ÇİZGİ-YORUM COŞKUN GÖLE
Önce her şeyin gönlünüzce olması dileğiyle yeni yılınızı kutlamak istiyorum sevgili okurlar. Yeni yılın ilk gününde can sıkıcı konulardan söz etmek istemiyorum.
Bugün biraz saçmalamama izin isteyeceğim sizden. İnsan aslında bilgi azlığından bilmeyerek saçmalar. Bense bilgi azlığından ve bilmeyerek değil, içinde bulunduğumuz, yada tarafı olduğumuz yaşam biçimlerinde, sözünü edeceğim konu veya konuların, günlük hayatta hiç yaygın kullanılmaması nedeniyle, ilginç olacağını düşünerek, bile bile saçmalamak için izin istiyorum. Aslında izin dediğim şey bu yazıyı okuyun demektir. Yani siz okumasanız da bu yazı burada olacağına göre izin istemek başka ne anlama gelirki? İşte daha başlarken saçma bir cümleyle saçmalamaya başladım bile.
Efendim yeryüzünde iki çeşit hayat tarzı var. Biri alet kullanarak yaşadığımız hayatı oluşturduğumuz, adına uygar dediğimiz hayat tarzı, diğeri alet kullanmadan doğayla iç içe, doğayla uyumlu, bedeni güçlere önem veren hayat tarzı. İlkinde üretim ve tüketime yönelik ekonomilerin belirlediği, tüketimin baş tacı edildiği, batıya gelişme kapılarını açan hayat tarzını görürüz. İkincisindeyse vücudun ihtiyaçlarını ölmeyecek düzeye kadar indiren, bedenden algıyı yerine göre düşüren, yerine göre olağanın çok çok üstüne çıkaran beyinin oluşturduğu metafizik ve felsefi bir hayat tarzı vardır. Bu da doğu toplumlarının ekonomik geri kalmışlıklarının nedenini ortaya koyar. Konumuz bunun sosyo-ekonomik boyutunu anlatmak değil. O boyutu konu edinirsem saçmalamış olmam ki.. Oysa bugün sizden saçmalamak için izin istedim.
İçinde olmadığımız bir hayatın varlığından bile haberdar değiliz. Bu hayattan yansımalardan bize kadar gelenlere baktığımızda ortada sihirli bir durum var sanırız. Oysa bu bir metottur. Doğuya özgü sayısız metot var. Batı toplumlarında birey, içinde bulunduğu duruma inanç sistemi ve yönetim biçimleriyle yalnızlaşınca, doğunun hayat biçiminden doğan felsefeyi öğrenmeye ve uygulamaya çalışmıştır. Bunun örneklerini batı sanatındaki doğu, daha çok uzak doğu sanatlarının izlerinde görebiliriz.
Yıllar önce TAOCU YAŞAM VE SEKS adında bir kitap okudum. Jolan Chang’ın yazdığı bu kitabın ana fikrini “davranışlarında sabırlı, esnek ve yumuşak, çevrenle - doğayla uyumlu ol, akarak yaşa, sert olan kırılır, saldırgan yenilmeye mahkumdur” şeklinde özetleyebilirim. Taoculuk nedir derseniz hemen belirteyim; Konfiçyusculuk ve Zen Budacılığı ile Çin Kültürünün üçlü sac ayağından biridir.
Kitap, özet fikri olarak sözünü ettiğim konuda davranış metotları sunar. Önce nefes almakla işe başlar. İlk aşamada bir dakikada nefes alıp bir dakikada nefes vermek şartıyla, bin nefes alıp vermeyi, ikinci aşamada her cinsel birleşmede (insanın bedensel gücünü sağladığı düşüncesiyle yaşam suyunun azalmaması için) boşalmamayı egzersizlerle öğreterek yaşam kontrol altına alınmaya çalışılır. Böylece kişi kendi bedenini doğadan koparmadan denetleyerek, hem kendisinin, hem hayatının hakimi olur.
Uzak doğu inanç ve felsefesinde böylesi bir hakimiyetin ardından nesneleri ve nesnelerde var olan enerjileri bilmek ve onları kullanmak vardır. Burada beynin kullanılmayan bölümünü kullanmakla bu yol açılır deniliyor. Ruslar doğu inanç ve felsefelerinin sırlarını çözerek bilim haline getirmeye çalışıyorlar. Adına “Holografik beyin teknikleri” demişler. Bu tekniklerle Kapalı gözlerle renklerin görülebildiği, ellerle yazıların okunabildiği iddia edilerek, amacın çok azını kullandığımız beynimizin kapasitesini yüzde 80'e kadar çıkarmak olduğu belirtiliyor.
Ülkemizde de Holografik beyin teknikleriyle uğraşanlar var. Onlar “Kişi bu yolla kendisinin farkına varıyor. Ne kadar güçlü olduğunu kavrıyor. Sadece beyinde kullanmadığı alanları nasıl kullanabileceğini öğreniyor. Bu da çok olağanüstü bir şey değil, herkes yapabilir. Önce tabii her insanın beyninde bir bilgisayar bulunduğunu ve onu nasıl açacağını öğretiyoruz.” Diyorlar. Bu çalışma, zihinle beden arasındaki ilişkiyi gevşetmek ve beyne daha geniş kullanım imkânları tanımak için yapılıyormuş.
07/08.12.09 tarihlerinde Hürriyet Gazetesinde Ayşe Arman bu gurupla yaptığı söyleşiyi yayınladı. O söyleşide çok iddialı sözler söylenmiş: “Yeni bir çağ başlıyor. Ve bunlar birtakım evrensel bilgiler. Bugüne kadar beynin daha geniş alanlarını kullanma imkânları tapınaklarda ve tarikatlarda sır olarak saklandı ve sembollerle anlatıldı. Çünkü insanlar bunu anlayabilecek düzeyde değillerdi. Şimdi hazırız.”
Bilgiye ulaşmanın geçmişe göre artık çok kolay olduğunu söylerken bizden güzel bir örnek vermişler: “Eskiden bu tür bilgilere ulaşmak için çok uğraş vermek gerekirdi. Yunus mesela, 40 sene eğri olmayan odun taşıdı dergâhına. Bir şeye odaklanarak egolarını indirmeye çalışmışlar. Ama şimdi öyle teknikler söz konusu ki, 6-7 yaşındaki çocuklar bile bunu kolayca öğrenebiliyorlar.”
Beyin gücüyle yaptıklarını söyledikleri oldukça ilginç ve inanılır gibi değil. Bakın nelermiş:
1: “İnternetten kızıl ötesi dürbün resmi indirdik, beyinlerine yükledik, sistemi çalıştırdık.” (Yer altında ve uzakta olan şeyleri böylece gördüklerini söylüyorlar.)
2: “Saati de beyninize kurabiliyorsunuz.” (Normalde pek çok insan istediği saatte uyanabilir mesela, o da bir tür beynin programlanması. Bu kabul edilir bir şey. Bende bile böyle bir alışkanlık var! A.G.)
3: “Evrendeki her şey kayıt altında. Konuştuklarımız, gördüklerimiz, yaşadıklarımız, düşüncelerimiz, her şey. Bunları nasıl okuyabiliriz, nasıl öğrenebiliriz? Belli enerji normlarına gelerek. Ama okumak istediğimiz şeyi, açık ve net belirtmeliyiz ki, o bilgileri istediğimiz kaynak önümüze doğru olarak getirsin. Bu çalışmalar devam ederken, birdenbire depremlerde göçük altında kaybettiğimiz insanlar geldi aklıma. “Nasıl yapabiliriz?” derken, bir deprem programı hazırladım. Biyoekranlarını kullanabilenler, o binaları şeffaflaştırabilirler ve enkaz altında yaşamayı sürdüren insanların nerede olduklarını görebilirler. Kurtarma ekipleri de, vakit kaybetmeden o insanları kurtarabilirler.”
3: “Evrendeki her şey kayıt altında. Konuştuklarımız, gördüklerimiz, yaşadıklarımız, düşüncelerimiz, her şey. Bunları nasıl okuyabiliriz, nasıl öğrenebiliriz? Belli enerji normlarına gelerek. Ama okumak istediğimiz şeyi, açık ve net belirtmeliyiz ki, o bilgileri istediğimiz kaynak önümüze doğru olarak getirsin. Bu çalışmalar devam ederken, birdenbire depremlerde göçük altında kaybettiğimiz insanlar geldi aklıma. “Nasıl yapabiliriz?” derken, bir deprem programı hazırladım. Biyoekranlarını kullanabilenler, o binaları şeffaflaştırabilirler ve enkaz altında yaşamayı sürdüren insanların nerede olduklarını görebilirler. Kurtarma ekipleri de, vakit kaybetmeden o insanları kurtarabilirler.”
Bu konuda AKUT derneği başkanı Nasuh Mahruki’yi ikna etmişler.
4: “Kaybolan bir insanı bulmamız bile mümkün. Beynimize navigasyon sistemi kuruyoruz.”
4: “Kaybolan bir insanı bulmamız bile mümkün. Beynimize navigasyon sistemi kuruyoruz.”
Sözü şöyle bağlıyorlar: “Bu işin, şahsi bir beceri olmaktan çıkıp, bir teknoloji haline gelmesi lazım. Biz bu aşamadayız. Bir sürü insana deli saçması gibi gelebilir ama görecekler, yaşam böyle bir düzene doğru gidiyor.” Sözün sonunda da bu işin başarılmasının sırrını açıklarken hayli iddialı söz söylemekten çekinmiyorlar: “İnsanlığın artık bu teknolojiye hazır hale gelmiş olması... Sır bu. Bunlar artık beynin imkânları dahilinde. Bir süre sonra da ışınlanabileceğiz ve aynı anda iki yerde birden olabileceğiz...”
Doğu inanç ve felsefesinden kaynaklanan bir takım güçler uygulanabilir bir bilim dalı olabilir mi? İnsanoğlu hep eşyanın ardındakini aramıştır. Bazen merakı yüzünden ters yollara sapmıştır. Falcılık ve muska yazma işi de ters yollardan biridir. Elbette sözünü ettiğim konu bu değil. Değil ama istismara açık bir konu olduğu da kesin.
Yayın Tarihi: 04.01.10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder