(TARİHİN MESELELERİNİ TARİHE BIRAKMAK)
Tarihin meselelerini tarihe bırakmak barış anlaşmaları
içinde söylenecek bir söz. Bu gözlerimizi kapatıp uyuyalım demek değil elbette.
Uyuduğumuz ve uyutulduğumuz için AB anlaşmalarını yaşıyoruz. Uyuduğumuz için
bir çok açılımın temelini bilmiyoruz. Sonrada orgüt veya örgütlerin çeşitli
savlar ileri sürüp büyük gösteriler düzenlemelerine kızıp duruyoruz. Kızmakta
pekte haksız sayılmayız ama gerçeği bilirsek tabii. Çünkü o arada başka mevzilerde
neler gözden kaçırılıyordur kim bilir?
Herhalde ortaya çıkan veya çıkacak olan durumla kimse
ilelebet övünemeyecektir. Annelerin göz yaşı dinsin derken ülkenin onurunu
kıracak (kim hangi alanda onur bıraktı, onu da çok merak ediyorum ya..)
tavırlara maruz kalmak kimsenin istediği şey değildi çünkü. Bu yüzden kafalar
karışık ve gönüller son derece yorgun. Başka kimseyi bilmem ama ben gelecekten
endişeliyim. Kimsenin umudunu kırmak istemem. Duyup gördüklerim, okuyup
öğrendiklerim gaflet uykusundan beni çoktan uyandırdı.
Her sözümü dayanaksız söylememe huyuna sahibim. Bu yazı
dizisini hazırlarken Hürriyet Gazetesi yazarları Ferai Tınç ve Özdemir İnce dayanaklarımdı. Bu günde Özdemir İnce’nin
yazdıklarını aktararak yazımı bitireceğim.
“BİR televizyon sunucusu
(…) (sınır kapısındaki A.G.) muhabirlerine, (…) (örgüt üyeleri A.G.) ve onları
karşılamaya gelen yandaşlarında bir zafer kazanmışlık havası olup olmadığını
ısrarla soruyordu.
Sonra kendisi açıklıyordu: Muzaffer eda yok ise “iyi” imiş, varsa açılım tehlikeye düşermiş.
Bu, kendi düşüncesi miydi, sivil veya resmi ileri kişilerin görüşü müydü,
bilemedim.
Sunucu (ve öteki sunucular) muhabirleriyle
muhabbet ederken ekranda poster
ve bayrak taşıyan, “V” zafer işareti yapan insanlar, yüzlerce
arabalık uğurlama ve karşılama konvoyları görülmekteydi.
Ardından Türkiye’ye gelen (…)-giden “Barış Grubu(!)” nun getirdiği mektup-muhtırası okunup söyleniyordu ekranlarda. Tam anlamıyla bir bayram, bir zafer havası görülmekteydi kıyafet ve davranışlarda.
Bu sırada, biraz tarih bilgisi olanlar 1774
Küçük Kaynarca Antlaşması’nı anımsadılar. Bu antlaşmadan sonra Rusya, Osmanlı
Devleti’nin Ortodoks Hıristiyan uyruklarının koruyucusu oluyordu. 1877-1878
Osmanlı-Rus savaşı bu nedenle çıkmış, imzalanan 3 Mart 1878 Ayastefanos (Yeşilköy)
Antlaşması ile Osmanlı’nın Tuna vilayetinde Bulgar devleti kurulmuştu.
Ayastefanos Antlaşması’nda Ermenilerle ilgili reformlar yapılmasını öngören bir madde de (Madde 16) vardı. Bunun ardından imzalanan 13 Temmuz 1878 tarihli Berlin Antlaşması’na göre (Madde 61) Osmanlı Devleti Ermenileri Çerkeslere ve Kürtlere karşı korumayı üstleniyordu. Oysa üç topluluk da Osmanlı vatandaşı idi.
Gerçekte, Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları Ermenileri, Bulgarlara öykünmeye davet etmekteydi. Osmanlı Avrupa’sında Bulgarlar kendi devletlerini nasıl kurdularsa Ermeniler de kendi “Büyük Ermenistan Devleti”ni Anadolu’da kurabilirlerdi. Bulgarlar gibi, çeteler, komitalar kurarlar, isyan ederler, kan dökülür ve başta Rusya olmak üzere Berlin Antlaşması imzacısı Düvel-i Muazzama savaşa girip Osmanlı’yı ezerdi. İşte o zaman Büyük Ermenistan kurulurdu. 1878’den sonra bu strateji ve taktik uygulandı zaten.
Bunları bizim siyasilerin görüşlerini
dinlemeden, televizyonlarda tele-âlimlerin bombardımanına uğramadan yazıyorum.
Osmanlı Devleti galip geldiği savaşlardan sonra imzaladığı antlaşmalarda bile
zararlı çıkmıştı. Örneğin, müttefikleriyle birlikte kazandığı Kırım Savaşı’ndan
sonra ilan ettiği Islahat Fermanı ile yıkılışını da ilan etmişti.
Bu yüzden tarih meselelerini tarihe bırakırken
tarihi sosyo-kültürel açılarıyla anlamanın ne olursa olsun, herkese yararı
var!”
-SON-
Yayın Tarihi: 25.09.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder