Bu sene soğuk ve bol yağışlı kış geçirdik. Özellikle yağış
miktarının bol oluşuna geçen seneki kuraklık hatırlandığında ne kadar şükretsek
azdır. Yalnız kar yağışıyla birlikte soğuklarda yaşamımızı oldukça etkiledi.
Böyle havalarda sokakta olanlar aklıma gelir. Bir sıcak çorba veren bulunur mu
onlara, bir kuru dam, bir sıcak yatak…
O buz gibi gecelerde aklıma bunları düşünmemek bile
zalimlik. Öyle illerimiz varki
buralardan kat be kat soğuk üstelik. Biz -5’lere dayanamazken oralarda
kimi yerler
-25, -31’i gördü. Bunu düşünerek sıcak yataklarınızda uyuyabilirseniz
rahat uyuyun bakalım. İnsan olan uyuyamaz.
Sadece soğuk ve yağışlı havalar değil, aşırı sıcaklarda
hayatı zorlaştırıyor. Bir bardak soğuk suya ihtiyaç duymayanın kalmadığı
zamanlar çok olur. Baharın son ayında olmamıza rağmen henüz oraya uzağız. Sıcak
günler şimdilik yazın habercisi..
Böylesi güç şartların arttığı zamanlarda insanı geçtim,
bahçenizdeki çiçeğe, bitkiye, sokaklardaki kediye köpeğe, uçan küçücük serçeye
hiç aklınız düştü mü? Sofralarınızdaki kırıntıları onlara ayırmayı düşündünüz
mü? Bu dünya bütün canlıların ortak mülküdür. İnsan bırakın diğer canlıları
kendi ırkına bile zalimken, gezen gezmeyen tüm canlılarla aynı kaderi
yaşadığımız kimin aklına gelir? Fakat uygarlık bu değildir. Teknolojik
gelişmeler sonucu sahip olduğumuz konfor bizi daha bencil, sadece kendini
düşünen yaratık yaptı, çıktı. Hele hele teknolojiyi üretmeyip ithalle
şişinenlerden olunca önümüzü göremeyen bir millet olduk çıktık.
Engelli biri olarak hava şartlarına yenik düşüp evde kalınca,
yapacak bir şeyiniz kalmıyor. Özellikle karlı havalarda.. Bir süre önce bir akşam
facebook hesabıma girip şöyle bir paylaşımları göreyim dedim. Tamda bu konuya
uygun bir fotoğraf altında, Japonya’da karla mücadele hakkında yorumlar
yapılmıştı. Uygarlık hayatı kolaylaştırmaktır. O fotoğraf onun göstergesiydi.
Yol kenarlarında 4-5 metre
kar dağları varken yola sanki kar yağmamış gibiydi. 35 sene önce batıda
statların alttan ısıtılarak futbol sahaları maç oynanır duruma gelmişti. Yoksa
Japonlar bu teknolojiyi karayollarına mı uyguladılar diye düşünmedim değil.
Meğer başka bir yol bulmuşlar. Ne yapıyorlarmış biliyor musunuz? Karayollarına
zemine sıfır fıskiyeler koymuşlar. Kar yağınca o fıskiyelerden denizden
aldıkları tuzlu sular 15 santim yüksekliğe çıkacak şekilde fışkırıyor. Tuzlu su
sayesinde de kar yerde tutunamıyormuş.
Ne mantık değil mi? Bizim üç tarafımız deniz ama denize
kıyısı olan kentlerimiz ki, doğu kentlerine kıyasla daha sıcak olmasına rağmen
ulaşım felç oluyor. Okullar zorunlu olarak kapanıyor, memurlara izin veriliyor.
Eğitimin gerilemesi demek olan bir zaman kaybıyla devlet sektöründe de iş kaybı
doğuyor sözün kısası.
Biz ne yazık, daha uygarlığı keşfedemedik. Kurallara göre
değil gönlümüze göre davranışımız ondan. Canımız nasıl isterse öyle
davranıyoruz. Eskiden geniş kırlarda iken kimse kimseye çarpmadan istediği gibi
hareket etme imkânına sahipti. Yaşam alanları kişi başına düşen miktarıyla
azaldıkça çarpışmalar arttı. Tıpkı çarpışan otolar gibi. Bundan büyük keyif
alanlar var.
Bırakın karayollarını ve kent içi ulaşımını fıskiyelerle
açık tutmayı, normal akışla, yayaya saygıyla başarabilsek uygar bir toplumun
temellerini atmış oluruz. Bunu kentimiz için söylemek uzun bir süre mümkün
olamayacak gibi. Yollarımızın çok sık biçimde düzenlenişleri de bu tezimi
doğruluyor. Merkez ilçemizin, belki de tüm ilimizin ilk ve tek alt geçidinin
olduğu, daha sonra sırasıyla önce Gima, Carrefoursa, olan eski Deryaoğlu Benzin
istasyonunun, şimdinin Electroworld’ünün bulunduğu yerde deprem sonrası üç kez
kavşak düzenlemesi yapıldı. İlk düzenleme alt geçitle birlikte yapılmıştı. Hem
yayalara ayrılan yerle aynı düzeydeki yaya kaldırımları, trafik ışıkları
karşıya geçmeye elverişli süreleriyle çok büyük rahatlık sağlıyordu.
Gelin görünki kısa zaman sonra rampalar hangi akla hizmetle
çok dik ve kısa
yapıldı bilmiyorum. Birilerine rant sağlandığı muhakkak.
Yoksa zeminle bir olan yaya geçitleri varken o kadar rampalı yapma gereği duyulmazdı. Bosna yolundan
Sakarbaba yönüne yanan ışıklar yayaya o kadar kısa süreli yanıyor ki, bir
yaşlı, bir engelli mümkün değil karşıya geçemezdi. Şimdi döner kavşak yapılarak
yayalar kontrollü geçişle uygarlığı öğrenmiş
olması şart olan sürücülerin azlığı yüzünden tamamen kendi becerilerine
terk edildiler. Böyle olduğu için keşmekeş bir hiyerarşi kendiliğinden oturdu.
Yani düzensizlik düzeni.. Kentin bazı yerlerinde ışıklar böyle kısa süreli
yanıyor. Yaşlı ve engellileri kimse düşünmüyor, bu belli oldu (onca sorun
varken birde engellileri düşünecek değiliz, önceliğimiz engelliler değil diyen
belediyelerimiz var bizim). Birde yayaya yeşil ışıklar yanarken sabırsız
sürücüler acımasızca yollarına devam edince bir kazaya kurban gitmek işten bile
değil. Canınızdan bile olabilirsiniz.
Bizim derneğimizin önünde yaya geçidinden karşıya geçmeye
çalışıyoruz. Bu niyetle sinyal ışıklarımızla niyetimizi belli ediyoruz, 5
senede sadece bir sürücü durup yol verdi inanın. Hem orada bulunan uyarı
levhalarına rağmen inanın sadece bir kere. Banket işgalleri nedeniyle yaya
kaldırımları bile güvenli değil. Yunus marketin önü banket işgalinden
geçilmiyor. Oysa beş metre ötesi hektarlarca otopark. Tuvalete bile arabasıyla
gidecek kadar tembel ve lüks düşkünü, kent yaşamını bilmez sığır çobanı bir
millet miyiz, şaşırıyorum yahu. Gerçekten medeni bir toplum olmamızı, Sedat
Balta üstadımızın dediği gibi etrafında toplu yaşayış bakımından gelişmiş İzmit
gibi bir şehir varken aynı yönde hiç gelişemeyen şehrimiz için bunu beklemek
şimdilik hayalden başka bir şey olamasa gerek. Bakın şehrimiz depremden sonra
yeniden imar edilirken engellilerin ulaşılabilirliliği konusunda halâ sorunlar
sürüyor.
Son örnekte Sakarbaba caddesindeki Yunus ve Essen marketlerin
karşı karşıya bulunduğu yere 18 martta yapılan kasise rağmen tüm araçların
sürücüleri RALLİ SÜRÜCÜLERİ gibi atlayarak uçarcasına geçme yarışındalar. Gene
engelli ve yaşlıları düşünen yok. Gene Essen Marketin önündeki engelli
rampasının önüne, yaya geçitlerinin üstüne park eden edene…….
Yayanın karşıya geçebileceğini belirten işaretli yerlerde
insafsız sürücülerin durdukları gibi, vahşi bir yol üstünlüğü anlayışı
nedeniyle Büyükşehir Belediyemizin koyduğu kasise rağmen yavaşlamayı bile
kendilerine yakıştırmadığı bir yerde yollar araç trafiğine açık tutulsa da
medeni bir kent asla olamayız. Ehliyetlerin bir dönem bakkallardan (sürücü
kursu veren dersanelerden) çok kolay alındığı bir ülkede başka türlüsü
beklenmemeli. Beklenemez diye istemeyi sürdürmeyecek değiliz. Ne demişler;
“isteyenin bir yüzü kara, vermeyenin iki yüzü.”
İstemeyi sürdüreceğiz çünkü uygarlık ne istediğini bilen
insanlar sayesinde gelişir. Uygar kentse uygar insanla oluşur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder