“Hayali cihan değer” olan nedir? Geçmişte kişisel yaşananlar
mı, yoksa gelecek hakkında olması istenen şeyler mi? Bu söz böyle eksik
yazılırsa her anlama gelir tabii. Oysa o başlık “Geçmiş Zaman Olur ki, Hayali
Cihan Değer” olmalıydı. Çok uzun bir başlık olacağı için kısaltınca böyle
açıklama yapmak ihtiyacı doğacağını biliyordum. Evet geçmiş zamanlar elekten
geçmiş ve saf suyla yıkanmış gibi parıldar. Yaşanırken hiç farkına varılmayan
şeyler aradan geçen zamanla çok değerli olurlar. Herkesin değerli anları
olmuştur. Yeri gelsin gelmesin o anları anmak anıların sahibine buruk tatlar
bırakır. Artık ona ulaşılmaz çünkü.
Kaç yaşlarında olduğumu hatırlamıyorum, belki yirmili
yaşların sonundaydım, bir rüya gördüm. Vapura binmiştim. Bir süre sonra
halatları çımacılar çözüp vapur limandan ağır ağır ayrılırken gençliğim, yani
bir yanım limanda kalmıştı. Geleceğim yani bir yanım da vapurdaydı. Karar verip
limana atlasam gençliğimden ayrılmayacaktım. Denize açılmayı tercih ettim ve
onu limanda bıraktım. İşte hayat buydu. Bu rüya gibi her limanda bir yarımızı
bıraka bıraka eksiliyoruz. Hatıralar kenar köşelerde bıraktıklarımızı toplamak
ve eksilen parçalarımızla tekrar bütünleşmek harekâtıdır.
İlhan Bardakçı’nın (Murat Bardakçı’nın babası) yazdığı
“İmparatorluğa Veda Ederken” adlı kitabını okudum. “Geçmiş zaman olur ki hayali
cihan değer” sözünün çok edildiği Osmanlının çöküş dönemini anlatan ilginç bir
tarihi araştırma kitabı. Kıyaslamalı tarihi sohbet tarzıyla anlatan bu kitabı
elimden bırakamadım. Çok kısa olarak özetlemek isterim.
Padişahların yetersizliklerinin de nedeniyle tahttan
indirilerek çöküşe çarelerin arandığı çağda İttihat ve Terakki adında ilk
siyasi partimiz ortaya çıkar. Bu günkü anlamda dış dayatmalarla demokrasi
çabaları başlar. Bugün milliyet gazetesi yazarı olan Hasan Cemal’in dedesi
Cemal Paşa, Talât Paşa ve lider Enver Paşa partinin sacayağıdır. Balkanlar
kaybedilir, Arabistan için için kaynar, Afrika da Trablus, yani bugünkü Libya
elden çıkmaktadır. Rusların gözü İstanbul’da, yani boğazlardadır. Almanlar
biran önce petrol bölgelerine İngilizlerden önce varmak ister. Fransızlar da
petrol bölgelerine en azından yaklaşmak, İtalyanlar pastadan pay almak,
Amerikalılar kalan Türk devletinde güç sahibi olmak derdindedir. Ayak
oyunlarının çokça olduğu bir zamandır. İngilizlerden parası verilip de alınan
savaş gemisi teslim edilmez. Bu arada Alman’lar iki gemiyle Akdeniz de
kendilerini kovalayan İngilizlerden kaçarak
Çanakkale’den Marmaraya girerler. Oradan Karadeniz’e geçerek Rus
limanlarını topa tutarlar. Bunun üzerine gemiyi satın aldığımızı söyleyerek 1.
Dünya savaşına gireriz. Bütün savaşlardan diğer ülkelerin en fazla %16 insan kaybı olurken, bizim %34 insan kaybımız
olur. Toprak kaybı sadece bize reva görülür. Amaç gerçekleşir. Vatanperver
olduklarından hiç kuşku duyulmayacak bu devlet adamları particilik yaparak ve
kişisel ihtiraslarına kapılarak koskoca imparatorluğun sonunu hazırladıklarını
diğer sebepleri unutmadan rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kitabın son sözleri çok çarpıcı. İstanbul’da Türk ve
Müslüman halk o dönemde süpürge tohumu yer. Cephelerden dönen askerlerimiz aç
ve sefil dolaşır. Halk askerine acır onlara bir tas çorba vermeye çalışır.
O kitabın sonundaki İlhan Bardakçı’nın şu sözündeki anlama
dikkatinizi çekmek isterim. “Söğüt-Ankara arasındaki altı saatlik yolu biz 622
yıl 2 ay 23 günde almışız.” Fazla söze
gerek var mı?
İlginç rastlantı; bu kitabı okuyup bitirmemin üstüne
Habertürk televizyonunda Murat Bardakçı, Erhan Afyoncu ve (o sıralar henüz ayrılmamış
olan) Pelin Batu’nun sundukları “Tarihin Arka Odası” adlı programda konu
Avrupa’da Türk düşmanlığıydı. İnebahtı deniz savaşına kadar yenilmez olarak
gördükleri Türklerden korunmak için dualar bile yazmışlar. Türkleri tasvir eden
resimler yapmışlar. Türkler şeytansı varlıklar olarak resmedilmişler. Kanuni
Sultan Süleyman zamanında Türklerin aleyhine çalışan Almanya imparatoru ve
İspanya kralı Şarlken’e karşı o zaman ülkesi Fransa fakir ve kendisi Şarlken’e
esir düşen Fransız kralı 1. Fransuva’ya ticari (kapütilasyonlar) ayrıcalık
tanıyıp bir denge oluşturmak istemişti. Böylelikle daha o zaman Türklere karşı
kurulan bir çeşit Avrupa Birliğini dağıtmış oldu.
Murat bardakçı Türkler için uydurulan dualardan söz ettikten
ve çizilen resimleri gösterdikten sonra gelen Amerika’lı bir bayan konuğuna
İstanbul’u gezdirirken yaşadıklarını anlattı. O bayan konuk İstanbul’u çok
beğenmiş. Dönüp Murat Bardakçı’ya bu güzel kenti neden işgal ettiniz diye
sormuş. Murat Bardakçı işgal etmedik fethettik demiş. Bayan bu farkı anlamamış.
İşte dünyadaki görünümümüz bu. Günün birinde bu bile sorulursa şaşırmam. Bizde
o zaman “Adamlar haklı kardeşim, bakın İstanbul’u ne hale getirdik, onlarda kalsaydı bugün
dünyanın incisi olurdu” diyenler çıkacaktır,
adım gibi eminim. İşte o zaman “Geçmiş Zaman Olur ki Hayali Cihan Değer” sözünü
hatırlamıyor bile olabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder