28 Şubat 2014 Cuma

NASIL BİR TOPLUM?

 Her haberde, her söyleşide, konu dönüp dolaşıp ahlâk anlayışımıza geliyor. Bundan epey süre önce yapılan bir televizyon söyleşisi toplum olarak ahlâki çöküntümüzün bilinen ama kulak ardı edilen ve görülmek istenmeyen boyutunu ortaya koyması açısından ilginçti. Ahlâk mı değişiyor, yoksa o an işimize nasıl davranmak gerekiyorsa öyle davranmayı mı ahlâk ediniyoruz? Ahlâk diye uygulaya geldiğimiz eski alışkanlıklar, yeni tip üretim çağının durumuyla çeliştiği için verimliliğe engel mi oluyor da, toplum olarak bu davranışı sergiliyoruz?

            Gelişmiş kentlerdeki kent insanını yalnızlaştıran bireyciliği, kişisel özgürlüğü sınırsızlaştırarak dokunulmazlığı sağlayan ahlâkı beraberinde getirdi. Burada bireylerin kendiliğinden davranışlarıyla birbirinden habersiz ortak davranışı sağlayan bir ahlâkın geliştiğini görüyoruz. İletişime bağlı olarak etkileşim içinde olan, daha az ve daha yavaş gelişme gösteren kentlerde, geleneklerin henüz bireyleşmeye engel olmasına rağmen, ahlâki tavrın yozlaştığını ve bireyin uçlar arasında kalarak iki yüzlü olduğunu söylemek, sanırım yanlış olmaz.

***

            Sözünü ettiğim televizyon söyleşisine konu olan haber buna güzel bir örnektir. Haberi  o söyleşideki bir konuşmacı şöyle anlattı:

            “Doğu  Anadolu’ya atanarak bir ilçede ev bakan bir arkadaşıma ev sahibi, musluklara ilişkin açıklama yapar:
            “Mutfak  musluğu ile banyo musluğu kaçağa bağlı; lavabo musluğu su saatine.”
            Arkadaşım şaşkınlıkla sorar:
            “Neden ikisi  kaçağa bağlı da, lavabo saate ?”
            Evin sahibinin cevabı muhteşemdir;
            “Lavaboda aptes alıyorduk; haram karışmasın diye kaçağa  bağlamadık!”

***

            Bugün, yönetici sınıf dahil, sanayicisi, esnafı, işçisi, köylüsü olmak üzere büyük bir kesimde  böyle bir anlayış var. İbadette titiz ol, gerisini boş ver.

            Madem konu ibadete geldi devam edelim. Oysa ameli düzgün olmayanın ibadeti gölgeli olur. Ameli düzgün olmayanın inancı ne kadar düzgündür? İnancı sarsıntıda olanın ibadeti bence jimnastik hareketinden başka bir şey değildir.

            Bizde örnek çok! Vermek istesek, hiç sıkıntı çekmeden çok örnek verebiliriz. Alın size yakın bir geçmişten bir örnek:

            Kentimizde deprem sonrası apartman dairelerinde oturanlar, hasarlı dairelerini terkettiler. Fakat daha sonra terkettikleri dairelerini, patlak ve çatlaklarını sıvayarak kiraya verdiler.

            Elektrik; ısınmadan aydınlanmaya, yemek pişirmekten banyo yapmaya ve çamaşır yıkamaya, yiyecek ve içecekleri soğutmaktan, ev temizliğine, hatta eğitimden haberleşmeye kadar gerekli olan ve belkide sudan daha çok kullandığımız bir enerjidir. Bu enerjiyi o kadar çok kişi yurdun her yerinde kaçak kullanıyor ki..  Çoğumuz şu haberle irkilmişizdir: “Doğuda tüketicinin %85’i kaçak elektrik kullanıyor. Bedava elektrik kullananlar bu konuda o kadar rahatlar ki, besicilikle geçinen birine yapılan ziyaret sırasında ev ve besi ahırı olan binayı tavana astıkları akkor haline gelmiş divan bozmasından bir ısıtıcıyla ısıtıyorlardı.” resmi ve özel bütün kurum ve kuruluşlarda kullandıklarını ödemek gibi bir alışkanlık nerdeyse olmadığından devlet ya dolaylı vergilerle, yada bu ürünleri fahiş fiyatlarla satarak gelirlerindeki açığı kapatıyor. Sonuçta olan, kullandığını ödeyen masum vatandaşa oluyor.

            Gördüğünüz örneklerle anlaşıldığı gibi bu insanlar küçük kentlerden göç ederek davranışlarını da büyük kentlerin karmaşasıyla derinleştirerek taşıdılar. 

            Nasıl bir toplum oluyoruz diyerek şaşırmayan nerdeyse yok! Niye şaşırıyoruz ki? Bu sözde bizim değil mi?

            “Gemisini yüzdüren kaptan!”

            Başımıza ne geliyorsa bu anlayış yüzünden gelmiyor mu zaten? Önemli olan bu sözü kıracak anlayışı getirmektir.

Yayın Tarihi: 17.02.2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder