Dünyada görüşler, buna bağlı olarak davranışlar hızla
değişiyor. Gençliklerini 20. yy son çeyreğinde yaşayan benim gibiler bu
değişimi algılıyorlar, fakat kabul etmekte zorlanıyorlar. İki kutuplu dünyada
kapitalizmin öncüsü Amerika ile sosyalist dünyanın öncüsü Sovyetler Birliği
tahterevallinin iki ucunda birbirlerine ağırlıklarını hissettiren denge
unsuruydular. Sosyalist dünya üretimde gelişmeci ve yenilikçi olamayıp bürokrat
faşizmine dönüşünce yıkıldı. Tek kutuplu dünya öngörülen bir dünya mıydı
dersiniz? Bu daha çok her iki kutbun yandaşlarının kendi lehlerine olması
hayaliyle bilmeden uzlaştıkları tek konu olarak temenniden öteye gitmiyordu. Başlarda
sosyalizmden çekinen kapitalizm geliştirdiği sosyal devletçilik kavramıyla hem
gelişmiş, hem refahı arttırıp emeklilik hakkıyla insanların gelecek endişesini
kaldırarak sosyalizmin genişlemesini önlemiştir.
Sonunda genişleyemeyen, gelişemeyen sosyalist ülkeler kağıttan
şatolar gibi birbiri üstüne devrilerek yıkıldılar. Temenni böylece kapitalizm
lehine gerçekleşmiş oldu.
Önü açılan kapitalizmin sonsuza kadar yaşayacağını düşünüyor
musunuz? Ben düşünemiyorum. Çünkü kapitalizm tekelleşen şirketler eliyle şirket
devlet modeline yönelmekte. Kendi içlerinde uyguladıkları güvenlik birimlerine
ve nakitin yerini alan kendilerine özgü ödeme demek olan kredi sistemine sahip
oluşları, asker besleyen, para basan devletten farksız olduklarını ortaya
koymuyor mu?
Örnek verdiğim sadece bizim ülkemizde gördüklerimizdi. Bunun
üstüne dünya ekonomi devi olan şirketleri koyarsanız gücün boyutunu ve onun
karşısında devletlerin durumunu görürsünüz. Bir çok ülke bu şirketlerle boy
ölçüşemez bile. Böyle olunca uluslar arası yapı kazanan bu şirketler ulus
devletleri karar organı olarak tanımamaya başladılar. Her ne kadar kendilerinin
sırtlarını dayadıkları bir devletin varlığı söz konusu olsa bile o devleti de
kendilerinin emel ve arzularına göre düzenledikleri unutulmamalıdır.
Arkalarındaki bu yeni dünya düzeni denen şekle girmiş ve
bunun öğütleyicisi ve uygulatıcısı bir güç olan devletle birlikte ulus
devletlerin kurum ve kuruluşlarını ele geçiriyorlar. Ele geçirilen kurum ve
kuruluş sayısı arttıkça o ülkede
belirsizlikler artıyor. Belirsizliğin artması demek güvensizliğin artması
demektir. Her belirsizlik artışı da uluslar arası tekellerin daha çok yeri ele
geçirmesine yardım eder.
Ulusal, dini ve geleneksel olan ne varsa onun karşısına
bireyselliği kışkırtarak çıkıp, toplumsam dayanışma ve ulus (ister ulus deyin,
ister millet deyin, bunlar ortak bilinç hareketidir) bilincini yok ederek
kendilerinin varlıklarını sürdürecek ortamı oluşturmaktadırlar. Tekelci
şirketlerin felsefeleri gereği sosyal devlet anlayışı bitirilmezse ilk etapta
kapitalizmin belki yok olacağına değil ama ilerlemelerinin duracağına
inanmaktadırlar.
Bundan dolayı bir olan, bütün olan her şeye karşıdırlar.
Sağlık kurumu, emeklilik sigortası gibi kurumlar insanları birleştiren,
geleceği için güvence olan kurumlardır, onun için bunları zayıflatırlar.
Sosyal emeklilik yerine bireysel emeklilik getirmek demek,
bireyleri şirketlere bölmek demektir. Şirketler için en yüksek oranda kârlılık
esas olduğuna göre, sigorta ve hastanelerde birey insan değil müşteridir. Bölünen
birey ticaret metaı durumuna düşürüldüğü yerde milli veya ulusal hiçbir değer
varlığını sürdüremez.
Yayın Tarihi: 14.01.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder