31 Ocak 2015 Cumartesi

İYİLİK, HEVES VE İSTEK İŞİDİR!

Hikâyelere bayılırım. Varsın adım “hikâyeci başı”na çıksın. Bugünde Acun Ilıcalı’nın meşhur ettiği komedyen Atalay Demirci’nin “Çocukça Mendil” adlı bir hikâyesiyle yazıma başlamak istiyorum.

*

“Mendil alır mısın abi?” dedi, kirli ama güzel yüzüyle.
“Yok” dedim, “Sağ ol, sağ ol, benim var”
“Olsun sonra kullanırsın” dedi titrek sesiyle.
“Peki” dedim, “Ver bir tane”
Uzattım parayı, sevindi. “Mendil kalsın” dedim, gücendi.
“Olmaz öyle şey, ben dilenci değilim”
“Peki” dedim, “Peki, kızma”
Aldım mendili elinden sordum: “Adın ne senin?”
“Murat” dedi, “Murat ama arkadaşlar ‘İnce’, der zayıfım ya hani.”
“Annen, baban yok mu senin?”
“Bilmem, vardır herhalde. Hiç görmedim ki.”
“Peki nerede yaşıyorsun sen?” dedim.
“Her yerde” dedi, hem de gülerek...
“Nasıl yani her yerde?”
“Öyle sınırlamıyorum kendimi sizler gibi” dedi ve patlattı kahkahayı. Haksız da sayılmazdı hani...
“Kimden alıyorsun sen bu mendilleri?”
“Sakallı Mehmet Amca’dan”
“Kaçtan veriyor sana tanesini?''
“İkiyüzelli’den”
“Peki sen ne kazanıyorsun mendil başına?”
“Ee!.. İkiyüzelliii”
“Ne yani hiç para almıyor mu Mehmet Amca’n senden?” diye sordum şaşkınlıkla.
Biraz kızgın baktı yüzüme: “Siz hep böylesiniz zaten, karşılıksız iyilikten anlamazsınız.”
“Niye ki?” dedim, anlattı:
“Bir keresinde bir abla ağlıyordu, ‘Abla mendil alır mısın?’ diye sordum, ‘Defol!...’ diye bağırdı bana. Oysa, oysa vallahi satmayacaktım ben ona, gözyaşlarını silsin diye vermiştim mendili. Anlamadı... Ama ben yine de gizlice koydum çantasına.”
“Peki” dedim, “Ben bir yıllık mendil ihtiyacımı alsam senden, bir seferde, topluca yani olur mu?”
“Olmaz” dedi kafasını iki yana sallayarak. “Olmaz!... O zaman benim bütün günlerimi satın alırsın. Satılık olanlar sadece mendiller abi. Günlerimi bırak, bana kalsın...”

Atalay Demirci / Çocukça Mendil

*

Küçük ama mesajı olan güzel bir hikâyeydi bana sorarsanız.. Sizcede öyle değil miydi? Öncelikle karşılıksız iyilik yapmak üstüne kısacık bir değinme var; ona birkaç söz söylemek gerek. İyilik kavramı bir insanın (gereksin veya gerekmesin) yararına yapılan, durumunu değiştiren, rahatlama sağlayan şeylerin tamamını kapsar. İyilik yapılan kişi tarafından istenmeden yapılan iyiliğin değeri fazladır. Bununda bir dozu olmalı elbette. İyilik, yapılan kişiyi ezdikten sonra iyilik olmaktan çıkar.

Karşılıkta beklenmemeli. Beklendiği zaman onun adı iyilik değil yardımlaşma olur. Tıpkı köy geleneklerinde imece dediğimiz geleneksel karşılıklılık ilkesinin olduğu yardımlaşmalar gibi. Bunun için iyiliğin karşılıksız olması ve bir beklenti içinde olunmaması gerekir. Eskiler boşuna dememişler: “İyilik yap denize at, balık bilmezse, malik bilir.” 

Demiştik ya iyiliğinde bir dozu olmalı. Kişiyi ezmemeli, üzmemeli. Kime nasıl, ne kadar, ne zaman iyilik yapmak gerektiğini bilmek şart! Sırf iyilik olsun diye iyilik yapılmaz. Bu konuda oldukça uzun bir liste sunulabilir. Listeye bakınca herkes iyilik gören veya iyilik yapan tarafının bir yerinde kendine rastlayacaktır. Ama işimiz bu değil. Mendil satıcısı çocuğun son sözüyle söyleyecek olursak “(...) Satılık olanlar sadece mendiller abi. Günlerimi bırak, bana kalsın...” işte bu insanı pasifleştiren, hayata katmayan, belkide asalaklaştıran iyilik olur.
Bunun için iyiliğin dozuda önemli.

Başka açıdanda önemli. İyilikle asalaklaştırdıklarınız hayata katılamadıkları gibi iyiliklerinizi size bir görev haline dönüştürürler. Bunun için bir kişiye aynı konuda (bazı durumlarda farklı konularda bile) üç kere iyilik yapmanız yeterli. Dördüncü iyilik iyilik değil görevdir artık. Her görevse sıkıcıdır. Heves meves kalmaz ortada. Oysa iyilik heves ve istek işidir.


Yayın Tarihi: 28.01.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder