büyük önderimiz gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, yani Türk’ün, kendisini Türk sayan herkesin atasının fikirlerinin ışığında eskilerin diliyle ilelebed payidar olacaktır, yani sonsuza dek yaşayacaktır. Cumhuriyetimizi yaşatacak “ bu kudret damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur.”

Muasır medeniyeti yakalamış millet olarak, yarınından umutlu, güneşli günlerde nice Cumhuriyet Bayramları kutlamak dileğiyle..

Bugün tamamı kan kardeşime yollanan şiirlerden oluşuyor. Bölü işareti olmayan küçük sayılı şiirler gönderilmemiş şiirlerdir. Defterime karışık yazmışım. Burada yazılış tarihine göre düzene koyup sizlere sunuyorum. Sizleri, araya hiç girmeden şiirlerle baş başa bırakacağım.

***

239/5

Burada hava gene yağmurlu

Soğukta var üstelik

Şemsiyem kaçırıyor

Üstünde iki delik

Güneşi unuttum

Hatırlayan var mı

Isıtır mı yüreğimi

Yoksa beni yakar mı

Bir gün gösterse kendini

Bulutları aralasa

Bende gördüm derdim

Eğer sorarlarsa

Öpücük gibi yanağıma

Işığı konsa

Güneşim sensin

Gün ışığımda sen

Çıkıp uzaklardan bir gelsen

Yağmurlar durur

Bulutlar giderdi

Gökyüzüm mavi mavi

Mavileşirdi her gün

Burada hava gene yağmurlu

Soğukta var üstelik

Şemsiyem kaçırıyor

Üstünde iki delik

Aydın Göle

14 mart 2003

***

240/6

Kasvetlerin dağıldığı

Koyunların sağıldığı

Suların durulduğu

Hesapların sorulduğu

Mutluluğun doğurdu

Sakilerin mey sunduğu

Kadehlerin parladığı

Gün olsun bu günün

Aydın Göle

14 mart 2003

***

241/7

Bir gece olsun bir gece

Bir gece olsun sadece

Bütün istediğim bu ömrümce

Koyup gittin ya zalimce

Dermansız kaldım iyice

Gel artık vefasızım gel

Aydın Göle

16 mart 2003

***

242/8

Bir hikâyem var benim

Miras kalmadı biz kazandık

Hem yaşayandık, hem yazandık

Mevsimleri biz tayin ediyorduk

Canımız isteyince bahar

Erikler zehir yeşili

Canımız isteyince güler yüzlü

Domatesler utangaç kıpkırmızı

Kadife donlu şeftali ve yaz

Canımız isteyince yağmur yağmur

Sarı sarı yaprak

Salkımlarca güz

Ustura kadar soğuk gelinlikle

Bembeyaz kış çekerdi canımız kimi zaman

Kuşlar yaban ördekleri aç kalırdı

Vazgeçerdik

Hikâyemizi biz kazandık

Hem yaşayandık, hem yazandık

Aydın Göle

16 mart 2003

***

243/9

Geceler örtünce siyah yorgan uykuyu

Uyku andırır dipsiz, derin kuyuyu

Kaydırırız içine gözlerimizi

Bir tutam rüya ekeriz üstüne

Aydın Göle

17 mart 2003

***

244/10

Sen sevdaların yolcusu ol

Ben sonbahar çöpçüsü

Sen baharlara doğ

Ben sisli kasımlara

Umutların bitmesin senin

Benim mutluluğuna gözyaşım

Aydın Göle

20 mart 2003

***

245/11

Ben mevsimleri süpürdüm hazanımda

Kimse kalmamıştı, sen vardın yanımda

Mevsimleri neyleyim

Ben sensiz zır deliyim

Senle kırk dokuz elliyim

Her elimde bir yürek

Her yürek sana atıyor canım

Gülün adını söyler gibi

Lâlenin rengini

Yanık kokusunu karanfilin

Senin adını, seni söyleyerek

Her yürek sana atıyor

Ben mevsimleri süpürdüm

Dargın akan dereciktim

Deniz oldum köpürdüm

Aydın Göle

21 mart 2003

***

12

Kapalı kapıları açtım ardına kadar

Gelen bahardır sandım, aldandım

Ben aldandım ağaçlar aldanmadı

Onlar hala çiçeksiz

Nen çiçek açtım balözüm

Kar delenler gibi ayaza

Ayaza kök söktürdüm

Bütün hünerlerine rağmen.

Jilet oldu ustura oldu

Kırbaç gibi şakladı suratımda

Rüzgâr olup deli deli eserek

Param parça etti yüzümü

Kardelenliğimi hatırlattın ya

Soğuk taşların arasından güneşe

Pür neşe

Boynumu uzattım

Sen varsın ya

Kılıç sallansa başımın üstünde

Vız gelir

Namerdim dönersem yaşamaktan

Aydın Göle

22 mart 2003

***

Hepinize iyi pazarlar sevgili okurlar.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 31.10.10

30 Ekim 2010 Cumartesi

BİZE NE OLDU?


ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


Bu toprakların yetiştirdiği insan heyecanlı sabırsız ve telaşlı olur. Hele gençliğinde.. ama dünyanın her yerinde gençlik aynı değil midir? Bizdeki gençliğin daha adaletçi, daha paylaşımcı, daha atak, daha korkusuz olduğunu söyleyebiliriz. O gençlik haklıyı haksızı ayırabiliyor. Daima da haklıdan yana oluyor. Hele güçsüze kötü bir şey yapılmasına hiç izin vermiyor. Bu durum gençlere has değil. Sadece gençler adalet konusunda daha kesin hükümlere sahipler. Yoksa her yaşta insan bu duygulara sahip. Öylede olması gerek.

Bu girişi yapmamın bir nedeni var. Ben şimdiye kadar bu düşüncelere sahiptim. Duyarlılığımızın sebebini adalet duygumuzu tüketmeyişimize bağlıyordum. Gördüklerimden sonra duyarlılığımız konusunda fikrim değişti. Sizde okuyunca bana hak vereceksiniz.

Nerdeyse iki yıldır bilgisayarımda “MİLLİYET HABERCİ” programı kurulu. Bilgisayarım açık olduğu sürece her haberi gelen başlıklardan görüyorum. Ülkemiz ve dünyamızdaki siyasetten ekonomiye her konuda olaydan haberdar oluyorum. Geçenlerde 3. sayfa haberi olarak baktığım bir haber geldi geçti. Bu haberler eskilerin diliyle “vakayı adiye”dendir. Bunun için öyle pek dikkatimi çekmez. Bilgisayarımdan “Terk edilen genç, sevdiği kızın annesini öldürdü” başlıklı haber gelip geçti. Bir gün öncede “sevdiği kızla evlenmesine izin vermeyen annesi ve kız kardeşini öldürdü” başlığını gelip geçerken görmüştüm. İnsanlar öldürmekten başka çare bilmiyorlar mı diye düşündüm.

Gelgelelim durum hiçte göründüğü gibi değildi. Bunu Ali Kırca Show Haberde görüntüleriyle yayınlayınca çarpıldım. Ankara 16. İcra Mahkemesinin 40 yaşındaki Yazı İşleri Müdürü Nejla Yıldız , sabah işe gitmek için Akdere’de otobüs durağında beklerken, 19 yaşındaki kızı Duygu Yıldız’ın eski erkek arkadaşı olduğu öğrenilen 22 yaşındaki Gazi Baltacı tarafından bıçaklanarak öldürülüşü görüntülenmişti.

Genç kız genci terk ettikten sonra tehditler alınca savcılığa başvurup “öldürüleceğiz” demişler, fakat yakın korumaya alınmamışlar. Annesiyle aynı işte çalıştığı işyerine gitmek için evden çıkmakta gecikince genç kız öldürülmekten kurtulmuş. Annesiyle birlikte çıkan 17 yaşındaki Halil Yıldız bacağından bıçaklanarak yaralanmış.

Bunun üzerine haberi aradım ve buldum. Haber gazetede şöyle verilmiş:

“Korkunç olay, dün Akdere’de meydana geldi. Ankara Adliyesi’nde çalışan Nejla Yıldız, dün sabah adliyeye gitmek üzere, oğlu Halil Yıldız ile birlikte evinden ayrıldı. Durakta otobüs bekleyen Yıldız ve oğlu, kızının eski erkek arkadaşı olduğu öne sürülen Gazi Baltacı tarafından bıçaklandı.

Yıldız olay yerinde ölürken, oğlu da bacağından yaralandı. Baltacı’nın önce 6.35 mm’lik bir tabancayı belinden çıkardığı, ancak ateş almaması üzerine cinayeti bıçakla işlediği belirtildi. Ankara 9. Asliye Ceza Mahkemesi kaleminde çalışan Duygu Yıldız’ın ise evden geç çıkması nedeniyle kurtulduğu öğrenildi.

Genç kız cinayetin ardından korumaya alındı. Baltacı ise intihara kalkışınca getirildiği Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde gözaltına alındı. Baltacı’nın Keçiören’deki bir evde saklandığı, kendini öldürmeye çalışınca hastaneye kaldırıldığı öğrenildi.”

Bu haberin görüntülerini televizyondan izlerken cinayeti işleyen delikanlının zavallı kadıncağızı otobüse binerken çekerek indirmesini, sürüklemesini ve bıçaklamasını gören onca insandan ses çıkmamasına, bir kişinin bile tepki göstermemesine hayret ettim. Annesini kurtarmaya gelen kadının oğlunu da bıçaklayan gözü dönmüş caninin üstüne orda bulunanlar yürüse olay öyle mi olurdu? Bir kişi bile üstüne gitse değil cinayeti işlemek, kadınla bu kadar kolay uğraşamazdı. Yazık, çok yazık. İsteyenin her istediğini yapabildiği bir toplum olduk. Yapanın yaptığı yanına kâr kaldığı bir ülkede adalet beklenmemeli. Nerde kaldı bize has adalet duyguları? Yoksa kentli olmak demek duyarsız olmak, insanlığını unutmak mı demek? Bir köpeği böyle öldürseler hayvan severler dernekleri dünyayı ayağa kaldırırlardı. İnsan severler derneğini kursak mı acaba? Çünkü kendi türünden başka her türü seven insan, kendi türünden olan, kendisinin dışında birini sevmiyor ne yazık ki..

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 29.10.10


50 YAŞINI GEÇTİYSENİZ 2


Cahit Sıtkı Tarancı’nın 35 yaş şiirinin kalan bölümleri ve mizahi başlıklarla yazımıza kaldığımız yerden devam edelim.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ya.. şair de anlamış; insanın bir yaşa gelince başka yetenekler kazandığını böylelikle fark etmiş. Anlamak, yaşa bağlı olarak artan bir meziyettir. Oysa taş her zaman sertti, su her zaman boğardı, ateş her zaman yakardı. Gençlikte doğan gün dert değil sevinç getirdiği için bunları anlamaya kimse meraklı değildi, o kadar.

**AKŞAM YEMEKLERİNİ 16:00 DA YAPABİLİRSİNİZ

Ne zaman uyuyacağınız belli olmadığı için kuşlarla aynı zamanda yemeğinizi bitirin. Çünkü bu yaşlarda kuşlara daha çok benzemeye başlarsınız. Uçmanıza da az kaldı zaten.

**BİR ÇOK ŞEY OLMADAN YAŞAYABİLİRSİNİZ AMA GÖZLÜKSÜZ ASLA

“Bir çok şey” derken neyi kastettiğimi anladınız mı? Hani kırmızı noktalı filmler vardı, biliyor musunuz, henüz unutmadınız değil mi? Unutsanız da fark etmez gerçi. Siz gözlüklerinizi unutmayın yeter. Yanlış yere imza atmamanız için gözlükler hep yanınızda olmalı değil mi ama?

**SAĞLIKLA İLGİLİ KONULARDA ÇOK HARARETLİ TARTIŞMALARA GİRERSİNİZ

Hem de nasıl tartışırsınız bilseniz, kendinize şaşarsanız. Kulağınız duymaz olur şiddetle karşı çıkarsınız. Tansiyonunuz veya şekeriniz yükselir, siz kusurlu değilsinizdir. Bunu kanıtlamak için çok örnek verirsiniz mutlaka. Sizi baklavaları aşırırken gördüm, boşuna yorulmayın.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

Her ölen sanki kimse ölmeyecekmiş gibi sizi çok şaşırtır. Ölümler yüzünden dağılan hayatlara az üzülmezsiniz. Hayat bu.. ne gelir elden? Bir gün er geç ölüm sizi bulacak olsa da ölümü, hayatınızı karartmak için düşünmemeli. Sonbaharlarda güzeldir aslında. Renk zenginliği kadar her şeyde bolluk sonbaharla vardır. Ayvayı yazın, narı baharda arayın bulamazsınız.

**HIZ LİMİTİNİ AŞMA GİBİ BİR SORUNUNUZ YOKTUR

Hız sınırınız elbette olmaz. İstediğiniz kadar hızlı olun. Ama bacaklarınız ve kalbinizin izin verdiği kadar hızlı.. işte bu yüzden zaten hızlı olamayacaksınız. Onun için size sınır yok ya.

**PLAJDA GÖBEĞİNİZİ İÇERİ ÇEKMEK GİBİ BİR SIKINTIYA KATLANMAZSINIZ

Göbeğiniz olsa bile ki mutlaka vardır, kendinizi beğendirmek gibi bir derdiniz olmadığı için rahat olduğunuzu biliyorum. Göbeğiniz önde gitmeniz tesadüf mü yoksa?

**GÖRME BOZUKLUĞUNUZ DAHA KÖTÜ OLMAYACAKTIR

Yaya gezerken yanınızdan geçeni görmediğiniz, arabanızı park etmeye çalışırken, yada park ettiğiniz yerden ayrılırken çöp bidonlarına çarptığınız için üzülmeyin. Siz yarasalardan kör değilsiniz. Sizde eksik olan algı. Bir algılayabilseniz..

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.

Ölümün yaşı yok denir. Yola dizilmiş yaşlı ölümler sıra sıra, gençlerde ölür ara sıra. Allah genç ölümleri vermesin. O tahtları gençlerle doldurmasın.

Bu kadar hüzün yeter. 50 yaş çokta kötü bir yaş değildir. Bakın neden?

**EKLEMLERİNİZ EN DOĞRU HAVA TAHMİN BİLGİSİNİ VERİR

**TÜM SIRLARINIZ ARKADAŞLARINIZDA GÜVENDEDİR, ZİRA ONLARDA HATIRLAMAYACAKLARDIR

**BU LİSTEYİ SİZE KİMİN YOLLADIĞINI BİLE HATIRLAMIYORSUNUZ

**DİKKAT ETTİYSENİZ RAHAT OKUYABİLMENİZ İÇİN HERŞEY BÜYÜK HARFLE YAZILMIŞTIR

BİTTİ

Not: Büyük harfli mizahi başlıkları gönderen

kardeşim Coşkun Göle’ye teşekkür ederim.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 27.10.10

50 YAŞINI GEÇTİYSENİZ 1


Yaşınız 35’i geçti mi? Peki 50 yaşına erdiniz mi? Durun canım korkacak bir şey yok! Ne güzel işte! Sırtınızda kocaman bir heybe var demektir. Geçen zamanı nasıl geçirdiyseniz geçirdiniz. Kimsenin hesap sormaya hakkı olamaz. Onun hesabı mizanda tartılacağı gün verilecektir, burada değil. Ama yaşanan iyi kötü her ne ise bugün sizin için pırlanta değerinde. Artık engin görüşlü olduğunuzu tahmin etmek hiçte zor değil. Herkese akıl verdiğinize eminim. Aman ölçüyü kaçırmayın. Sonra size kim akıl verecek? Onun için bazen aklınızı kendinize saklayın, bakarsınız size de lazım olur.

Benim gibi 50 yaşını geçtiyseniz;

ENDİŞELENMEYİN, BÖBREK MAFYASI ARTIK SİZİNLE İLGİLENMİYOR.

Onun için her yere her saatte rahatça girip çıkabilirsiniz.

UÇAK KAÇIRMA OLAYLARINDA İLK SERBEST BIRAKILACAK REHİNE SİZSİNİZ.

Nede olsa yardım edilecekler sınıfına girdiniz.

Bütün bunlara rağmen yaşlılık şiirlerde bile hüznünü yüreklere kazıyor. Bakın 35 yaş şiirine..

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Bu mısraları hatırlamayan yoktur eminim. Biraz şiire meraklı iseniz bir yerden kulağınıza çalınmıştır. 1970’li yıllarda Hümeyra (günümüz gençleri onu, Gülse Bilse’nin yazıp oynadığı ‘Avrupa Yakası’ adlı komedi dizisinde rahmetli Gazanfer Özcan’ın eşi ve Gülse Bilse’yle Ata Demirer’in annesi rolündeki kadın oyuncu olarak tanıdı) bu şiiri bir Fransız melodisine söz olarak ekleyip söylemişti. Cahit Sıtkı Tarancı 35 yaşı ömrün yarısı saymış. Demek o zamanlarda insanlar 35 yaşından itibaren yaşlanmaya başlıyorlardı. Benim gibi Sakarya plakasına erenlere, yani 54 yaşında olanlara ne demeli?..

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Bu şiir, yaşlanma bunalımını güzel anlatan bir şiir. 54 yaşına gelince bunu daha iyi anlıyorsunuz. Orson Welles de (Türkçe okunuşuyla: Orson Vels) I Know What It is to Be Young (Türkçe okunuşuyla: “ay nav vat it iz tu bi yang”) adlı parçasıyla yaşlılığı bir gence anlatıyor. “Ben gençliğin ne olduğunu bilirim, ama sen yaşlılığı bilemezsin” diyor o gence. Nesa Ortopedi’nin sahibi, bizler gibi eski Yugoslavya’dan göç eden bir ailenin bireyi olan Necati bey, iki sene önce yaptırdığım uzun yürüme cihazının provası sırasında babaannesinin yaşlılık üzerine söylediği sözü söylemişti. Babaannesi şöyle dermiş: “Allah en zor şeyi, yaşlılığı en sona bırakmış.” Evet zor şeydir yaşlılık. Ama bakmayı bilene eğlencelidir de..

KİMSE SİZİN BİRYERLERE KAÇIP GİTMENİZİ BEKLEMEZ

Niye beklesin ki? Bacaklarınızın eski gücünde olmadığını herkes bilir. Onun için siz sadık bir bekçi olabilirsiniz.

AKŞAM SAAT 21:00 DE ARAYAN DOSTLARINIZ “UYANDIRDIM MI” DİYE SORACAKLARDIR

Erken yatmasanız da televizyon izlerken her gece koltukta uyukladığınızı biliyorlardır tabii, ondan soracaklar. Hele uzun kış gecelerinde..

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Gençlik yılları en uzak yıldızlardan bile uzak artık. O zamanlardan kalan birkaç eski resme baktıkça kendinizin eski güzelliğinize veya yakışıklılığınıza hayran hayran bakar, içinizden bu kimdi diye sorarsınız. Kendiniz bile tanıyamazsınız kendinizi. Başkalarına gösterdiğinizde başkaları sizi nasıl tanısın? Sonra iç geçirmeyle karışık giden gençliğinize hayıflanırsınız.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Geçen günkü yazımda okuduysanız hatırlarsınız; her tanıdığın ölümü yalnızlığın basamaklarıdır diye yazmıştım. Giderek daha çok yalnızlaştığınızı fark ediyor musunuz?

SİZİN İÇİN ARTIK HAYATTA DERS ALINACAK BİR ŞEY KALMAMIŞTIR

Sırtınızda kocaman heybe var artık boşuna demedim. Heybenizde bu derslerle doludur. Yeri ve sırası geldikçe siz istemeseniz de o heybeden dökülüverirler. Aman heybeden saçılanları herkese bol keseden, bıktıracak kadar dağıtmayın.

ÜZÜLMEYİN, ALDIĞINIZ HİÇBİR ŞEYİ ESKİTEMEYECEKSİNİZ

Sizin hangi eşyanız, hangi kullandığınız şey eskir bundan sonra. Zaten ömrünüz şunun şurasında ne kadar kaldı ki? Annem bilge kişiliklidir, o ömrünün kalan zamanını önceden bilircesine derki; “bu aldığım artık beni gömer.” Tıpkı akşam olunca güneşin ufuklara gömülmesi gibi.


DEVAM EDECEK

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 25:10.10

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 60


Merhaba sevgili okuyucum. “En solgun mevsimi seven ruhların” mevsimindeyiz. Son bahar olanca yürek buruculuğuyla hükmünü sürüyor. Sisli kasımlara da bir şey kalmadı. Sonrası ak çarşaflar üstünde ak yorganlarla uykuya yatacak doğa. Şimdi gördüklerimiz bunun hazırlığıdır. Çocukluğumda iki mevsim vardı benim için. Biri bahar, biride yazdı. Sonbaharda yüreğimi kasvet sarardı. O gölgeler, o kapalı hava içimdeki coşkuyu neşeyi silip süpürürdü. Kışı da o kadar sevmezdim. Kar yağdığı zamanlar hariç.. bu gün kendimi böyle bir iklimde yaşadığım için çok şanslı sayıyorum. Dört mevsimi gören kaç yer var değil mi? Görmesini bilene her mevsimin ayrı güzelliği var.

Gönderilmemiş şiirlerle başlayalım. Diğer konulara sırası geldikçe değineceğim.

109

Bahar geliyor artık

Kokusunu duyuyorum iyiden iyiye

Korkusu bitti uzun gecelerin

Beni yalnızlığın kelepçelerinde bulamayacak ay

Kar üzgün yağmayacak bundan sonra

Aydın Göle

20 şubat 2003

***

110

Nar ağlayadursun

Mevsimi geçti diye

Akasya

Hüzünlere makas ya

Karpuz kabuğunu bekler denizler

Martı çığlıkları gibi çocuk çığlıklarını

Köpüklü bira ve uysal dalgalar gibi yüreğim

Birde sen olsan bu yaz

Aydın Göle

20 şubat 2003

***

111

Beyaz gecelerinde kışın

Yıldızlar yere inmişlerdir

Gördüğüm kar değildir

Bu kadar beyaz

Bu kadar ışıklı

Yıldızdır sana gülen

Aydın Göle

26 şubat 2003

***

Gönderilmiş şiirlere sıra geldi. Daha önce gene bu köşede kan kardeşimden söz etmiştim. En kötü anında bile gülebilen hayat dolu bir hanımefendi. Şimdi sırayla okuyacağınız üç şiiri ona yazdım ve kısa mesajla gönderdim. Gönderilmiş şiirler bölümünde bölü işaretinden sonra gelen sayı ona yazılan şiir sayısını gösterir.

233/1

Şayet sabah olmayacaksa

Senin neşen kalsın yanımda

Ekmek su istemem

Oksijeni azalsın varsın

Ciğerime alıp verdiğim havanın

Bana bir nefeslik sen yeter.

Aydın Göle

26 şubat 2003

***

234/2

Gece sakindi, gece sessizdi

Gece yekindi, gece esindi

Gece hüzünler peşin peşindi

Geceleri ben aldım

Sana sevgiler ve sevinçler kalsın diye

Aydın Göle

05 mart 2003

***

235/3

Sana güneş

Gülen yüzünü göstersin daima

Gün güneşliyse

Sevincin yarısı önceden verilmiştir

Aydın Göle

06 mart 2003

***

Bu şiiri kime yazdığımı hatırlamıyorum. Ama gönderilmiş şiirler arasında olduğu için birine gönderdiğim kesin. Kan kardeşime gönderdiğimi tahmin ediyorum. Çünkü o dönemin şiiri.

236

Rüyada olsam uyanırdım

Ayakta olsam uzanırdım

Kaybetmiş olsam kazanırdım

Sen benim için mucizesin bir tanem

Baklava istemem, istemem börek

Benim istediğim sevgi dolu yürek

Bana verdin lütfederek

Benim için mucizesin bir tanem

Her şeye doyarım sana doyamam

Öyle taze nefessin sen

Senli zamanları bil ki sayamam

Öyle enfessin sen

Benim için mucizesin bir tanem

Aydın Göle

06 mart 2003

***

Bu şiir kalıpları kırmak ve değişik düşünceler üretmek istediğim bir şiir. Şiiri yazdığım hanım Che Guevara beresi takan, ülkücü bir hanımdı. Aklın sınırlarında gezmeyi çok seviyordu. Öyle şiirler yazıyordu ki anlamak ve çözmek için dünyanın hatırı sayılır edebiyat fakültelerinden birini bitirmek gerekiyordu. Bense ona gene anlaşılır bir şiirle cevap veriyordum. Anlaşılmazı yazacak kadar akıllı olmadığımı unutmuş değilim. Onun için boyumdan büyük işlere kalkışmadım. Benim kendime ait kalıplarımı kırıp kırmadığıma bu köşeyi okuyan devamlı okuyucum karar versin.

237

Vestiyerde bıraktığın şapka mı

Ben zaten şapka takmam ki

Maksat elim boş kalmasın

Almayı unuttum çıkışta

Askıda bensiz üşümüş

Gecenin sessizliği dolmuş içine

Elime aldım döküldüler

Yüreğim üşüdü

Elim buz kesti

Artık yazlar uzak bir düş

Mutluluk küçük bir gülüş

Eskide kalan

Kar yağmaya korkuyor bu yerde

Aydın Göle

10 mart 2003

***

Gene muhtemelen kan kardeşime yolladığım bir şiir. Kime yolladığımı yazmamışım. “Aşk insanı kendinden uzaklaştırır, oysaki insanın kendine kendisi çok lazımdır” dediğim bir şiir.

238

Bir yol var yarına uzanan, umut yüklü

Kederleri irin gibi akıttım yalnız saatlerime

Gürbüz çocuk doğdu içimde

Belki aşk hayata lazım fakat

Aşklarla çok yittim hayattan ben

Bana ben gerek bu yüzden daha çok

Daha çok ben

Aydın Göle

13 mart 2003

***

Kan kardeşime gönderilmiş bir şiir daha. Bu bölü işaretinin ardındaki verdiğim sayıdan da belli. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasıyla Orta Doğu Bölgesi ve Arap halkının batının her türlü baskısıyla zarar gördüğünü, halâ görmeye devam ettiğini anlattığım bir şiir.

239/4

Lâleler açmış mı lâle diyarında

Açsınlar çünkü yok başka çiçek, lâle ayarında

Debdebeli saltanat çiçeğidir dostun, ağyarında

Görürsen açtığını bir dere kenarında

Mazinin yadigârını al koynuna, sakla

Rüzgârlara bırakma, koparmasınlar yapraklarını

Zaten acımasız esiyor, ters yönden bize doğru

Lâleler açmış mı lâle diyarında

Bebeler babasını bekler mi meme emerken

Ağaçlar yanmış yaprakların acısını duyar mı

Köklerinde bu seher vakti Bağdat’ta

Bir kımıltı var mı toprakta en derinde

Sıcak mı eser rüzgarları, yüzleri yakmaz mı

İlaç bulamamış hastadır Bağdat, her gözden şifa ummaz mı

Savaş mı sarar dünyayı, kuşatır mı barış evreni

Bir dilim ekmeğe vakit yok mu

Yok mu kurumuş dudaklara bir yudum su

Allah’ım ne ettikte biz lâleler soldu

Lâlelerin hesabı kimlerden soruldu

Artık yeter Allah’ım lâleler açsın diyarında

Bebekler babalarını beklemesin artık

Sevdalar uçsun kuşların kanadında

Açsınlar çünkü yok başka çiçek lâle ayarında

Aydın Göle

13 mart 2003

***

Hepinize iyi pazarlar sevgili okurlar.


Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 24.10.10

KEŞKELERE BAKIN 2


Yazımızın ilk bölümünde Ozan Abdullah’ın anne yadigârı bakır tabağın bulunması için bestelediği türkünün sözlerini bu bölümde vereceğimi duyurarak yazımızı bitirmiştim. İşte o türkü sözlerinin bir bölümü şöyle:

Evi etmiş delik deşik,
Bulamamış ala bir metelik,
Penceredeki demiri de sökmüş üstelik,
Bizim eve hırsız girmiş.
Ne ineğim var ne danam,
Ne altınlı bir salınam,
Bir tasım vardı anamdan kalan,
Bizim eve hırsız girmiş.
Bulmuş sadece bir sahan,
Tek anamdan yadigar olan
Çok pişman olmuştur ellaam
Bizim eve hırsız girmiş

Ah ah!.. zavallı dilsiz varlıklar. Yani hayvanlar.. keşke onlarında dili olsa da dertlerini anlatabilseler, yada biz onların dilini bilsekte dertlerini anlasak. Keşke..

İngiltere’de yaşanan ilginç olayda, Georgie adındaki bull terrier cinsi köpek, çok nadir görülen bir durumdan müzdarip olunca, sahibi tarafından terk edildi.

Manchester Köpek Evi çalışanları, ziyaretçilerin köpeğe ilk görüşte aşık olduklarını, ancak cinsiyetini öğrendikleri zaman ondan hemen uzaklaştıklarını söylüyorlar.
Hermafrodit yani doğuştan çift cinsiyetli olan Georgie’ye yardımcı olmak için doktorlar onu ameliyata aldı ve erkek cinsellik organlarını keserek dişi olmasını sağladılar.
Köpek Evi’nin yöneticisi 35 yaşındaki Lisa Graham, ‘Onu gören insanlar önce çok heyecanlanıyorlar. Ancak durumunu ve geçirdiği ameliyatı söylediğimiz zaman hemen geri çekiliyorlar.’ diyor.”

Ne dramlar yaşanıyor şu dünyada değil mi? Ozan Abdullah Öztürk’ün yaşadığı da başka bir şey.

“Hırsızın çaldığı bakır tabağı geri getirmesi için bestelediği türküyü Kayseri’de yayın yapan yerel televizyonlarda sazıyla seslendirdiğini anlatan Öztürk, ‘Bestelediğim türküyü Kayseri’de yayın yapan 4 yerel televizyonda seslendirdim. Ayrıca davet edildiğim düğünlerde de aynı türküyü söyleyip hırsızın çaldığı tabağı geri getirmesini istedim. İnsafa gelen hırsız çaldığı bakır tabağı, kapağıyla birlikte evin bahçesine atmış. Bahçede çalınan tabağı bulunca çok sevindim’ dedi.”

Sigaraya gelen yasak ve zam sonrasında kazanan kaçak sigara ticareti yapanlar oldu. Devlet gelirlerinde sigaradan elde edilen vergiler ne kadar gerilemiştir acaba? Şimdi yöneticilerimiz keşke diyor mudur? Bu durumdan memnun olanlar sadece kaçak sigara tüccarları değilmiş. Onlar deseler, deseler, kapalı yerlerde sigara içme yasağı keşke çok daha önce başlasaydı diyorlardır.

“Kuruyemişlik ay çekirdeğiyle ünlü Bursa’nın İnegöl ilçesinde rekolte, kapalı mekanlarda sigara yasağının başlamasıyla geçen yıla göre 4, önceki yıla göre 20 kat artış gösterdi.

İnegöl Ziraat Odası Başkanı Sezai Çelik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 4207 sayılı Tütün ve Tütün Mamullerinin Zararlarının Önlenmesine İlişkin Yasa’da yapılan değişiklikle, tüm kapalı alanlarda sigara yasağı uygulandığını anımsattı.

Yasada yapılan değişiklikle lokanta, kahvehane, kafeterya gibi yerlerde sigara içmenin yasak olduğunu dile getiren Çelik, söz konusu yasağın sağlığın yanı sıra ekonomiye de önemli kazanımlar sağladığını vurguladı.

Ekonomik yönden kazanımlardan İnegöllü çiftçilerin de yararlandığını dile getiren Çelik, yasakla birlikte kahvehaneler, çay bahçeleri ve kafeterya gibi yerlerde ay çekirdeği tüketiminin arttığını, bu artışın İnegöl’ün kuruyemişlik ay çekirdeğine olan talebi yükselttiğini anlattı.

Çelik, İnegöl’ün kuruyemişlik ay çekirdeğiyle ülke genelinde yıllar öncesine dayanan bir üne sahip olduğunu ifade ederek, şöyle konuştu: ‘Verimli toprakları ve eşsiz coğrafyasıyla İnegöl, tarımsal üretimde önde gelen ilçeler arasında bulunuyor. Ovasından ormanlık alana doğru yükselen geniş arazisinde meyve-sebze ve tahıl üretilen ilçede kuruyemişlik ay çekirdeği üretimi de giderek yaygınlaştı. Çekirdeğimiz, sahip olduğu lezzetiyle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyükşehirlerde tüketicilerden yoğun ilgi görüyor. Bunun yanı sıra paketli kuruyemiş satan büyük firmalar da çekirdeğimize talep gösteriyor. 2008 yılında üretim önceki yıllara göre artarak bin tona çıktı.

Sigara yasağından sonra adeta patlama yaşandı ve üretim geçen yıl 5 bin tona yükseldi. Bu yıl ise rekolte 20 bin ton olarak gerçekleşti. 2 yıl öncesine göre artış 20 kat oldu.’ Üretimin önümüzdeki yıl daha da artacağını dile getiren Çelik, çiftçilerin ay çekirdeği üretimi konusunda ziraat odasından bilgi ve destek talep ettiğini anlattı.

‘Sigara yasağından sonra kahvehanelerde ay çekirdeği tüketiminin artması rekolteyi bu noktaya taşıdı’ diyen Çelik, şunları kaydetti: ‘Bu öngörüyü sigara yasağı başlar başlamaz yapan çiftçilerin bugün elinde ay çekirdeği kalmadı. Özellikle geçen yıl ziraat odamıza gelen çiftçiler ‘herkes çekirdek çitliyor, bizim ay çekirdeği para eder’ diyerek bu ürüne yöneldi. Bu söylemler de haklı çıktı. İlçemizde üretilen ay çekirdeği neredeyse yok satıyor."

Hikayemizin kahramanına dönelim.

“Annesinden kalan tabağı geri getiren hırsızı affettiğini de belirten Abdullah Öztürk, ‘Şimdi anne yadigarı bakır tabağı daha güvenli bir yerde saklıyorum. Hırsız yine vicdanlı çıktı ve türkülerimi duyup insafa geldi. Allah sevdiği kulunu sevindirmek için önce eşeğini kaybettirir, sonra buldururmuş’ diye konuştu.”

BİTTİ

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 22.10.10

KEŞKELERE BAKIN 1


Keşke her sorun böyle çözülse. Ama kim böyle insafa gelir ki?..


“Ozan Abdullah olarak tanınan Öztürk’ün Kayseri’nin Sarıoğlan ilçesine bağlı Tuzhisar beldesindeki evinin pencere demirlerini bir süre önce kırarak içeri giren hırsız evde altın ve para bulamayınca, sehpa üzerinde duran ve ‘sahan’ adı verilen kapaklı bakır tabağı çaldı.

Ölen annesinden hatıra olarak kalan bakır tabağın çalınmasından büyük üzüntü duyan Abdullah Öztürk, olayı duyurmak için bir türkü besteledi.”

Keşke tüm ilgili birimlerce ülkemizde ve dünyada böyle çalışmalar yapılsa ve yeryüzünün kirliliği azaltılsa..

“PAMUKKALE Üniversitesi’nde (PAÜ), nano teknoloji kullanılarak pamuklu kumaşların deterjan ve suya gerek kalmadan güneş ışığında kendi kendini temizlemesini sağlayan bir ürün geliştirildi. TÜBİTAK’ın da desteğini alan ürün için üniversite tarafından patent başvurusu yapıldı.

PAÜ Mühendislik Fakültesi’ndeki Çevre Mühendisliği, Tekstil Mühendisliği ve Biyoloji Bölümü tarafından 18 ay önce, pamuklu kumaşların güneş ışığında kendi kendini temizlemesini sağlayacak bir ürün için çalışmalara başlandı. TÜBİTAK’ın da destek verdiği projeye İtalya’dan Napoli Üniversitesi ve Kuzey İrlanda’dan da Ulster Üniversitesi ortak oldu. Çevre Mühendisliği Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hüseyin Selçuk, Tekstil Mühendisliği Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Sema Palamutçu, Çevre Mühendisliği Öğretim Üyesi Doç. Dr. Fehiman Çiner ve Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Hilmi Çon’un birlikte çalıştığı projenin son aşamasına gelindi. Tekstil Mühendisliği labaratuvarında pamuklu kumaş parçalarına nano partikülleri uygulandı. Ardından başta çay olmak üzere çeşitli lekeler sürülen kumaş parçaları güneş ışığında yaklaşık 4 saat bekletildi. Kumaşların deterjanla temizlemeye gerek duymadan, üzerindeki lekeleri güneş ışığı sayesinde kendi kendine temizlediği gözlendi.”

Biz bu buluşla ne kadar tam gaz gideriz bilmiyorum. Keşke sonuç alınabilse.. ama sanmıyorum. Buna benzer bir çalışma uzay araştırmaları sırasında uzay endüstrisi tarafından bakteriler vasıtasıyla denenmiş ve susuz çamaşır makinelerinde başarı sağlanmıştı. Deterjan firmaları bunun yaygınlaşmasını 1970’lerden bu yana engelliyordu. Keşke bu durum olmasa..

Ozan Abdullah Öztürk’ün evinde yapılan soyguna dönelim. Nerde kalmıştık?


“Öztürk, AA muhabirine yaptığı açıklamada, çalınan bakır tabağın kendisi için çok değerli olduğunu belirterek, ‘Eve giren hırsız, annemden hatıra olarak kalan kapaklı bakır tabağı çalmış. Annem yoksul olduğu için yemeklerini bu tabakta yer, yiyeceklerini bu tabakta saklardı. Annem ölürken bile elinde tuttuğu bakır tabağı, yıllarca hatıra olarak sakladım. Hırsız evde altın veya para bulamayınca bakır tabağı çalmış. Tabağın çalındığına çok üzüldüm ve olayı anlatan bir türkü besteledim’ dedi.”

Neyse, bu konuya gene döneriz. Konularımız çok.

Keşke herkesin bir uğraşı olsa.. meslek yaşamı bittiğinde çok gerekli çünkü. Ruhsal yıkıntıyı önlemenin başka yolu yok! Olta avcılığı bunlardan biri.

“Çanakkale’nin Ayvacık ilçesi sınırları içinde yer alan Assos Antik Kenti’nde, 2 bin 300 yıllık bronz olta iğneleri gün yüzüne çıkarıldı.

Kazı Başkanı Prof. Dr. Nurettin Arslan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, antik dönemde Assos’ta balıkçılığın önemli yer tuttuğunu söyledi.
Önceki yıllarda kazılarda balık yemede kullanılan çok sayıda tabak ele geçtiğini anımsatan Arslan, bunların yanında bu yılki kazılarda insanların balık tutmada kullandıkları, bugünkü olta iğneleriyle hemen hemen aynı olan çok sayıda bronz olta iğnesinin gün yüzüne çıkarıldığını bildirdi.
Prof. Dr. Arslan, ‘Deniz kıyısında yaşayan bir halkın, aynı zamanda temel besinlerinden biri olan balıklardan faydalanmak için bu tür oltaları kullandıklarını açıkça söyleyebiliriz’ dedi.
Olta iğnelerinin stoada da (üstü kapalı, sütunlu galeri) bulunduğunu belirten Arslan, ‘Bu iğneler, günümüzden 2 bin 300 yıl öncesine ait objeler.
Assos’ta yaşayanlar, avladıkları balık türlerine göre bu iğneleri çok farklı boyutlarda üretmiş’ diye konuştu.”

Oltayla balık tutulur tutulmasına da, türküyle hırsız insafa getirilir mi? Keşke, ah keşke..

Ozan Abdullah’ın anne yadigarı bakır tabağın bulunması için bestelediği türkünün sözlerini gelecek bölümde görelim.


DEVAM EDECEK

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 20.10.10

YALNIZLAŞMAYA DOĞRU


Annemin beni kucağına alıp Guraba Hastanesinde felç hastalığından yürüyemeyişime çare aradığı sırada kendimi hatırladığım kadarıyla 3-4 yaşlarındaydım. Yani bundan 50-51 sene öncesi.. annemin yanında kardeşi kadar yakını can yoldaşı halası oğlu vardı. Babam uzun yol şoförüydü, her hastaneye gidişimizde bizimle olamıyordu. Annemin halası oğlu, benim canım ağabeyim, öyle umulmadık zamanda karşımıza çıkardık ki, annemin yükünü azaltırdı. Beni kucağında bıkmadan taşıyan annem koca İstanbul’larda hastane ile ortopedik araç gereçler yapıp satanlar arasında gidiş gelişinde nefes almaya fırsat bulurdu böylelikle.

Eski Yugoslavya’nın Makedonya’ya bağlı Ohri’nin ilçesi Struga’da öğretmenliği bırakıp anası babası ve kız kardeşiyle beraber Türkiye’ye göç etmişti. Tıpkı servetlerini bırakıp gelen babamlar gibi.. o dönem, kimliklerinden vazgeçmeyip Sırplaşmaya, Makedonlaşmaya direndikleri için Türklerle birlikte bütün Müslüman halkların her çeşit baskı ve göz açtırmayan vergiler yoluyla ellerindeki mallarını bırakıp doğup büyüdükleri toprakları terk etmeleri sağlanmış. 1956 sonrasında Türkler kafileler halinde ya mallarını yok pahasına satıp, yada olduğu gibi bırakıp bireysel çabalar ve büyük umutlarla adeta kaçarak Türkiye’ye, anavatana gelmişler. Bu göçmenler devletten devlete anlaşmalı gelmedikleri için her konuda çok zorluklar çekmişler. İşsizlik, açlık, sefalet, hastalık kaderleri olmuş. Ama bu kadere teslim olmamışlar. Direnmişler ve topluma kendilerini kabul ettirmişler. Çok çalışkan bir nesildi o nesil. Çok da kahraman.. aradan geçen zaman, onları hayata karşı galip ilan etti.

Devamlı gülen bir yüzü vardı. Onun yüzünü görmek insanın içini açardı. Sohbetiyle güzel bir yemek yemiş gibi olurdunuz. Anlattıklarından çok, anlatış biçimi önemliydi. Kesinlikle içinize işleyen sesle konuşurdu. Zarif ve yumuşacık.. bizim oraların ses tonlaması ve vurguları onu simgeliyordu adeta. Kibar adamdı.

2005 yılında kalın bağırsak kanserine yakalandı. Sayısız ameliyatlar oldu. Sayısız kemoterapiler gördü. Birkaç ay sonra babamda cilt kanserine yakalandı. Geçmiş olsun telefonu açtığında babama Çapa Tıp Fakültesini önerirken, cesarette veriyor, hastanelerimizi övüyordu.

Babam 05.11.06’da vefat etti. Cenazeye hasta haliyle Adapazarı’na gelmiş, beni çok duygulandırmış, gururlandırmış, o kadarda şaşırtmıştı.

Bu çok değerli ağabeyim kanserle girdiği amansız mücadeleyi kaybederek vefat etti. Mekânı cennet olsun. Her ölüm bir kayıptır, her kayıpsa yalnızlığın basamakları. Hayat bizi yalnızlaşmaya doğru ister istemez sürüklüyor ne yazık. Bugün hiç tadım yok! Kusura bakmayın

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com

Yayın Tarihi: 18.10.10

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ 59

Gene gönderilmemiş sevda şiirleri. Gene yüreğimin acılarına tanık olacaksınız sevgili okurlar. Şair zorda gerek. Zoru yaşamadan şiir doğmaz. Ne tür yazarsanız yazın refah içinde dingin durgun bir hayattan bir tek satır çıkmaz. Aşkta zorların en zorudur. Ama hayatın tacıdır, taşımayı bileni aşk acısı bile güzelleştirir. Bu şiirlerde yer yer bunu bulacaksınız.

***

102

Ölüm sessizliği var kulaklarımda

Ölüm susuzluğu var dudaklarımda

Nerdesin nefesine, sesine, gölgesine vurulduğum

Nerdesin saat gibi hep sana kurulduğum

Al beni benden

Bırakma beni sensiz

Al beni benden

Bırakma yalnız,

Bir sensizlik, birde hasret iki ucu açık makas

Beni kâğıt gibi kesecek vicdansız

Günlerimi de

Güllerimi de

Aydın Göle

04 şubat 2003

***

103

Ben tamamını verdim sevgimin tükenmedi

Sen iki taksit ödedin sonra durdun.

Sevgi borcunun kefilimi var?

Kurtulurum mu sanıyorsun bu borçtan?

Bana sevgi borcun var, sen ölemezsin.

Yaşarsan bu borçla, hiç mi hiç gülemezsin.

Her sevene haram olursun.

Yüreğim sana hasret susarsa bir gün

O hasret uzaklarda bulur seni, nefes alamazsın

Seni sevmekten bıkmıyorum.

Gözlerin aklıma takıldı kaldı,

O yüzden göklere bakamıyorum.

Gözlerin aklıma takıldı kaldı,

O yüzden ışıkları yakamıyorum.

Bana sevgi borcun var, sen ölemezsin

Yüreğini bana ver, kurtul bu borçtan.

Aydın Göle

07 şubat 2003

***

104

Sevgilim sorsalar seni bana

Erguvanlı bahçeler mi derim senin için?

Üzgün yağan kar mı derim kış ortasında

Kısa ömürlü kelebek mi derim

Sevgiden söz ederken

Aydın Göle

08 şubat 2003

***

105

Sevgi

Sevdiğimize sırılsıklam tutulmak mıdır?

Çiçekleri neden seviyoruz öyleyse

Yağmuru..

Fırtınayı..

Güneşi..

Ayı..

Kemanın tellerini;

Kimi zaman hoyrat,

Kimi zaman müşfik,

Okşayan yayı.

Neden dost oluruz köpeklerle

Neden koşarız baharda kelebeklerle

Unutmamak için kimseyi

Sevgi günün kutlu olsun küçüğüm

Aydın Göle

14 şubat 2003

***

106

Ne çok kırıyorsun beni, ne çok

Bilmeyen sende kalp yok sanır

Sende kalp var, var ama

Kan basıyor sadece, vücuduna

Sevgi basmıyor damarlarına

Vefa, sadakat basmıyor hücrelerine

Kanında sevgi yok ki

Beslenmemişsin sevgiyle çocukken

Kalbinin günahı yok

Sevgi bassaydı kalbin

Vefa, sadakat bassaydı

Işık saçardı gecene, umut saçardı

Taş kesilmezdi böyle

Görev amiri olmazdı

Kulak memesi kıvamında hamur

Her yanı kırmızı samur sarardı seni

Aklına gelirdi sık sık seni sevenlerin

Beni hiç unutmazdın

Şarabın ve dostun eskisi makbul

Eskidikçe şarap ve dostluklar

Servet eder değeri

Beni sevmesen de olur

Sevmesen, unutsan da olur

Sevenlerine, sevgine sahip çık

İstersen beni bir çırpıda yık

Ne önemim var ki zaten

Biten sigara gibi duruyorum dudaklarında

Aydın Göle

14 şubat 2003

***

107

Siya siya kürekler

Dalıp çıkıyor suya

Firar ediyor yürekler

Rast gelince ahuya

Sevdadır yaşatan hengâmeyi

Sevdadır dudağıma

Dolayan bu nağmeyi

En azgını gelsin dalgaların

Boğuşurum

Kazanan sonunda bilirim

Ben olurum

Çünkü inanırım sonuna kadar

Umut kesmem Allahtan

Bu gün olmazsa beklerim,

Gelen ve her gelecek sabahtan.

Aydın Göle

17 şubat 2003

***

108

Eğer kabil olsa

Kalbine girer çıkmazdım.

Eğer kabil olsa

Kalbimi sinene koyardım.

Gör bak nasıl kopuyor fırtına

Adın her geçtiğinde.

Belki anlardın o zaman

Sevgimin büyüklüğünü.

Richterler ölçmez

Şilepler taşıyamaz sevgimi.

Eğer kabil olsa

Kalbini alırdım senden.

Sana kalpsiz diyenleri doğrulardım.

İhtimallerde durmak ne zor.

Kabil olsa her şey

Yani kesin

Yani keskin

Şah damarımı keserdim gözümü kırpmadan.

Kırpmadan, eğer sensizlik varsa yarınlarımda.

Eğer kabil olsa

Bilsem bilinmezi

Yaşamazdım..

Aydın Göle

20 şubat 2003

***

Hepinize iyi pazarlar sevgili okurlar.

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 17.10.10


SİZİN NE KADAR UMURUNUZDA


ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE


Bugün biraz haberler ve köşe yazıları arasında gezelim

“İZMİR’de, Kızılay’ın doğduğu gün bir bebeğe AİDS’li kan verdiği için Türkiye’yi 787 bin lira tazminat ödemeye mahkum etmesi üzerine devlet, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararına uyarak, aileye yasal faiziyle birlikte toplam 948 bin TL tazminat ödedi.

İzmir’de, 1996 yılında yaşanan olayda, doktorlar erken doğan Y.O.’nun kanının değişmesine karar verdi. Aile ise kanı Kızılay’dan temin etti. Ancak Kızılay’dan alınan ve bebek Y.O.’ya nakledilen kanda AİDS hastalığına neden olan HİV virüsünün bulunduğu ortaya çıktı.”

“Bilim adamları Dünya’dan 20 ışık yılı yani yaklaşık 120 trilyon mil uzaklıktaki bir gezegenin, bağlı olduğu yıldıza uzaklığının, ne çok sıcak ne de çok soğuk olmayacak bir mesafede bulunduğunu tespit etti. “Gliese 581-g” gezegeninin su ve hayatın varlığı için tam doğru konumda olduğundan artık emin olduklarını açıklayan bilim adamları, gezegende su olup olmadığıyla ilgili henüz bir bulguya sahip değiller.”

Sizin ne kadar umurunuzda bilmiyorum ama Ertuğrul Özkök köşesinde yazmıştı;

“Bravo Deniz Ülke Arıboğan.

Kendine aydın diyen bazıları ‘Hayır’ oyu veren herkese ‘Ruh hastası’, ‘Ahlaksız’ ‘Darbeci’ diye yüklenirken, o bir bilim insanı hassasiyeti ile yüzde 42’nin ruh halini anlamaya, anlatmaya çalışıyor.

Şunları söylüyor:

‘Bu kitle aslında ülkesini çok seviyor ve geçmişini sahiplenmeyi bir vazife olarak görüyor. Bütün değerlerinin bu kadar lanetlenmesine, bu kadar tartışılıp speküle edilmesine hazır değildi ve şimdi ona tepki duyuyor.’

Yani diyor ki: Daha doğrusu o demek istiyor, ben de soruyorum ki:

Bu yüzde 42’nin, Tophane’de sopasının ucundan duman tüten ‘delikanlı’ kadar, hiç olmazsa o kadar, şefkate hakkı yok mu?”

“Bilim adamları Dünya’dan 20 ışık yılı, yani yaklaşık 120 trilyon mil uzaklıktaki bir gezegenin, bağlı olduğu yıldıza uzaklığının, ne çok sıcak ne de çok soğuk olmayacak bir mesafede bulunduğunu tespit etti. Bilim adamları bağlı oldukları yıldıza yaşama uygun mesafede bulunan gezegenleri "Goldilocks" (Düğün Çiçeği) şeklinde anıyor. Bu ismin kaynağı ise orijinal adı "Goldilocks and Three Bears" olan "Üç Ayı" masalı.”

Sizin ne kadar umurunuzda ama Ertuğrul Özkök’ün aynı yazsına gene dönelim.

“Bravo Kadri Gürsel.

Ne diyor, hem de açık açık, hiç kıvırtmadan, adını koyarak:
“AKP iktidarının Kürtler kadar Türklerle de müzakere etmesi gerekir.”
Geçen pazartesi günü Milliyet’teki köşesinde aynı samimiyetle devam ediyor:
“Bütün Türklere demokrasi güvencesi vermeden, Kürtlerle demokrasiyi konuşmak mümkün olmadı, olmayacak.
Kürt sorununu çözüm yoluna sokmak, Türkleri bölen nedenlerin üzerine gitmekten geçiyor.”
Haksız mı?
Bu memleketin artık Kürt sorunundan büyük bir Türk sorunu var diyenlerin hiç mi hakkı yok...
Türk’ü çoktan unutmuş, defterinden silmiş, şimdi de başkalarına unutturmaya çalışan kafa alır mı bilemem.
Ama çok iyi bildiğim bir şey var.
Kürt sorununu çözmek için İmralı’ya, Kandil’e gidenler, bir zahmet sahillere de uğramak zorunda.”

Sizin ne kadar umurunuzda bilmem ama;

“Amerika Ulusal Uzay Vakfında düzenlenen basın toplantısında bulgularını açıklayan Carnegie Institution astronomi uzmanı Paul Butler, ‘Suyun olması için gezegenin ne çok soğuk ne de çok sıcak olmaması gerek. Bunun için de ne çok uzak olacak ne de çok yakın’ dedi.”

Sizin ne kadar umurunuzda bilmiyorum.

“Bir süredir dünyada ve ülkemizde küçük alışveriş duraklarının, bizdeki adıyla bakkaliyenin ölümüne tanıklık ediyoruz.”

“Butler, ‘Gliese 581-g’ gezegeninin tam doğru konumda olduğundan artık emin olduklarını açıkladı. Ancak, gezegende su olup olmadığıyla ilgili henüz bir bulguya sahip değiller. Basın toplantısında, ‘Şimdilik tek bildiğimiz, bu gezegen sıvı halde su için ideal mesafede. Ve yüzeyinde suyu koruyacak atmosfer yoğunluğuna sahip. Bunun dışında bir yaşam olduğu ile ilgili söylenecek her şey spekülatif olur’ diye konuşan Butler yine de spekülasyon yapmaktan kendini alamadı: ‘Dünyada bir söz vardır. Nerde su varsa orada hayat vardır.’

Pennsylvania Eyalet Üniversitesi astronomlarından Jim Kasting ‘İlk defa gerçekten heyecanlıyım. Bu gezegen, hayata tam müsait ilk gezegen’ dedi.”

Sizin ne kadar umurunuzda bilmem. Bu kadar araştırma ve keşifler yapılıyor, aklınıza bir şey geliyor mu? Bence bu dünya yaşanmaz olmak üzere. Ufak ufak kaçmanın yolları aranıyor olmasın bu? Şaka, şaka..

Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com

Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com


Yayın Tarihi: 15.10.10