13 Ocak 2010 Çarşamba

TÜRKİYE NEREYE GİDİYOR 2

ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE





Bugün de Fransız Le Monde Gazetesiyle Alman Stern Dergisinde yayınlanan incelemeyi ve inceleme hakkındaki görüşlerimi sunmaya devam ediyorum.

“Onları, batı'daki sınıflar arasında ortak bir zevk yaratan kilise müziği gibi, dini resimler, İncil'in sinemalara bile yansımış hikâyeleri gibi birleştirecek kültürel bir zemin yok.
Hayatları, zevkleri, inanışları birbirinden farklı. Hatta birbirine düşmanca.”


Bu alıntıdaki söylenenleri haklı buluyorum. Peki bunun nedeni ne? Soros vakfından, Alman ve Fransız kültür vakıflarından ödenekler alıp sanatçı olanların suçları yok mu? Hepsi ülkenin geleceği için birleştirici değil, çok aydın ve demokrat görünme uğruna ayrıştırıcı olmaya çalışmışlardır. Sınıflar arasında işçi kesimi gelir düzeyiyle sürekli daha aşağılara çekilerek kültür adına kültürsüzleştirildi. Ortak bir kültür bu yüzden sadece inanç düzeyinde kaldı.

“Birinci grup (yani incelemeyi yapana göre AKP’yi iktidara taşıyanlar. A.G) horlanmış, aşağılanmış, itilip kakılmış. Şimdi bu grup siyasal olarak örgütlendi. Kalabalıklar. Ve her seçimi kazanacak siyasi bir güçleri var artık. İkinci grup ise azınlıkta. Ve artık bir daha seçim kazanma ihtimalleri yok.”

Çok iddialı bir saptama. Ben bu ülke insanları hakkında böyle iddiaların tutmayacağını düşünenlerdenim. İddialar ne kadar sağlam temellere dayandırılırsa dayandırılsın burada fizik kurallar geçerli olmadığı için tutmayabilir. Onlar bizi kendileriyle karıştırıyorlar sanırım. Neyse devam edelim:

“Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor.

Daha Batılı olan ‘ikinci grup’ (yani sözü edilen cumhuriyet değerlerine sahip çıkan ulusalcı ve Atatürkçü kesim A.G) Batı'nın siyasi değerlerini kabul ederse bir daha asla iktidarı ele geçiremeyeceğini bildiği için Batı'ya ve Batı'nın demokratik değerlerine düşman oluyor.


              
Yaşam tarzı olarak Batı'ya düşman olan kesim ise
(gene incelemeyi yapana göre AKP’yi iktidara taşıyanlar. A.G)  iktidarı ancak Batı'nın kriterlerini kabul ederek ele geçirebileceğini bildiği için Batı'yla ilişkileri geliştirmek ve demokrasiyi kabullenmek istiyor.”

Şaşırtıcı bir sonuç bu. Evet buda bir yönüyle kabul edilebilir saptamadır. Bence demokrasi AKP düşüncesini iktidara taşımak için araçtı. Öyle olmasa başbakanın her konuda baskıcı fikri olur muydu?  Hatta zaman zaman üslubunun şiddet içerdiğini görüyoruz.

Devam ediyoruz:

“Bu kültürel parçalanmada ‘ordu’ önemli bir role sahip. Eğer, birinci grubu desteklerse ve Batı'nın demokrasisi burada kabul görürse, ordu da iktidarını kaybedecek.”

Bu bölümde öyle satırlar var ki hem öfkemden hem utancımdan yüzüm kızarır. Buraya aktarmamayı yeğlerim.


(Aşağıdaki satırları gazetedeki yazıya koymadım. Yukarıda öfkemden ve utancımdan yüzümü kızarttığını belirttiğim satırlar bunlardı.

Aslında birinci grubun çocuklarından oluşan ordu, kendi iktidarını sürdürebilmek için, kendisine benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor. Bir anlamda kendi köklerine ihanet ediyor.
            Bu iki grup siyasi iktidar için son kez çarpışmak üzere hareketlenmiş gözüküyorlar.



Nasıl? Haksız değilmişim değil mi? Sözün bittiği yer burası. Aksi gibi, bu da gerçek )


“Birinci grup (AKP’ye oy veren çekirdek kitle. A.G) ekonomik olarak da güçlü artık, Anadolu'da üretim yapıyor, ‘devletle’ arası iyi olmadığı için malını dış dünyaya satıyor. Para kazanıyor. Siyasi örgütünü destekliyor.”

             
İkinci grup
(cumhuriyet değerlerine sahip çıkan ulusalcı ve Atatürkçü kesim A.G)  parasal güç olarak da kuvvetli değil. Dış dünyayla iş yapan, dışarıdan borçlanan büyük burjuvazi, Türkiye'nin ancak demokrasiyle normalleşebileceğine inanan entelektüel kesim, devletin yapısının değismesi ve dünyayla bütünleşmesi gerektiğini düşünen bir grup bürokrat, birinci grubun (AKP’lilerin) destekçileri. Yargı, ordu, bürokrasinin önemli bir kısmı ikinci grubun (ulusalcı ve Atatürkçü grubun) arkasında.”


Bu tanımlar canımı acıtıyor. Böyle bir bölünme Türk burjuvasinin aç gözlülüğünüde gösteriyor. Onlar (Refik Baydur gibi sözcüleriyle varlıklarını sürdürebilmelerinin yolunu bilmeyenler) dışa bağlı, içeriyi talan eden anlayışla bugünkü durumdan sorumludurlar. İşgal yılları İstanbul’unun burjuvasının anlatıldığı Yakup Kadri’nin romanı Sodom ve Gomoro’sundaki gaflet ve dalaletin aynısını yaşamışlardır.

Teker kırıldıktan sonra yol gösteren çok olur. Önemli olan teker kırılmadan önlem almaktır. Peki önlem nedir? Cevabını gelecek yazıda görelim.


DEVAM EDECEK



Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com


Yayın Tarihi: 13.01.10


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder