Bugün biraz saçmalamama izin verir misiniz? İnsan aslında
bilgi azlığından bilmeyerek saçmalar. Bense bilgi azlığından ve bilmeyerek
değil, içinde bulunduğumuz, yada tarafı olduğumuz yaşam biçimlerinde, sözünü
edeceğim konu veya konuların, günlük hayatta hiç yaygın kullanılmaması
nedeniyle, ilginç olacağını düşünerek, bile bile saçmalamak için sizden izin
istiyorum. Aslında izin dediğim şey bu yazıyı okuyun demektir. Yani siz
okumasanız da bu yazı burada olacağına göre izin istemek başka ne anlama gelir ki?
İşte daha başlarken saçma bir cümleyle saçmalamaya başladım bile.
Efendim yeryüzünde iki çeşit hayat tarzı var. Biri alet
kullanarak yaşadığımız hayatı oluşturduğumuz, adına uygar dediğimiz hayat
tarzı, diğeri alet kullanmadan doğayla iç içe, doğayla uyumlu, bedeni güçlere
önem veren hayat tarzı. İlkinde üretim ve tüketime yönelik ekonomilerin
belirlediği, tüketimin baş tacı edildiği, batıya gelişme kapılarını açan hayat
tarzını görürüz. İkincisindeyse vücudun ihtiyaçlarını ölmeyecek düzeye kadar
indiren, bedenden algıyı yerine göre düşüren, yerine göre olağanın çok çok
üstüne çıkaran beyinin oluşturduğu metafizik ve felsefi bir hayat tarzı vardır.
Bu da doğu toplumlarının ekonomik geri kalmışlıklarının nedenini ortaya koyar.
Konumuz bunun sosyo-ekonomik boyutunu anlatmak değil. O boyutu konu edinirsem
saçmalamış olmam ki.. Oysa bugün sizden saçmalamak için izin istedim.
İçinde olmadığımız bir hayatın varlığından bile haberdar
değiliz. Bu hayattan yansımalardan bize kadar gelenlere baktığımızda ortada
sihirli bir durum var sanırız. Oysa bu bir metottur. Doğuya özgü sayısız metot
var. Batı toplumlarında birey, içinde bulunduğu duruma inanç sistemi ve yönetim
biçimleriyle yalnızlaşınca, doğunun hayat biçiminden doğan felsefeyi öğrenmeye
ve uygulamaya çalışmıştır. Bunun örneklerini batı sanatındaki doğu, daha çok
uzak doğu sanatlarının izlerinde görebiliriz.
Yıllar önce TAOCU YAŞAM VE SEKS adında bir kitap okudum.
Jolan Chang’ın yazdığı bu kitabın ana fikrini “davranışlarında
sabırlı, esnek ve yumuşak, çevrenle - doğayla uyumlu ol, akarak yaşa, sert olan
kırılır, saldırgan yenilmeye mahkumdur” şeklinde özetleyebilirim. Taoculuk nedir derseniz hemen belirteyim; Konfiçyusculuk ve
Zen Budacılığı ile Çin Kültürünün üçlü sac ayağından biridir.
Kitap, özet fikri olarak sözünü
ettiğim konuda davranış metotları sunar. Önce nefes almakla işe başlar. İlk
aşamada bir dakikada nefes alıp bir dakikada nefes vermek şartıyla, bin nefes
alıp vermeyi, ikinci aşamada her cinsel birleşmede (insanın bedensel gücünü
sağladığı düşüncesiyle yaşam suyunun azalmaması için) boşalmamayı egzersizlerle
öğreterek yaşam kontrol altına alınmaya çalışılır. Böylece kişi kendi bedenini
doğadan koparmadan denetleyerek, hem kendisinin, hem hayatının hakimi olur.
Uzak doğu inanç ve felsefesinde
böylesi bir hakimiyetin ardından nesneleri ve nesnelerde var olan enerjileri
bilmek ve onları kullanmak vardır. Burada beynin kullanılmayan bölümünü
kullanmakla bu yol açılır deniliyor. Ruslar doğu inanç ve felsefelerinin
sırlarını çözerek bilim haline getirmeye çalışıyorlar. Adına “Holografik beyin teknikleri” demişler. Bu tekniklerle
Kapalı gözlerle renklerin görülebildiği, ellerle yazıların okunabildiği iddia
edilerek, amacın çok azını kullandığımız beynimizin kapasitesini yüzde 80'e
kadar çıkarmak olduğu belirtiliyor.
Ülkemizde
de Holografik beyin teknikleriyle uğraşanlar var. Onlar “Kişi bu yolla
kendisinin farkına varıyor. Ne kadar güçlü olduğunu kavrıyor. Sadece beyinde
kullanmadığı alanları nasıl kullanabileceğini öğreniyor. Bu da çok olağanüstü
bir şey değil, herkes yapabilir. Önce tabii her insanın beyninde bir bilgisayar
bulunduğunu ve onu nasıl açacağını öğretiyoruz.” Diyorlar. Bu çalışma, zihinle
beden arasındaki ilişkiyi gevşetmek ve beyne daha geniş kullanım imkânları
tanımak için yapılıyormuş.
Epey
oluyor; Hürriyet Gazetesinde Ayşe Arman bu gurupla yaptığı söyleşiyi yayınladı.
O söyleşide çok iddialı sözler söylenmiş: “Yeni bir çağ başlıyor. Ve bunlar
birtakım evrensel bilgiler. Bugüne kadar beynin daha geniş alanlarını kullanma
imkânları tapınaklarda ve tarikatlarda sır olarak saklandı ve sembollerle
anlatıldı. Çünkü insanlar bunu anlayabilecek düzeyde değillerdi. Şimdi hazırız.”
Bilgiye
ulaşmanın geçmişe göre artık çok kolay olduğunu söylerken bizden güzel bir
örnek vermişler: “Eskiden bu tür bilgilere ulaşmak için çok uğraş vermek
gerekirdi. Yunus mesela, 40 sene eğri olmayan odun taşıdı dergâhına. Bir şeye
odaklanarak egolarını indirmeye çalışmışlar. Ama şimdi öyle teknikler söz
konusu ki, 6-7 yaşındaki çocuklar bile bunu kolayca öğrenebiliyorlar.”
Beyin
gücüyle yaptıklarını söyledikleri oldukça ilginç ve inanılır gibi değil. Bakın
nelermiş:
1: “İnternetten
kızıl ötesi dürbün resmi indirdik, beyinlerine yükledik, sistemi çalıştırdık.”
(Yer altında ve uzakta olan şeyleri böylece gördüklerini söylüyorlar.)
2: “Saati
de beyninize kurabiliyorsunuz.” (Normalde pek çok insan istediği saatte
uyanabilir mesela, o da bir tür beynin programlanması. Bu kabul edilir bir şey.
Bende bile böyle bir alışkanlık var! A.G.)
3: “Evrendeki her şey kayıt altında. Konuştuklarımız, gördüklerimiz, yaşadıklarımız, düşüncelerimiz, her şey. Bunları nasıl okuyabiliriz, nasıl öğrenebiliriz? Belli enerji normlarına gelerek. Ama okumak istediğimiz şeyi, açık ve net belirtmeliyiz ki, o bilgileri istediğimiz kaynak önümüze doğru olarak getirsin. Bu çalışmalar devam ederken, birdenbire depremlerde göçük altında kaybettiğimiz insanlar geldi aklıma. “Nasıl yapabiliriz?” derken, bir deprem programı hazırladım. Biyoekranlarını kullanabilenler, o binaları şeffaflaştırabilirler ve enkaz altında yaşamayı sürdüren insanların nerede olduklarını görebilirler. Kurtarma ekipleri de, vakit kaybetmeden o insanları kurtarabilirler.” (Bu düşüncenin saçmalığını bir kenara bırakın sözünü edeceğim makinenin icadında doğrudan bir faydası oldu mu bilmiyorum ama enkaz altında kalanları bulan yaşayıp yaşamadıklarını bilen bir makine icat edildi ve bu depremlerde kullanılacak dendi. İnsanın düşünmesi bile yetiyor bakın. Algıdan bilgiye giden, bilgiden yaşama dönen yoldur bu. )
3: “Evrendeki her şey kayıt altında. Konuştuklarımız, gördüklerimiz, yaşadıklarımız, düşüncelerimiz, her şey. Bunları nasıl okuyabiliriz, nasıl öğrenebiliriz? Belli enerji normlarına gelerek. Ama okumak istediğimiz şeyi, açık ve net belirtmeliyiz ki, o bilgileri istediğimiz kaynak önümüze doğru olarak getirsin. Bu çalışmalar devam ederken, birdenbire depremlerde göçük altında kaybettiğimiz insanlar geldi aklıma. “Nasıl yapabiliriz?” derken, bir deprem programı hazırladım. Biyoekranlarını kullanabilenler, o binaları şeffaflaştırabilirler ve enkaz altında yaşamayı sürdüren insanların nerede olduklarını görebilirler. Kurtarma ekipleri de, vakit kaybetmeden o insanları kurtarabilirler.” (Bu düşüncenin saçmalığını bir kenara bırakın sözünü edeceğim makinenin icadında doğrudan bir faydası oldu mu bilmiyorum ama enkaz altında kalanları bulan yaşayıp yaşamadıklarını bilen bir makine icat edildi ve bu depremlerde kullanılacak dendi. İnsanın düşünmesi bile yetiyor bakın. Algıdan bilgiye giden, bilgiden yaşama dönen yoldur bu. )
Bu
konuda AKUT derneği başkanı Nasuh Mahruki’yi ikna etmişler.
4: “Kaybolan bir insanı bulmamız bile mümkün. Beynimize navigasyon sistemi kuruyoruz.”
4: “Kaybolan bir insanı bulmamız bile mümkün. Beynimize navigasyon sistemi kuruyoruz.”
Sözü
şöyle bağlıyorlar: “Bu işin, şahsi bir beceri olmaktan çıkıp, bir teknoloji
haline gelmesi lazım. Biz bu aşamadayız. Bir sürü insana deli saçması gibi
gelebilir ama görecekler, yaşam böyle bir düzene doğru gidiyor.” Sözün sonunda
da bu işin başarılmasının sırrını açıklarken hayli iddialı söz söylemekten
çekinmiyorlar: “İnsanlığın artık bu teknolojiye hazır hale gelmiş
olması... Sır bu. Bunlar artık beynin imkânları dahilinde. Bir süre sonra da
ışınlanabileceğiz ve aynı anda iki yerde birden olabileceğiz...”
Doğu inanç ve felsefesinden
kaynaklanan bir takım güçler uygulanabilir bir bilim dalı olabilir mi?
İnsanoğlu hep eşyanın ardındakini aramıştır. Bazen merakı yüzünden ters yollara
sapmıştır. Falcılık ve muska yazma işi de ters yollardan biridir. Elbette
sözünü ettiğim konu bu değil. Değil ama istismara açık bir konu olduğu da
kesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder