Adam iki minik kızını ve güzel karısını almış, otomobille
bir geziye çıkmıştı. Küçük bir geziydi bu. Akşama eve döneceklerdi. Hava şurup
gibiydi. Her hastalığa iyi gelirdi böyle havalar. Sağlıklı olanı da daha zinde,
daha mutlu ederdi. Hele birde gezideyseniz, değmeyin keyfinize. Geçtikleri her
yerin ayrı bir güzelliği vardı. Çocukların, gördükleri hayvanlar ilgisini
çekiyordu. Sanki bir hayvanat bahçesinde geziyorlardı. Bir yerden bir koç
çıkıyor, bir yerden bir tavuk, bir
yerden hindi, ördek, tavşan, bir yerden minik kuzucuklar, keçiler. Bazen de
boğalar inekler.. bir yerde manda bile görmüşlerdi de şaşırmışlardı. Adam
kızlarına kamyon olmadan önce mandalar yük arabalarını çekerdi diye anlatınca
kızların hayal dünyası kim bilir neleri çağrıştırırdı ki, şaşkınlıktan gözleri
büyürdü.
Bu küçük gezide adam durdukları her yerde yiyecekleri bir
şeyler alıp otomobilde bunları kızlarına verirken uzanan minik ele “kardeşinle
paylaş” derdi. Böyle yaparsa paylaşmayı öğrenirler diye düşünüyordu. Bugünde
öyle olmuştu. Aldığı yiyeceklerin hepsini minik kızların paylaşması için tek
tek veriyordu. Yiyecekleri alan minikler aldıkları şeyi kendi ağızlarına
atmadan önce yarı yarıya paylaşıyorlardı. Gördüklerini de paylaşıyorlardı. Biri
otomobilin camında gördüğü, bir çitin üzerine çıkmış var gücüyle üürüleyen horozu
diğerine göstermeden duramıyordu. Diğeri de annesiyle koşarken gördüğü bir
minik tayı heyecanla kardeşine gösteriyordu. Hele köy yollarında
otomobilleriyle birlikte koşan ve kendilerine havlayan köpekleri görünce ne
heyecanlanıyorlardı. Heyecanlı ve korkmuş anlarında birbirleriyle
dayanışmalarını anlatmak imkânsızdı. Ama sevinçli halleri de görülmeye değerdi.
O zamanlarda kuş cıvıltılarıyla dolardı otomobilin içi. Adam
iki kızı ve güzel hanımıyla çok mutluydu. Onların varlığıyla dünya telaşından
uzaklaşır başka bir dünyanın insanı olurdu.
Bugünde bilmedikleri yerlere gelmişlerdi, geçtikleri her yer
onlara daha çekici görünüyordu. Bir ara sağa ve sola ayrılan bir yola geldiler.
Nereye sapacaklarına karar veremiyorlardı. Adam sola sapma düşüncesindeydi,
karısı sağa sapmayı öneriyordu. Sonunda adam kendi bildiğini okudu ve sola
saptı. Karısı bunun üzerine somurttu, ve yüzünü otomobil camından içeriye hiç
çevirmedi. Gerçi o somurtmuş haliyle yolda ne görüyorduysa artık..
Otomobilin içini sessizlik kaplamıştı. Çocukların sesini en
güzel bestelere değişmezdi adam. Onun için radyo bile açmaz, bir müzik parçası
çalmazdı. Sessizlik canını sıkmaya başlamıştı. Elini tam radyonun düğmesine
değdirmişti ki, kızının kopardığı kocaman bir çikolata parçasını annesine
verirken “anneciğim bunu babamla paylaş” dediğini duydu. Gözlerinin hafifçe
yandığını hissetti. Yaşları akıtsa herkes görecekti. Kendini tuttu. Karısının
gülümseyen yüzle verdiği o çikolata parçasından bir parçayı aldı. Büyük bir
keyifle ağzında erite erite yedi.
***
Kimi insanlar doğuşundan itibaren paylaşmayı sever. Kimi
ölene kadar kimseyle hiçbir şeyini paylaşmaz. Paylaşımcı insanın barışçı, sevgi
dolu olduğunu görüyoruz. Paylaşımcı insan kendini dert etmez kendiyle barışık
insandır. Başkalarını mutlu etmek kendisinin mutlu olmasına yeter. Ölene kadar
kimseyle bir şey paylaşamayan iç hesaplaşmasını bitiremeyen, ürkek ve korkak
insandır. Onların kimilerindeki azametli dik duruş, kendilerinden emin halleri,
yani dış görünüşleri herkesi yanıltabilir. Oysa o kadar yalnız bir dünyada
yaşarlar ki kendileri bile farkında değillerdir.
Anne-baba burada çok iyi bir eğitici olmak zorunda. Ya
sözle, ya davranışla, yada oyunla çocuklarını her konuda olduğu gibi bu konuda
da eğitmelidirler. Bu devlet eliyle değil anne eliyle kazanılabilir.
Paylaşmak büyük bir meziyettir dostlar. İnsanlar paylaştıkça
büyürler, paylaştıkça insanileşirler. Sahibini bilmediğim bu minik hikâyede
bunu göstermiyor mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder