İnsan bedeninin bir araç, bir makine olduğu düşünülürse iş
görürlülüğü ve sağladığı konfor kadar değer taşıyacağı mutlaktır. Her araç yada
her makine üretildiği ve/veya içerdiği madensel değer, dayanıklılık,
sağlamlıklada değer kazanır. İnsan bedeni bu bakımdan hareket eden eş değer
boyutlu diğer canlı bedenlerinden daha değerli değildir. Bunu anlamak için ne
tür madenlerden ne miktarda taşıdığına bakılacak olsa taşıdığı bedenle
övünenlerin üzüleceklerini söyleyebiliriz.
Yapılan kimyasal araştırmalara göre insanın maddi değeri
gülünç derecede düşük, halk deyimiyle söyleyecek olursak sudan ucuzdur.
Bakın şu örneklere:
1: İnsan bedeninde 7 kalıp sabun yapacak kadar yağ vardır. Çok kilolu olan yada obezler bu miktarı arttırır herhalde.
2: Genel olarak insan bedeninden ancak orta boyda 1 çivi
yapacak kadar demir elde edilebilir.
3: Bir insan bedeninden 1 kahve fincanı kadar şeker
çıkar.
4: Bedenimizde 1 köpek kulübesini boyayacak kadar kireç
taşıyoruz.
5: 2000 kibrit (kutu değil, tane) yapacak kadar fosfor
içeren bir bedene sahibiz.
6: Küçük bir topu atmaya yetecek miktarda barut için
potasyumda taşıyoruz.
Örneği uzatmak mümkün. Bu kadarı bile bir şeylerin farkına
varmaya yeterde artar bile.
Madde olarak insan bedeni bu kadar ucuzken, tek bir organını bile dünyaya değişmeyen insan nasıl olurda kendini çok değerli görür? Kokuşmaya mahkum et, birkaç litre kan, bir yığın kemikten ibaret insanın burnundan kıl aldırmaz bir kibre sahip, olimpos dağında manzara seyreden yunan tanrıları gibi tavırlar nedendir.
Madde olarak insan bedeni bu kadar ucuzken, tek bir organını bile dünyaya değişmeyen insan nasıl olurda kendini çok değerli görür? Kokuşmaya mahkum et, birkaç litre kan, bir yığın kemikten ibaret insanın burnundan kıl aldırmaz bir kibre sahip, olimpos dağında manzara seyreden yunan tanrıları gibi tavırlar nedendir.
Burada yaratılışa hiçbir sözüm yok.
Yüce Mevlâm bütün canlıları olduğu gibi insanıda benim gibi
istisnaları hariç içinde hareket edebileceği hasılı yaşayabileceği bedenle
yaratmıştır. Yaradan mevlâmız yarattığı insana “eşrefi mahluka” diyerek diğer
canlılardan üstün, yani değerli olduğunu söylemiştir. Bu değer sahip olduğu
bedensel zenginlikten oluşan bir değer değildir. Bu değer bilince dayalı bir
değerdir. Bilince sahip tek canlı türüde insandır. Bilinç insanı sorumlu kılan
şeydirde. İşte onun için yaratanımız yüce Allah bizi bütün canlılardan şerefli
tutmuştur. Bu şeref sorumluluğu taşıyabilenlere has bir şereftir. İçilen sudan
alınan tek nefese kadar indirgersek hayat için üretilen ve sonuçta hayatı
üreten ne varsa üretilirken sorumluluk duygusuyla üretilmesi gerektiğini
unutmamak gerek. Yaradılıştan itibaren şerefli olan insanın şerefini kaybetmeyecek
biçimde hayatını sürdürmesi şarttır. Şartın yerine gelmesi ise bilince uygun
sorumlulukları yüklenmekle mümkün.
Oysa insan bedensel tüm fakirliğine, doğa karşısındaki
zayıflığına rağmen kendini hep güçlü ve zengin görmeye eğilimlidir. Öngörüsünü
gerçekleştirmek için hem doğayı hem kendi türünü yok etmektedir. Yok ettiği
şeylere rağmen ürettiği zenginlik sadece kendi türünün gözünü kamaştırır. Gözü
kamaşanların hayranlıklarını ve kıskançlıklarını yüzlerinden okursunuz. Eskiden
bu durumu anlatmaya uygun bir deyimimiz vardı; “gıpta etmek” derdik. Böyle bir
durumu bu deyimden daha iyi hiçbir sözcük anlatamaz. Evet, gözü kamaşanlar yok
edile edile bir gün sıra kendisine geleceğinin fakına varmadan üstelik, lüks
içinde yaşayanlara gıpta ederler. Ne yaman bir çelişki...
Bu çelişkiyi çok güzel vurgulayan küçük bir hikâye okudum.
Onunla yazıyı bitiriyorum.
Zengin bir adam oğlunu ücra, gözden uzak, her şeyden mahrum bir köye götürüp oğluna insanların ne kadar fakir olabileceğini göstermek istemişti. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gün bir gece geçirdiler. Şehre dönerken baba oğluna sordu:
-Yolculuğumuzu nasıl buldun?
-Çok güzeldi babacığım diye cevap verdi oğlu.
-İnsanların ne kadar fakir olabileceğini gördün, değil mi?
-Evet
-Peki ne öğrendin?
-Şunu gördüm, dedi oğlu. Bizim evde bir köpeğimiz, onların dört köpeği var. Bizim evde bahçenin yarısına kadar gelen bir havuzumuz, onların kilometrelerce uzunluğunda dereleri var. Bizim bahçede ithal lâmbalarımız, onların yıldızları var. Bizim taraçamız ön bahçeye kadar, onların ki ise ufka kadar uzanıyor. Ufaklık konuşurken, babası şaşkınlıktan tek kelime bile edemedi. Ve çocuk ekledi:
-Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için, teşekkür ederim babacığım!
Not:
Pazartesi günü sizlere açıklama yapamadan bir günlük ara
verdim, kusura bakmayın! Bilgisayarıma bir yılı aşkın süreyle yardımcı
programlarla sistem onarımlarını yaptım. Sonunda onarımla yetinemez duruma
gelince format atmak zorunda kaldım. Format bir şey değil. Asıl zoru ondan sonrası..
tek tek programları yüklemek çok zaman alıyor. Tekrar özür diliyorum.
Yazışma Adresim: www.goleaydin@hotmail.com
Gazete Adresimiz: www.anadolumedyagrup.com
Bütün yazılarım...: http://hayatintatlarivehayatindusundurdukler.blogspot.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder