Bu sıralar moda biliyorsunuz, Osmanlıyla ilgili örnekler
bolca verilir; sohbetlerde, yazılarda Osmanlıya dair konulardan söz edilir.
İtirazım yok, çünkü Osmanlı bizim evvelimizdir. Cumhuriyetin Mustafa Kemal’in
önderliğindeki kurucuları; toplumsal değişimi sağlarken içinden çıktığı
Osmanlının genel yapıyı değiştirmeden, fakat pek faydalı olmadığı için yıkım
sürecini engelleyemeyen değişimi sağlamaya yönelik her eylemini biliyorlardı.
200 yıllık bu süreçte üst yapı ve askeri yapıda yapılanların güçsüzlüğünü
görüyorlardı. Avrupa’da gelişmiş olan burjuvazi Osmanlıda sermaye birikimi
olmadığı için tahtı sarsacak biçimde hiç oluşamadı. Osmanlıda küçük el
tezgâhları dışında sanayi olarak adlandırılabilecek bir sanayi olmadıysa,
bundan olmadı. Sadece yabancı eliyle yapılan bir ticaretten söz edilebilir.
Osmanlı devlet olarakta sanayi yatırımları yapmamıştı. Mustafa Kemal Atatürk;
İş Bankasını, Sümerbank’ı, Şişe camı, şeker fabrikalarıyla vagon fabrikalarını,
demir yollarını devlet eliyle kurdurmuş, yerli özel sermayenin gelişmesine
zemin hazırlamıştı. Bunu yaparken de eski toplumun son dönemini, ona ait
gelenekleri reddetmişti. Osmanlının o gidişatı bu sonucu doğurmuştur. Yoksa
yeni toplum eski kurumlarla kurulamazdı.
Eskiyen ve hantallaşan yapılar hiçbir şey yapmasanız da
kendini tasfiye eder. Değişimi zamanında yapmayan tolumlar, sonunda büyük ve
güçlü patlamalar yaşarlar. Osmanlı bunu yaşamış ve içinden Türkiye Cumhuriyeti
doğmuştu. Şimdi yaşadıklarımıza da başka türlü bakmamak gerekir. Bir yerlerde
hatalar yapılmıştı. Kim eliyle ne hatalar yapıldığı tartışması bugün için
gereksizdir. Önemli olan ne yapacağımızı bilmemizdir. Biliyor muyuz? Bunda
kuşkularım var doğrusu. Biz bilmiyor olsak pek fark etmezde, siyasetçiler ve
bilim insanları bilmiyorsa o felaket olur işte. Bilmeyen siyasetçi ve bilim
insanı yoktur, ama iç ve dış dinamiklerin rolünü ne kadar etkileyebilirler?
Sorun burada düğümlenmektedir.
Sorunun karmaşık ve çapraşıklığı aklıma bir fıkrayı getirdi.
Yazımı o fıkrayla bitireyim.
***
Osmanlı döneminde yolsuzlukları ile ünlü Karakuşi adında bir
kadı varmış. Bir gün Karakuşi Kadı, bir fırının önünden geçerken burnuna güzel
bir koku gelmiş.Vitrinde güveç içinde nar gibi kızarmış sahibini bekleyen nefis
bir ördek var.... Karakuşi Kadı, fırıncıya:
- Ben bunu aldım.
- Ben bunu aldım.
Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp
vermiş. Az sonra ördeğin asıl sahibi gelmiş:
- Hani bizim ördek?
- Hani bizim ördek?
Fırıncı boynunu büküp:
- Uçtu.
- Uçtu.
Sözlü atışmaya başlamışlar, bir süre sonra iş kavgaya
dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin
gözünü çıkarınca korkup kaçmaya başlamış... Gayrimüslim de peşinde kovalamış
Bir duvardan atlarken, bilmeden duvarın öteki tarafındaki hamile bir kadının üstüne düşmüş. Kadın, çocuğunu düşürdüğü için, kadının kocası da fırıncının peşine düşmüş. Can havliyle kaçan fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış... Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler hepsini yakalayarak Karakuşi Kadı’nın karşısına çıkarmışlar. Kadı sırayla sormuş...
Ördeğin sahibi,
- Bu adam ördeğimi hiç etti.
Karakuşi Kadı, fırıncıya sormuş:
- Ne yaptın bu adamın ördeğini?
Fırıncı
- Uçtu, demiş.
Kadı, kara kaplı defterini açmış:
- Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar “Uçar” anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil, diyerek fırıncının ördek işinden beraatına karar vermiş.
Bir duvardan atlarken, bilmeden duvarın öteki tarafındaki hamile bir kadının üstüne düşmüş. Kadın, çocuğunu düşürdüğü için, kadının kocası da fırıncının peşine düşmüş. Can havliyle kaçan fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış... Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler hepsini yakalayarak Karakuşi Kadı’nın karşısına çıkarmışlar. Kadı sırayla sormuş...
Ördeğin sahibi,
- Bu adam ördeğimi hiç etti.
Karakuşi Kadı, fırıncıya sormuş:
- Ne yaptın bu adamın ördeğini?
Fırıncı
- Uçtu, demiş.
Kadı, kara kaplı defterini açmış:
- Ördeğin karşısında tayyar yazılı. Tayyar “Uçar” anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil, diyerek fırıncının ördek işinden beraatına karar vermiş.
Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşa sormuş. Onun şikâyetine de
kara kaplı defterden bir madde bulmuş:
- Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o müslimin tek gözü çıkarıla...
Davacı:
- Benim tek gözüm çıktı. Şimdi ne olacak?
- Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o müslimin tek gözü çıkarıla...
Davacı:
- Benim tek gözüm çıktı. Şimdi ne olacak?
Karakuşi Kadı:
- Şimdi Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız.
- Şimdi Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız.
Bunu duyan gayrimüslim ne yapsın? Mecburen şikâyetinden
hemen vazgeçmiş, fırıncı bu davadan da beraat etmiş.
Çocuğunu düşüren kadının kocasına da Karakuşi Kadı:
- Tamam, karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak.
- Tamam, karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak.
Böyle olunca adam da şikâyetini anında geri almış, fırıncı
bu davadan da kurtulmuş.
Kadı dönmüş Yahudi’ye:
- Senin şikâyetin nedir bre?
- Senin şikâyetin nedir bre?
Yahudi bir süre düşündükten sonra ellerini açmış,
- Ne diyeyim kadı efendi, adaletinle bin yaşa sen, e mi!
- Ne diyeyim kadı efendi, adaletinle bin yaşa sen, e mi!
***
Bugün hepimiz bu durumdayız.
Yayın Tarihi: 11.05.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder