Her kafadan bir ses çıkıyor,
herkes beğenelim veya beğenmeyelim ortaya bir fikir atıyor. Her gün yeni bir
kıyamet teorisi ortalıkta geziyor. Bunda haksız da değiller hani. Baksanıza
ortalık toz duman. Kafamızı deve kuşu gibi kuma gömelim demeyeceğim, şu
haberleri izlemeyelim bir süre, gazetelerin pembe haberlerine bakalım. Manşet
haberlerini görmeyelim. Mümkünse kitap okuyalım. Ruh sağlığımızı yitireceğiz
böyle giderse.
Öyle diyorum ama ülkemin
geleceğini ölesiye merak ediyorum. Bu durumda gündemi izlemeden duramıyorum.
Şimdi bana bu senin işin diyebilirsiniz. Doğru, bir şeyler yazmam lazım. Ama o
şeyler başka konularda olamaz mı? Amaç yazmaksa ne yazarsan yaz da, köşeni
doldur. Olmuyor işte, olmuyor!
Gerçi önerim yabana atılır şey
değil. Gelin bir günlüğüne hiç alış veriş yapmayarak, hatta sokağa çıkmayarak,
işe gitmeyerek, demokratik tepkimizi ortaya koyalım. Buna kim karşı çıkar ki?
Bütün bürokrat, siyasetçi, iş adamı, ve esnafa böyle bir uyarıda bulunsak
anlalar mı acaba? Çok barışçı, çok kibar, çok masum bir eylem olmaz mı bu? Her
evde camlara “Sizleri İzlemekten Yorulduk.” yazılı dövizler koysak. Çok masum
tepkilerimizi Türk, Kürt, Laz, Abaza, Çerkez, Roman demeden ortak olarak
göstersek. Kim bu yaşanan durumdan memnundur ki? Bu vatanda bu belki son devlet
olmayacak ama, bu devlet bu topraklara hakim olamazsa, buraları hiç birimize
vatan olmayacak, kaçımız bunu biliyor ve düşünüyor?
Kaç gündür ülkemin türkülerini
dinleyemiyor ve söyleyemiyorum. Her biri bıçak yarası gibi bağrımı deliyor.
Güvenecek yönetici, politikacı, iş adamı, bürokrat arıyorum, tutunacak dal arar
gibi. Bizans’ın son dönemini bize yaşatmaya kimin hakkı var? Osmanlının
yıkılışı (yüzyıla yaklaşıyor) yoksa hatıralardan silindi mi? Devletler
tarihinde yüzyıl nedir ki? Bu vatanı hep beraber kurtarmadık mı? Şimdi neyi
kimden kurtarıyoruz? Evet biz siyasetçilerden çok çektik. İktidardakiler
muhaliflerle, muhalifler iktidardakilerle kavga etmeden olmaz sanki!.. Artık kurtarıcılarımızdan
da kurtulmalıyız. Akıllı bir toplum akıllı yöneticiler çıkarır. Yoksa bizde o
akıl yok mu?
Demek ki yokmuş. Biz neysek
yöneticilerimizde o. Bunun lamı cimi yok! Önce kişisel çıkarları bırakalım. İş
adamı çalıştırdığı insanları, çalışanlarda iş adamını düşünmeden düzen
sağlanmaz. Kimse az çalışmayla çok kazanma sevdasında olmamalı. Hiçbir iş adamı
da en az maliyetle işçi üzerinden büyük kârlar kazanmayı düşünmemeli. Ülkemiz
bir seferberlik ilan etmişçesine dikkatli davranmalıyız. Tek taraflı fedakârlık
dönemi bizi buralara kadar getirdi. Devlet devletliğini böyle durumlarda riski paylaştırarak
göstermeli. Kazançta gösteremediğini riskte göstersin yeter. Böylelikle güven
sağlanır. Gene tek tarafa fatura edilecek bir krizden çıkamayız artık.
Tepkisiz bir toplum olduğumuzu
söyler dururuz. Nerdeyse hepimizin evinde bilgisayar ve internet var. Hangimiz
yayın kuruluşlarına bir satır yazdı? Hangimiz kamuoyunu yönlendirenlere gerçeği
gösterme konusunda bilgi verdi. Bunu yapabildiğimiz oranda toplum oluruz. Tersi
durumda sürü olmaktan kurtulamayız. Canlı – online – oyunlarla, mesela
çiftçilik veya balıkçılık oyunlarıyla tam istedikleri kıvama getirildiğimizi
aklımızdan çıkarmayalım.
Tepkimizi o oyunlara
gösterdiğimiz ilginin onda biri kadar göstersek bile yeter. 1998 yılında Ali
Kırca’nın o zamanki ATV televizyonunda yayınlanan, (geçen döneme kadar Show Tv
de süren, Ali Kırca’nın Show Tv’den ayrılması nedeniyle, yeni bir anlaşma
yapmadığı için bu sezonda herhangi bir kanalda görünmeyen) Siyaset Meydanı
Programına, depremden sonra İzmir’e yerleşen özürlü Volkan Yıldız arkadaşım, 1
milyon ileti yollayarak, o hafta seyredemediğimiz Atilla İlhan’ın tek başına
konuk olduğu bölümün tekrar yayınlanmasını sağladı. Bu benim hiç aklımdan
çıkmaz. İstekler ve tepkiler dikkate alınmaz değil, mutlaka alınır.
Kırmadan-dökmeden, zarif biçimde tepkiler gösterilirse ilgisiz kalamazlar.
Akıllı bir toplum akıllı
yöneticiler çıkarır. Akıllı bir toplum akıllı ve şık tepkilerle ilgi odağı
olur. Gene soracağım: Yoksa bizde o akıl yok mu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder