31 Mayıs 2015 Pazar

UYGAR KENT UYGAR İNSANLA OLUR

Bu sene soğuk ve bol yağışlı kış geçirdik. Özellikle yağış miktarının bol oluşuna geçen seneki kuraklık hatırlandığında ne kadar şükretsek azdır. Yalnız kar yağışıyla birlikte soğuklarda yaşamımızı oldukça etkiledi. Böyle havalarda sokakta olanlar aklıma gelir. Bir sıcak çorba veren bulunur mu onlara, bir kuru dam, bir sıcak yatak…

O buz gibi gecelerde aklıma bunları düşünmemek bile zalimlik. Öyle illerimiz varki  buralardan kat be kat soğuk üstelik. Biz -5’lere dayanamazken oralarda kimi yerler
-25, -31’i gördü. Bunu düşünerek sıcak yataklarınızda uyuyabilirseniz rahat uyuyun bakalım. İnsan olan uyuyamaz.

Sadece soğuk ve yağışlı havalar değil, aşırı sıcaklarda hayatı zorlaştırıyor. Bir bardak soğuk suya ihtiyaç duymayanın kalmadığı zamanlar çok olur. Baharın son ayında olmamıza rağmen henüz oraya uzağız. Sıcak günler şimdilik yazın habercisi..

Böylesi güç şartların arttığı zamanlarda insanı geçtim, bahçenizdeki çiçeğe, bitkiye, sokaklardaki kediye köpeğe, uçan küçücük serçeye hiç aklınız düştü mü? Sofralarınızdaki kırıntıları onlara ayırmayı düşündünüz mü? Bu dünya bütün canlıların ortak mülküdür. İnsan bırakın diğer canlıları kendi ırkına bile zalimken, gezen gezmeyen tüm canlılarla aynı kaderi yaşadığımız kimin aklına gelir? Fakat uygarlık bu değildir. Teknolojik gelişmeler sonucu sahip olduğumuz konfor bizi daha bencil, sadece kendini düşünen yaratık yaptı, çıktı. Hele hele teknolojiyi üretmeyip ithalle şişinenlerden olunca önümüzü göremeyen bir millet olduk çıktık. 

Engelli biri olarak hava şartlarına yenik düşüp evde kalınca, yapacak bir şeyiniz kalmıyor. Özellikle karlı havalarda.. Bir süre önce bir akşam facebook hesabıma girip şöyle bir paylaşımları göreyim dedim. Tamda bu konuya uygun bir fotoğraf altında, Japonya’da karla mücadele hakkında yorumlar yapılmıştı. Uygarlık hayatı kolaylaştırmaktır. O fotoğraf onun göstergesiydi. Yol kenarlarında 4-5 metre kar dağları varken yola sanki kar yağmamış gibiydi. 35 sene önce batıda statların alttan ısıtılarak futbol sahaları maç oynanır duruma gelmişti. Yoksa Japonlar bu teknolojiyi karayollarına mı uyguladılar diye düşünmedim değil. Meğer başka bir yol bulmuşlar. Ne yapıyorlarmış biliyor musunuz? Karayollarına zemine sıfır fıskiyeler koymuşlar. Kar yağınca o fıskiyelerden denizden aldıkları tuzlu sular 15 santim yüksekliğe çıkacak şekilde fışkırıyor. Tuzlu su sayesinde de kar yerde tutunamıyormuş.

Ne mantık değil mi? Bizim üç tarafımız deniz ama denize kıyısı olan kentlerimiz ki, doğu kentlerine kıyasla daha sıcak olmasına rağmen ulaşım felç oluyor. Okullar zorunlu olarak kapanıyor, memurlara izin veriliyor. Eğitimin gerilemesi demek olan bir zaman kaybıyla devlet sektöründe de iş kaybı doğuyor sözün kısası.

Biz ne yazık, daha uygarlığı keşfedemedik. Kurallara göre değil gönlümüze göre davranışımız ondan. Canımız nasıl isterse öyle davranıyoruz. Eskiden geniş kırlarda iken kimse kimseye çarpmadan istediği gibi hareket etme imkânına sahipti. Yaşam alanları kişi başına düşen miktarıyla azaldıkça çarpışmalar arttı. Tıpkı çarpışan otolar gibi. Bundan büyük keyif alanlar var.

Bırakın karayollarını ve kent içi ulaşımını fıskiyelerle açık tutmayı, normal akışla, yayaya saygıyla başarabilsek uygar bir toplumun temellerini atmış oluruz. Bunu kentimiz için söylemek uzun bir süre mümkün olamayacak gibi. Yollarımızın çok sık biçimde düzenlenişleri de bu tezimi doğruluyor. Merkez ilçemizin, belki de tüm ilimizin ilk ve tek alt geçidinin olduğu, daha sonra sırasıyla önce Gima, Carrefoursa, olan eski Deryaoğlu Benzin istasyonunun, şimdinin Electroworld’ünün bulunduğu yerde deprem sonrası üç kez kavşak düzenlemesi yapıldı. İlk düzenleme alt geçitle birlikte yapılmıştı. Hem yayalara ayrılan yerle aynı düzeydeki yaya kaldırımları, trafik ışıkları karşıya geçmeye elverişli süreleriyle çok büyük rahatlık sağlıyordu.    

Gelin görünki kısa zaman sonra rampalar hangi akla hizmetle çok dik ve kısa
yapıldı bilmiyorum. Birilerine rant sağlandığı muhakkak. Yoksa zeminle bir olan yaya geçitleri varken o kadar rampalı  yapma gereği duyulmazdı. Bosna yolundan Sakarbaba yönüne yanan ışıklar yayaya o kadar kısa süreli yanıyor ki, bir yaşlı, bir engelli mümkün değil karşıya geçemezdi. Şimdi döner kavşak yapılarak yayalar kontrollü geçişle uygarlığı öğrenmiş  olması şart olan sürücülerin azlığı yüzünden tamamen kendi becerilerine terk edildiler. Böyle olduğu için keşmekeş bir hiyerarşi kendiliğinden oturdu. Yani düzensizlik düzeni.. Kentin bazı yerlerinde ışıklar böyle kısa süreli yanıyor. Yaşlı ve engellileri kimse düşünmüyor, bu belli oldu (onca sorun varken birde engellileri düşünecek değiliz, önceliğimiz engelliler değil diyen belediyelerimiz var bizim). Birde yayaya yeşil ışıklar yanarken sabırsız sürücüler acımasızca yollarına devam edince bir kazaya kurban gitmek işten bile değil. Canınızdan bile olabilirsiniz.

Bizim derneğimizin önünde yaya geçidinden karşıya geçmeye çalışıyoruz. Bu niyetle sinyal ışıklarımızla niyetimizi belli ediyoruz, 5 senede sadece bir sürücü durup yol verdi inanın. Hem orada bulunan uyarı levhalarına rağmen inanın sadece bir kere. Banket işgalleri nedeniyle yaya kaldırımları bile güvenli değil. Yunus marketin önü banket işgalinden geçilmiyor. Oysa beş metre ötesi hektarlarca otopark. Tuvalete bile arabasıyla gidecek kadar tembel ve lüks düşkünü, kent yaşamını bilmez sığır çobanı bir millet miyiz, şaşırıyorum yahu. Gerçekten medeni bir toplum olmamızı, Sedat Balta üstadımızın dediği gibi etrafında toplu yaşayış bakımından gelişmiş İzmit gibi bir şehir varken aynı yönde hiç gelişemeyen şehrimiz için bunu beklemek şimdilik hayalden başka bir şey olamasa gerek. Bakın şehrimiz depremden sonra yeniden imar edilirken engellilerin ulaşılabilirliliği konusunda halâ sorunlar sürüyor.

Son örnekte Sakarbaba caddesindeki Yunus ve Essen marketlerin karşı karşıya bulunduğu yere 18 martta yapılan kasise rağmen tüm araçların sürücüleri RALLİ SÜRÜCÜLERİ gibi atlayarak uçarcasına geçme yarışındalar. Gene engelli ve yaşlıları düşünen yok. Gene Essen Marketin önündeki engelli rampasının önüne, yaya geçitlerinin üstüne park eden edene…….

Yayanın karşıya geçebileceğini belirten işaretli yerlerde insafsız sürücülerin durdukları gibi, vahşi bir yol üstünlüğü anlayışı nedeniyle Büyükşehir Belediyemizin koyduğu kasise rağmen yavaşlamayı bile kendilerine yakıştırmadığı bir yerde yollar araç trafiğine açık tutulsa da medeni bir kent asla olamayız. Ehliyetlerin bir dönem bakkallardan (sürücü kursu veren dersanelerden) çok kolay alındığı bir ülkede başka türlüsü beklenmemeli. Beklenemez diye istemeyi sürdürmeyecek değiliz. Ne demişler; “isteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü.”
İstemeyi sürdüreceğiz çünkü uygarlık ne istediğini bilen insanlar sayesinde gelişir. Uygar kentse uygar insanla oluşur.


Yayın Tarihi: 15.05.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder