31 Mayıs 2014 Cumartesi

İKİ ŞEY ATBAŞI GİTMELİ

Türkiye’de uzun zamandır iki şey at başı gidiyor. Bu iki şeyde beraberinde bölünmelere neden oluyor. Biri cumhuriyet sonrası palazlanıp kurumlaşan sermaye ile Anadolu sermayesidir, diğeri büyük şehirlere özgü kültürel yabancılaşmayla, nüfus olarak daha küçük şehirlere özgü Anadolu İslam kültürüdür. Bu iki kültür anayasa değişikliği için yapılan halk oylaması sonucuyla (güney doğu bölgesini de sayarak söylersek) 3 ayrı Türkiye’yi ortaya çıkardı.

Osmanlı mirasını reddetse de kurumsal olarak Osmanlıya ait olan sosyal etmenleri devralan cumhuriyet, bunun sonucu olarak beş yıllık planlarla devletin öncülüğünde sanayileşirken sıfırdan bir sermaye sınıfını oluşturmaya çalıştı. Atatürk sonrasında ve özellikle 1950-1980 arasında bu sermaye, ithal ikamesiyle korunarak tekel konumuna gelirken, yabancı sermaye ile işbirliğine giderek montaj sanayisine yöneldi. İstihdam sağlaması ve gelir üretmesi yönünden bu gelişme olarak görüldü. Oysa bu, kendi özgür sanayisini kurup sanayileşememesi için cilalanmış art niyetli bir yoldu. Sol görüş işte buna çok uzun süre karşı çıktı.

Solun savunduğu teze göre yabancı sermaye ile kalkınma görece kalkınmadır. Şehirleriniz görece olarak mamur hale gelirken, geliriniz, o meşhur iktisat söylemiyle söylersek “kâr transferiyle” ülke dışına çıkmaktadır. Bu sermaye en başta İstanbul’da olmak üzere Bursa, Kocaeli, İzmir ve Adana  gibi başlıca liman şehirlerinin dışında yatırım yapmayı yeğlemez denmiş ve yeğlememiştir.

Bu boşluktan Anadolu sermayesi faydalanmış ve yabancı sermaye ortaklı büyük sermayenin bıraktığı alanları doldurmuştur. Önceleri yan sanayi olarak varlığını sürdürmeye çalışan Anadolu sermayesi daha sonra kendine uygun bulduğu alanlarda üretim yaparak ülke ekonomisinde söz söyler hele gelmiştir. Söz söyler duruma gelince de kendini anlayacak, kendini geleceğe taşıyacak partileri iktidara getirmiştir.

Bunu göremeyen İstanbul sermayesi düştüğü ücret tartışmalarıyla halk kesimlerinin nefretini kazandığı için (burada TİSK başkanı Refik Baydur’un geçinme güçlüğü çeken insanların gözünün içine bakarak asgari ücreti yarıya indirme önerisi unutulur gibi değil) onların sözcüsü liderler gözden düşmüşlerdir. AKP ve lideri başbakan Recep Tayyip Erdoğan tamda bu sırada ortaya çıkar. Gerçi Anadolu sermayesinin de ücret konusunda farklı bir düşüncesi yok! Onun tek derdi varlığını pekiştirmek ve uluslar arası alanlarda yer bulabilmekti. Çünkü  kendilerinde böyle bir birikim ve güç var artık. Cemaatlerse bu işin bir parçası. Eskiden TÜSİAD görüş bildirerek hükümetlere ekonomide yol gösterirken şimdi cemaatler bu işi sadece ekonomide değil her alanda devralmışlardır.

Bugün olanlara bence böyle balkımalıdır.

Uzun sözün kısası: Cumhuriyetin ilk yıllarında devlet eliyle sermayenin doğduğunu, daha sonrada korunduğunu görüyoruz. Kolaycılığa alışan bu sermaye yerli araba, yerli televizyon, gibi konulara yönelmeyerek ve kültürel olarakta ortaya yerli, gelişmiş bir kültür koyamayarak Cumhuriyetin değeri olmayı beceremediği için bunu yapacağından kuşku duyduğum, ama adı Anadolu, yani yerli sermaye olan sermayeye iktidarı devretti. Bunların hiç değilse halkın içinden çıktıkları için halka yabancı gelmeyen, dini geleneklere dayalı kültürleri var.

Bu gerçek burjuva yapısını getirir mi, zamanla göreceğiz. Birden bire zenginleşme ile kültür oluşmayacağı için bugün görünen küçük işaretlere bel bağlanamaz tabii. Fakat İstanbul sermayesi ile Anadolu sermayesi zıtlaşmadan burjuvaziyi oluşturmalıdır artık. Gerçek burjuvazi demokrasiyi talep eder, çünkü yaşaması demokrasiyle mümkündür (bizdeki haliyle sermaye gerçek burjuvaziyi doğuramamıştır, bu yüzden demokrasimiz sık sık darbelere maruz kalmıştır). Doğu toplumlarının demokrasi talebi hiç olmadı. Japonya buna en güzel örnek. Gelişmiş bir sermaye sınıfı ve dünyada ilk ona girecek firmaları var, fakat kralın liderliğinde aşırı geleneklerle (her fert bir nefer gibi) yönetiliyorlar.

Buradan da şu sonucu çıkarabiliriz: Japonya’da gelir ve eğitilmişlik düzeyi, teknoloji kullanımı için gerekli, demokrasi için değil. Oradaki bu gelişmişlik bizi yanıltmasın. Ülkemizde de böyle olmayacağını kimse söyleyemez.

Peki gelişmiş olmak demokrat olmaktan daha mı önemlidir? Çoğu kişi için sorun görürsünüz; gelişmiş olmak demokrat olmaktan daha önemlidir. Oysa bu iki şey at başı gitmelidir.


Yayın Tarihi16.05.2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder