31 Mayıs 2014 Cumartesi

YÜKSEK OKUL OKUMUŞ İŞSİZLER ORDUSU

Okula gitmeyen, öğrenim gördüğü devreleri hatırlamayan, o yılları andıkça özlemle karışık duygular yaşamayan var mıdır? Benden daha genç olup da, daha geç mezun olanlar bilgisayar kullanmayı, internette gezinmeyi bildikleri için o eski arkadaşlarını facebook denen toplumsal buluşma sitesi aracılığıyla bulabiliyorlar. Ben istesem de bulamam. Birincisi benim kuşağımda olanlar bilgisayarla tanışmayı, ondan korkup ürktükleri için inatla istemiyorlar. Aslına bakarsanız çoğu onu kutsallaştırıp hayranlık besledikleri halde birazcık kafayı çalıştırmak zor geliyor. Baksanıza çocuklarına bilgisayar almayan kalmadı nerdeyse. Neyse.. konudan sapmayalım. İkincisi ben şimdi arkadaşlarımın çoğunun ad ve soyadlarını hatırlamıyorum.

Okul yılları ne taze umutlar taşıdığımız yıllardı değil mi? Beni; mübarek kadın, canım annem karnında bebesi ile kucağında okula götürdü, merdivenlerle okulun üçüncü katlarına çıkardı. Göçmen ve yapayalnız olarak ne muhteşem bir hayata tutunuştur o.. zaten okul hayata tutunmanın ilk aşamasıdır. Annem böylelikle beni hayata bağlamış oldu.

Daha sonra evlâtlarımızı okula göndermeye sıra geldi. Aynı duyguları tekrar bu kez başka biçimde yaşadık. Eğitimli olsunlar, zorlanmadan hayat kursunlar istedik. İşçilik, ırgatlık zor zanaattı. Az mı çilesini çekmiştik? Bizden önceki kuşaklar doğru dürüst işçi bile olamamıştı ya.. bunun adı gelişmeydi kime sorarsanız. Dünya yerinde durmuyordu.

Yazılarıma derinlik katan karikatürlerini gördüğünüz kardeşimi babam bu düşüncelerle okuttu. Günde kimi zaman 18 saat direksiyon sallayarak kazandığı maaşla çocuk okutmak kolay iş değil. O zamanlar bütün okullar parasızdı. Çok cüzi bir kayıt ve kayıt yenileme parası ödenirdi. Ona rağmen annemle babam ekonomik yönden az güçlük çekmemişti.

Kardeşim şimdiki Marmara üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinin ilk mezunlarındandır. Okulu bitirdikten sonra işe girmek ayrı bir dertti. Ankara Siyasal (eskiler mülkiye mektebi derlermiş) elindeki ayrıcalığı kaybetmemek için o mezunlara az engeller koymadılar. Bir kere dış ilişkiler bölümlerinden mezun olanlara elçi, kamu bölümünden mezun olanlara vali ve kaymakam olma hakkının tanımamasını hükümetlere uygulatıyorlardı. Şimdiki mezunlar bu engelleri aştılar mı bilmiyorum. Geriye sadece müşavirlikler kalmıştı. Onun için de az ter dökülmedi. Yazılı sınavlar kazanılıyor sıra mülâkata geldiğinde “biz sizi ararız” denilerek körpecik beyinler umutsuz bir beklenti içine sokuluyorlardı. Tabii aranmıyorlardı. Bu söz halâ nazikçe “sizi işe alamıyoruz” demek için kullanılıyor. Daha doğrusu adayları başından savma sözüdür bu söz.

Kardeşim o dönemlerde çizgi dünyasına yeni girmiş ve adını kabul ettirmişti. Ama karikatüristlikle hayatını kurmak istemedi. Muhasebe bürolarında muhasebeciliğe başladı, sonunda mali müşavirliğe yükseldi. Tekstil piyasasında mali müşavirlik yaptı. Bir ara bir tekstil firmasının kurucu ortağı oldu. Bu aşamaya gelene kadar otellerde kaldı, arkadaşlarıyla bekâr evlerini paylaştı, pansiyonları yıllarca mesken edindi. Çok zorluklar çekti. Annem o eve gelmeden güzel yemekler yapmazdı. O geldiğinde evimize bayram gelmiş olurdu. Tıpkı Gurup Gündoğarken’in “Ankara’dan ağbim geldi” şarkısı gibi bir durum bizim evimizde de yaşanırdı. Bir farkla; ağbi olan bendim. Ve kardeşimin İstanbul’dan gelmesini dört gözle beklerdim. Düşününki o zamanlar cep telefonunu bırakın, evlerde doğru dürüst telefon bile yok! Hafta; ay kadar, ay; yıl kadar uzun gelir, zaman geçmek bilmezdi. 

Bu konuda yazılacak o kadar çok şey var ki…  

Aynı çileleri işçi ailesinden gelip okuyanlar arasında çekmeyen yok! Kapı komşum İsmail T’de, büyük oğlu Ahmet’le aynı durumu yaşadı. Ahmet Orman fakültesini bitirdi. Bitirdiği yıl mühendis adayları için yapılacak KPSS sınavlarına nerdeyse iki yıl vardı. Geyve orman işletmesi şefliğinde ihtiyaç gereği geçici olarak çalıştı. Sonrasında KPSS sınavlarına girmiş, sonuçlar belli olana kadarda İzmir’e gezmeye gitmiş, orda bir restoranda iş bulup bütün bir yaz kalmış. Ahmet’le bu arada karşılaştığımda anlatmıştı; önce komi olarak başladığı işte patronlara, gitar çalıp şarkıda söylediğini söyleyince bu kez müzisyen olarak işe devam etmiş. Ona müziği ve gitar çalmayı öğrettim. O öğrettiklerimin üstüne bin koyarak gelişti. Onunda niyeti müzisyen olmak değil. O da yüksek okul okuduğunun karşılığını mesleki olarak görmek isteyenlerden. KPSS sınavlarını kazanmış. Orman işletmelerinde mühendis personel alımı yok sanırım.  İşte bu yüzden bir ara polisliğe başvuruda bulunmayı düşünmüş.

Kapı komşum İsmail fabrika ve öğrenci servisliği yapan bir firmada şoförlük yaptı. Ahmet’le karşılaştığım gün kardeşi küçük bir operasyon geçirdiği için babası İsmail hastanede refakatçi olarak kalmış. O da kız kardeşine refakat eden babasının yerine 4-12 fabrika servisini çekmeye yarım otobüsü hazırlıyordu. Ahmet ayrıca ehliyetli bir şoförde..

Bu iki örnek, yüksek öğrenim görenlerin, gördüğü eğitime bağlı olarak mesleğini yapamadığını gösteriyor. Çoğu böyle. Yeteneksiz olarak elenseler diyecek sözüm olmaz. Bunlar genellikle fırsat bulamadan eleniyorlar. 

Başbakanımız ne demişti, “her okuyanın iş bulacağı kuralı yok!” dememiş miydi? O zaman bu gençleri neden okutuyoruz?  Pıtrak gibi her ile üniversite neden açıyoruz? AB’de en çok yüksek öğrenim mezunu olan toplum olarak görünmek için mi? Adamlar bu kez de yüksek okul okumuş işsizler nüfusumuzun arttığını (biz görmesek de) görmezler mi?


Yayın Tarihi19.05.2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder