Türkiye’de uzun zamandır iki şey at başı gidiyor. Bu iki
şeyde beraberinde bölünmelere neden oluyor. Biri cumhuriyet sonrası palazlanıp
kurumlaşan sermaye ile Anadolu sermayesidir, diğeri büyük şehirlere özgü kültürel
yabancılaşmayla, nüfus olarak daha küçük şehirlere özgü Anadolu İslam
kültürüdür. Bu iki kültür anayasa değişikliği için yapılan halk oylaması
sonucuyla (güney doğu bölgesini de sayarak söylersek) 3 ayrı Türkiye’yi ortaya
çıkardı.
Osmanlı mirasını reddetse de kurumsal olarak Osmanlıya ait
olan sosyal etmenleri devralan cumhuriyet, bunun sonucu olarak beş yıllık
planlarla devletin öncülüğünde sanayileşirken sıfırdan bir sermaye sınıfını
oluşturmaya çalıştı. Atatürk sonrasında ve özellikle 1950-1980 arasında bu
sermaye, ithal ikamesiyle korunarak tekel konumuna gelirken, yabancı sermaye
ile işbirliğine giderek montaj sanayisine yöneldi. İstihdam sağlaması ve gelir
üretmesi yönünden bu gelişme olarak görüldü. Oysa bu, kendi özgür sanayisini
kurup sanayileşememesi için cilalanmış art niyetli bir yoldu. Sol görüş işte
buna çok uzun süre karşı çıktı.
Solun savunduğu teze göre yabancı sermaye ile kalkınma
görece kalkınmadır. Şehirleriniz görece olarak mamur hale gelirken, geliriniz,
o meşhur iktisat söylemiyle söylersek “kâr transferiyle” ülke dışına
çıkmaktadır. Bu sermaye en başta İstanbul’da olmak üzere Bursa, Kocaeli, İzmir
ve Adana gibi başlıca liman şehirlerinin
dışında yatırım yapmayı yeğlemez denmiş ve yeğlememiştir.
Bu boşluktan Anadolu sermayesi faydalanmış ve yabancı
sermaye ortaklı büyük sermayenin bıraktığı alanları doldurmuştur. Önceleri yan
sanayi olarak varlığını sürdürmeye çalışan Anadolu sermayesi daha sonra kendine
uygun bulduğu alanlarda üretim yaparak ülke ekonomisinde söz söyler hele
gelmiştir. Söz söyler duruma gelince de kendini anlayacak, kendini geleceğe
taşıyacak partileri iktidara getirmiştir.
Bunu göremeyen İstanbul sermayesi düştüğü ücret
tartışmalarıyla halk kesimlerinin nefretini kazandığı için (burada TİSK başkanı
Refik Baydur’un geçinme güçlüğü çeken insanların gözünün içine bakarak asgari
ücreti yarıya indirme önerisi unutulur gibi değil) onların sözcüsü liderler
gözden düşmüşlerdir. AKP ve lideri başbakan Recep Tayyip Erdoğan tamda bu
sırada ortaya çıkar. Gerçi Anadolu sermayesinin de ücret konusunda farklı bir
düşüncesi yok! Onun tek derdi varlığını pekiştirmek ve uluslar arası alanlarda
yer bulabilmekti. Çünkü kendilerinde
böyle bir birikim ve güç var artık. Cemaatlerse bu işin bir parçası. Eskiden
TÜSİAD görüş bildirerek hükümetlere ekonomide yol gösterirken şimdi cemaatler
bu işi sadece ekonomide değil her alanda devralmışlardır.
Bugün olanlara bence böyle balkımalıdır.
Uzun sözün kısası: Cumhuriyetin ilk yıllarında devlet eliyle
sermayenin doğduğunu, daha sonrada korunduğunu görüyoruz. Kolaycılığa alışan bu
sermaye yerli araba, yerli televizyon, gibi konulara yönelmeyerek ve kültürel
olarakta ortaya yerli, gelişmiş bir kültür koyamayarak Cumhuriyetin değeri
olmayı beceremediği için bunu yapacağından kuşku duyduğum, ama adı Anadolu,
yani yerli sermaye olan sermayeye iktidarı devretti. Bunların hiç değilse
halkın içinden çıktıkları için halka yabancı gelmeyen, dini geleneklere dayalı kültürleri
var.
Bu gerçek burjuva yapısını getirir mi, zamanla göreceğiz. Birden
bire zenginleşme ile kültür oluşmayacağı için bugün görünen küçük işaretlere
bel bağlanamaz tabii. Fakat İstanbul sermayesi ile Anadolu sermayesi
zıtlaşmadan burjuvaziyi oluşturmalıdır artık. Gerçek burjuvazi demokrasiyi
talep eder, çünkü yaşaması demokrasiyle mümkündür (bizdeki haliyle sermaye
gerçek burjuvaziyi doğuramamıştır, bu yüzden demokrasimiz sık sık darbelere
maruz kalmıştır). Doğu toplumlarının demokrasi talebi hiç olmadı. Japonya buna
en güzel örnek. Gelişmiş bir sermaye sınıfı ve dünyada ilk ona girecek
firmaları var, fakat kralın liderliğinde aşırı geleneklerle (her fert bir nefer
gibi) yönetiliyorlar.
Buradan da şu sonucu çıkarabiliriz: Japonya’da gelir ve
eğitilmişlik düzeyi, teknoloji kullanımı için gerekli, demokrasi için değil. Oradaki
bu gelişmişlik bizi yanıltmasın. Ülkemizde de böyle olmayacağını kimse
söyleyemez.
Peki gelişmiş olmak demokrat olmaktan daha mı önemlidir? Çoğu
kişi için sorun görürsünüz; gelişmiş olmak demokrat olmaktan daha önemlidir.
Oysa bu iki şey at başı gitmelidir.
Yayın Tarihi: 16.05.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder