Her taşın altından bir Sezen gibi her sorunun içinden bir
soran çıkmıyor mu, artık iyice öfkelendiğimi hissediyorum. Oysa soranda
Sezen’de sorunu tam bilmiyor. Onlar sorunlara karşılarında yaralı ve sevimli
bir ceylan varmış gibi, acıma duygusunun mantığıyla yaklaşıyorlar. Hiçbir zaman
tarihe böyle yaklaşılmaz. Siz nerede insancı bir tarih gördünüz? Tarih sadece
olayların meydana geliş sebebini ve sonucunu anlatır. Bunu resmi tarih diye
küçümsemenin mantığı var mı? Ona bakacak olursanız her ülkenin tarihi resmidir,
resmi tarihi istemiyorsanız o zaman dünya üzerinden devleti (ama bütün
devletleri) kaldırın olsun bitsin. Devlet kalkarsa tarih olarak yazacak bir şey
kalmaz, sizde kurtulursunuz. Madem devletler var bu tarihi bilmek sizin içinde
öncelikli şarttır.
Geçen hafta 28.10.2009 Çarşamba günü Haber Türk
televizyonunda Ermeni açılımıyla ilgili tartışma vardı. Yusuf Hallaçoğlu’nun da
katıldığı programda konuşmacılar tarihi, bir reçete veya bir tedavi metodu gibi
anlatmaya özen gösteriyorlardı. Ermeni konusunda uzmanlaşan tarihçi Yusuf
Hallaçoğlun’u konuşturmadılar bile. Bir komşunuzu, bir arkadaşınızı veya bir
zümreyi acımanızı, koruyup kollamanızı anlarım, ama bu tarih olmaz ki. Bunun
adına başka her şey diyebilirsiniz, tarih asla..
Hem içte hem dışta bu
konuyla ilgilenen herkeste şunu gördüm: Ermeni sorunu 1915'te başlamıştı, daha
öncesi yoktu. Anadolu'da her şey güllük gülistanlık iken Osmanlı kendi Ermeni
kökenli vatandaşlarını kılıçtan geçirmiş ve tehcir uygulamıştı. İzninizle
romantik tarihçi diyeceğim böylelerine. Hadi Sezen’i anlarım diyelim, nede olsa
duygulara hitap eden bir sanatçıdır o. Diğerlerine ne oluyor? Star gazetesinin
18 ekim 2009 tarihinde verdiği “açık görüş” adlı ekinde tarafsızlık adıyla
ortaya çıkan bir yazar tarafından yazılan şu satırlara bakar mısınız?
“Diaspora hakkında söz söyleyecek
olanların, eğer biraz olsun vicdan taşıyorlarsa, diaspora lafını ağızlarına
almadan önce oturup şu soruların yanıtını düşünmelerinde, üstelik kırk kez
düşündükten sonra konuşmalarında yarar var.
Diasporanın nasıl oluştuğunu, 1915'te
yaşananlar olmasaydı, diaspora dediğimiz insanların bugün birer Türkiye
Cumhuriyeti yurttaşı olacağını, bu insanların, buradan, bu topraklardan,
Sivas'tan, Malatya'dan, Diyarbakır'dan, Tekirdağ'dan, Samsun'dan dünyanın dört
bir yanına dağıldığını ve bunun sebebinin yine bu topraklar üzerinde
uğradıkları insanlık dışı tavır olduğunu hatırda tutmadan, diaspora hakkında
söz söylemek hangi vicdana sığar? Yerinden yurdundan edilmiş, mülklerine,
topraklarına el konmuş, kiliseleri yağmalanmış, yıkılmış, cami, kaymakamlık
binası, ahır, silah deposu yapılmış bu insanlardan kalan mülkler üzerinde güzel
güzel oturup, diaspora hakkında söz söylemek hangi vicdana sığar?”
Bunu Ermeniler için söyleyenlerin balkanlardaki Türk ve Müslüman
göçünü incelemelerini salık veririm. Ben balkanlardan gelen bir ailenin
evladıyım. İkinci dünya savaşı öncesinde, savaş sırasında Alman, İtalyan, Bulgar
işgallerinde cana gelen tehditleri, savaştan sonra kurulan komünist sistem
sırasında yıldırıcı vergi politikalarıyla, ölüleri için bir metre kefen bezi
istemek konusunda çıkarılan bin bir zorlukları duyarak büyüdüm. 1989 Bulgar
zulmü sonrasında önce İsveç’e sonra Türkiye’ye göçen soydaşlarımız hala
akıllarda olsa gerek. Ermeni yurttaşlarımız başımızın tacıdır. Ama Ermeniciler
işin aslını bilmiyorlar. Bunu 1915 tarihiyle sınırlamak büyük haksızlık olur.
1915 tarihi Osmanlının
bitmek üzere olduğu tarihtir. Bundan sonrasını Türkiye Cumhuriyetine yüklemek
hangi akla sığar? Kaldı ki bu tarih ermeni olaylarının başlangıç tarihi de
değildir. Daha öncesi de vardır. Ama buna sıkı sıkıya sarılanlar öteden beri
cumhuriyetimizin demokratlaşmasını istedikleri savıyla iddialarda bulunuyorlar.
Ben inanamıyorum.
Sözü Özdemir İnceye
bırakmanın tam sırası. Hürriyetteki köşesinde Özdemir İnce şöyle yazmış:
“KAN GÖLÜNDEN 1915'E
Bunların hepsi doğru, belki eksiği
var ama fazlası yok! Ama öncesini unutup tarihi 1915'te başlatmak da hangi
vicdana sığar? 1774 ile 1915 arasında ne oldu? Bunun yanıtını bulmak ve bilmek
zorundayız. “Ermeni Gailesi” denen Ermeni meselesi, 1774 yılında
imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması'na dayanarak Rusya'nın Ortodoks
Hıristiyanların, dolayısıyla Ermenilerin koruyucusu rolünü üstlenmesiyle
başlamadı mı?
Erzurum'daki İngiliz Konsolosu
Trotter “Hiç kuşku yok ki,
(1877-1878) Rus işgali sırasında yerel polis teşkilatına alınan birçok Ermeni,
fırsattan yararlanarak Müslümanlara eziyet etmişlerdir” demiyor mu? Bir zahmet edip Bilâl N. Şimşir'in belgelere
dayalı “Ermeni Meselesi” (Bilgi Yayınevi, s. 54) okunmalı.
1880 sonlarında başlayan kanlı Ermeni
eylemleri, 1915'e kadar devam etmedi mi? Taşnak ve Hınçak'lar pek çok kan döküp
pek çok insanın canına kıymadılar mı? (s. 66)
Rumeli'de isyanlar sonucu (ve Rusya
sayesinde) Bulgar devletinin kurulmasını örnek alan Ermeni komitacıları Doğu
Anadolu'yu kan gölüne çevirmedi mi?
Protestan misyonerlerin ABD'ye
gönderdiği Ermeniler orada vatandaşlık hakkı kazandıktan sonra Anadolu'ya geri
dönüp Ermeni çeteler oluşturmadılar mı? Yakalandıklarında,
ABD pasaportu taşıdıkları için cezalandırılmaktan kurtulmadılar mı?
1 YILDA 25 AYAKLANMA
Hınçak ve Taşnak komitacıları
İstanbul'da sayısız suikast düzenlemediler mi? Sadece 1895 yılında 25 Ermeni
ayaklanmasında binlerce insan öldürülmedi mi? Ermeniler Van'ı 80 bin insanın
yok edildiği bir mezbahaya çevirmedi mi? Birinci Dünya Savaşı'nda Rus
üniforması giyen Ermeniler Doğu Anadolu'da hiç katliam yapmadılar mı? Diaspora
bunları da öğrenmek, bilmek ve konuşmak zorunda. Sadece küçük bir bölümünü
hatırlattığımız ihanet eylemleri hiç konuşulmadan Ermeni diasporasının hal ve
gidişini anlamak mümkün mü? Bu da hangi vicdana sığar?”
Bu soruyla bu yazıyı
bitirelim. Hangi yurt sever bunu bilmeden Ermenici olabilir. Evet “tarihi
tarihe bırakalım”, yoksa Yahudi - Arap sorunu gibi bitmeyen bir sorun olarak
daha binlerce yıl sürecek yeni bir sorunu gelecek nesillere bırakırız.
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder