Küçük bir
haber dikkatimi çekmişti. Başlık şöyleydi:
“Paris’teki Louvre Müzesi’nde McDonald’s
restoranı açılacağı haberi, gastronomi ve güzel sanatlara verdiği önemle
bilinen Fransızları kızdırdı.”
Dünyada sayılı birkaç mutfak vardır. Alfabetik
sırayla bunlardan Çin mutfağı, Fransız mutfağı, Macar mutfağı ve Türk mutfağı
ana mutfaklardır. Diğer ulusların mutfakları ya bu uluslardan esinlenmiştir, bu
yüzden ara mutfak olma özelliklerini gösterirler, yada dünya mutfakları
arasında hiç anılmazlar. Amerikan mutfağı hiç anılmayan mutfaklardandır.
Bakacak olursanız insanlık tarihi içinde mutfak konusu yukarıda saydığım
ülkeler dışında hem zengin çeşitlilik, hem damak tadı bakımından gerilerde
kaldığı kadar, yazılı kaynak ve edebi düşünce bakımından da önem kazanmamış bir
konudur. Ülkemiz de zengin menüye, çok özel ve çok muhteşem damak tatlarına
sahip olmasına rağmen, özel meraklılarının dışında mutfak tarihiyle
ilgilenenine ve bu konunun edebiyatını yapanına pek rastlanmaz. Bu düşüncelerle
bu yazıdan başlayarak mutfak tarihine göz atmak istediğimi belirteyim.
Seyahatten
dönenlere “Yediğin içtiğin senin olsun, bize gördüklerini anlat” deriz. Çünkü dinleyenin
yiyemeyeceği düşünülerek bizde yediğini anlatmak ayıptır, günahtır. Aslında
yemek yemeyi seven, boğazına düşkün insanlarız. Buna rağmen yemek tarifinin
dışında yemeğe ciddi bir konu olarak eğilen, yemek kültür ve tarihini yazan pek
yok. Oysa bu konuda bolca kaynak olmalı diye düşünürüm. Hiç yok denemez ama
bence yeterli değil. Mutfak kültürü, ancak birlikte sofraya oturmakla başlar.
Onun törensel hazzını almadan damak zevkine dalmak görgüsüz kuşakların
yetişmesine neden olur.
O küçük haber şöyle devam ediyordu:
“Amerikan
fast-food
zinciri McDonald’s, Fransa’daki
30. yılı şerefine gelecek ay,
Louvre Müzesi’ne çıkan yer altı çarşısı Carrousel du Louvre’da bir restoran
açacağını açıkladı. Müze girişine birkaç metre mesafede yer alacak olan
McDonald’s restoranı memnuniyet yaratmadı. Louvre’da çalışan bir sanat
tarihçisi, Daily Telegraph gazetesine yaptığı açıklamada, “Bu bardağı taşıran son damla” dedi. ABD’de
ilk McDonald’s restoranı 1940 yılında açılmış, 1967’den itibaren de yurtdışında
McDonald’s restoranları yayılmaya başlamıştı. Markanın Amerikan emperyalizminin
simgesi olarak görüldüğü Fransa’da ise ilk şube ancak 1979’da açılabilmişti. Şu
anda ise 1141 McDonald’s restoranı bulunan Fransa, firmanın ABD’den sonra en
büyük pazarı durumunda.”
Amerikan tipi hayat tarzının ihraç
edildiği yıllar 1950’li yıllardır. İkinci dünya savaşının galibi müttefikler ve
o zamanki Sovyetler Birliği görülür, fakat gerçekte tek galibi vardır, o da
Amerika’dır. Avrupa birinci dünya savaşından sonra uygulanır bir barış antlaşması
yapmadığı için, gene kendi içinde kapışarak ikinci dünya savaşını çıkarmıştı.
Bu kez Almanya’nın ezici üstünlüğünü alt edebilmek için Amerika’yı yardıma
çağırdılar. Diğer yandan Japonya “Pearl Harbor” baskınıyla kararsız Amerika’nın
savaşa girmesini hızlandırdı. Avrupa’ya gelen Amerika savaşın bitmesini
sağladı. Bundan sonra her ülkede gizli veya açık egemenlikleri başladı. Ünlü
markaları bütün ülkelere yayıldı. İlk markaları Cocacola’dır. McDonald’s son
markaları olmadı tabii. Girdikleri ilk kominist ülke Çin’e bile bu markalar
ihraç edilmişti.
McDonald’sın kurulduktan 39 sene sonra
Fransa’ya girip en çok iş hacmine sahip olduğu ikinci ülke olması, bunun üstüne
en önemli kültür mirasının barındığı müzelerine kadar mağazalar zincirini uzatması
Fransız halkınca Amerikan emperyalizminin küstahlığı olarak karşılanır.
McDonald’s ürünleri sağlıklı ve
doyurucu yiyecekler değildir. Aşırı yağda kızartılmış köfte ve hamburger vücuttaki
yağ oranını arttırır. Bu yüzden Amerikan toplumunun obeziteyle başı derttedir.
Rusya kurduğu komünist devlette bürokrasinin baskısını görmemeleri için votka
tüketimini arttırmıştı. Amerika da uyguladığı zengine dayalı sistemini gizlemek
amacıyla ezilen kesimin bol protein tüketimini hızlandırarak mutluluk
duymalarını sağlamıştır. Vücutta artan yağ kolestrolü arttırdığı için mutluluk
hissi artar. Böylece Amerika durumdan
memnun insanlar ülkesi oldu.
Sanayileşmenin dayattığı hızlı hareket
etme mecburiyeti, fast-food dedikleri ayak üstü yeme alışkanlığını getirdi.
Mutfağın yok olması ailelerin bir arada olmasını önemli derecede engelledi.
Şimdi bir çay yapmayı bile bilmeyen gençlik var. Her şeyi hazır alıp tüketen
günümüz insanı bu yeteneklerini giderek kaybediyor. Evinde çorba pişmeyen
insanların olacağı zamanlar felaketimiz olacaktır. Çünkü kültürlerin anası
yemek yemek kültürüdür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder