Her türlü başarısızlıkta veya her türlü olumsuzlukta suçlu
arar dururuz. Az okuyan toplum olduğumuz için, matematik hesapçılığı gerektiren
(zaman ve kredi kullanımı dahil) kentliliği köylülükten kurtaramayışımızla
birlikte bildiklerimizin azlığı, yetersizliği bizi epey yanlışa yönlendirir
tabii. Suçlu aslında hep bellidir; karşımızdaki... neden hep karşımızdaki
suçludur? Neden böyle bir rahatlama yolunu seçeriz düşündünüz mü? Bir işteki
başarısızlığa suçlu aramak ve o suçun kendi dışındaki kişilerde olduğunu
düşünmek işin en kolayıdır da ondan. Her konuda bu böyledir. Sınavda öğrenci
gibiyiz; aslında biz çok çalışırız ama öğretmen hep kazık sorular sorar. Bize kesinlikle
takmıştır. İş yerinde amirimiz boş yere azarlar bizi, oysa çalışma saatleri
içinde biz var gücümüzle çalışıyoruz. Trafiktede durum bundan farklı değil. Bir
kaza sırasında kendi hatalarımızı görmeyiz. Karşımızdaki ya sinyal vermeden
yapacağını yapmıştır, yada aniden önümüze çıkmıştır. İş kazaları da bundan farksızdır. İş ve işçi güvenliği için önlemlerin yetersiz olduğunu söyleyen
işçide bolca bulursunuz, önlem amacıyla güvenlik araç ve gereçlerinin
kullanılmadığından şikayet eden amir veya patronuda. İşçiyi anladık araç
kullanma alışkanlığı yok! Peki gerçekten kusurlu veya suçlu olan patron, suçlu
olan amir yok mudur? Olmaz mı? Onlarda toplumun bir parçası olarak aynı alışkanlıklara
sahipler. Hiç tertemiz olmaları mümkün mü? (Kimi zaman iş kazalarını azaltacak yada tamamen ortadan kaldıracak araç gereçleri tasarruf önlemleri adı altında almayabiliyorlar örneğin.)
İç meselelerde de böyle, dış meselelerde de... çok sabıkası
olan batı hazır suçludur zaten. İsrail’de Araplarda gözümüzde suçludurlar. Bir
zamanlar Rusların, bir zamanlar Yunanlıların olduğu gibi... şunu neden dikkate
almıyoruz, insanız, hata yaparız. Çünkü herkes kendi varlığının telaşı içinde.
Herkes kendi çıkarının acımasızlığını takınıyor. Ülkelerde insandan farklı
değil. Öncelikle kendi çıkarlarını kollarlar.
Sorun batı değil sadece. İnsan denilen canlı türü doğayı
değiştirdikçe kendide değişiyor, değiştiği kadar bozuluyor. Bunu yapan insan
denen canlı en az üç sene yürümeyi öğrenmeye çalışıyor. Üç senede yürüyemeyen,
hiçbir zaman uçamayan, oksijensiz üç dakika yaşayamayan insandan kusursuzluk
bekliyoruz; olacak şey mi? Şaka mı bu demeyin, çünkü şakayla birlikte anlatılan akılda daha çok kalır diyerek bu
yolu seçmedim. Gerçekler böyle, ne yaparsınız. Karıncaların yüz yılda yaptığı
şehirleri ancak makinelerle yapabiliyoruz. Yaptığımız şehirlerin içinden
çıkılamaz hale getiren trafiği icat edende biziz. O kadar yüzsüzüz ki kendimizi
bütün canlılardan üstün görerek, her türlü hataya rağmen her şeyin en iyisini
hak ettiğimizi düşünüyoruz. Tıpkı reklamlardaki gibi.
Batı ile aramızdaki ahlak farkı, ahlaksızlık farkına
dönüşmekte. Üç kağıt, hırsızlık, yalancılık, kıvrak zeka konusunda giderek
rakipsiz olmaktayız. İş cinayetlerini onlar soruşturup sebepleri en aza
indirmeye çalışırken biz “kaza” diyerek savsaklıyoruz. Kadınlar üzerindeki
sahiplik hakkının sınırsızlığıyla öldürmeyi bile hak görerek “namus davası”
diyende biziz. Rüşvetin adı ne biliyor musunuz? “İş bitiricilik!” En hafif
deyimiyle hediye vermekte böyle. Yoksa bugün git yarın gel müessesesi devreye
girer. Sokakların, yolların, caddelerin, sinemaların sadece sağlıklı insanlar
için olmadığını unutuyor, engellilere ve yaşlılara erişilemeyen ulaşılamayan
çevre düzenlemesi, toplu taşıma sunuyor ve binalar yapıyoruz.
Batı, bizler gibi sitkom dizilerden başını kaldırmıyor. O
kim sorarsa yarışma olan, yarışmadan başka her şeye benzeyen yarışmaları onlarda
izliyor. Bir sürü soytarının ünlü olmaya yırtındığı programlarıda..
Ama toplu taşıma araçlarıyla, otogarlarda gazete kitap
okuyanları görenlere sorabilirsiniz. Kadınlar öldürülse, tecavüze uğrayan
çocukların cesetleri çöplükten toplansa, kadın ve çocuklara şiddeti durduracak
yasa tasarısı ertelense, engellilerin erişimi ve ulaşımının sağlanmasına
yönelik süre defalarca uzatılsa seçtikleri vekillere dünyayı dar ederler. O
vekil o ilden seçilmeyi bırakın orda yaşamayı bile göze alamaz.
Batılılarda ekmek kutsal değil mesela. Bir dilim ekmek yere
düşse öper başımıza koyarız da bir Alman bizim gibi ekmeğin gramajından
çalmıyor. Biz ekmeği öper alnımıza koyar, gramajından da çalarız.
Suçu başkasında aramayalım. Suç işlemeye müsait olunca her
türlü haksızlığa uğramamız çok doğal değil mi?
Yayın Tarihi: 31.07.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder