31 Mayıs 2014 Cumartesi

NE KUSURSUZ İNSAN ARA NE İNSANDA KUSUR…

Kusursuz insan aramaya kalkarsanız insansız kalırsınız. İnsanda kusur ararsanız ne çok kusur bulursunuz. Peki bu neden böyledir? Bu ben merkezci kişiliğin sebep olduğu bir yanlış algılama biçimi değil midir? Her şeyi kendimizi örnek alarak kıyaslarız. Her şeyin tek ölçüsü kendimizi görürüz. Bu, dünyadaki insan sayısı kadar ölçü ve hüküm var demektir. O zaman ortak bir noktada buluşmak nasıl mümkün olur? Demokrasi buna verilebilecek güzel bir cevaptır. Derin ve büyük bir hoş görüdür bunun cevabı.

Bundan yüz sene öncesine kadar bizi bırakın, dünyada bile demokrasinin ‘D’si bile yokken doğu bunu dinsel düşünce tarzıyla çözmüştü. Uzak doğuda da mülkiyetten arınan birey yüklerinden kurtulmuş ve kendi içine, iç gücüne kavuşmuştu. Ortadoğu dinlerinin yorumu olan Anadolu dervişliği insanın kendi güçsüzlüğünü aşma yolu olarak kalbe girmeyi, girdiği her kalbi (gönlü) Allah rızası için kazanarak Allahı en büyük sevgili, aşkın en büyük kaynağı kabul etmişti. Bunun için aşk tarif edilirken ilahi ve cismani diye ikiye ayrılır. Cismani aşk ise Allahın sevdiği kullarını, bir başka sevdiği kuluna sevdirmesi olarak belirtilir. Her aşk pembe gözlüklüdür. Hiçbir kötülüğü bu gözlükle görmenize imkân yoktur. İşte hoşgörünün gerçekleşmesi böylece mümkün olur.

Buna örnek güzel bir hikâyeyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

***

Günün birinde yolu bir dergâha düşen kendi halinde bir adam, dergâhta, bir Mevlevi ile bir Bektaşi”nin sohbet ettiklerini görünce yanlarına yaklaşır. Kendini tanıtır ve dergâhı merak ettiğini, nasıl zikir edildiğini izlemek için geldiğini söyler.
Erenler başlar adama çeşitli nasihatlerde bulunmaya, her biri kendi yolunu mümkün olan en tatlı dille anlatmaya çalışır.
Adam bir yandan onları dinlerken, bir yandan da gözleri onların giysilerine takılır.
Mevlevi’nin giydiği kıyafette kollar o kadar geniş ve uzundur ki hem içine üç kişinin birden kolu sığabilir, hem de uzun olduğu için yalnızca kolları değil, elleri de kapanabilir.
Bektaşi’nin kıyafetinde ise tam tersi bir durum vardır.
Elbisenin kolu daracıktır, neredeyse tene yapışmıştır; üstelik kısa olduğu için, eller ta bileklere kadar açıktır.
Bu duruma hayret eden adam, sebebini öğrenmek ister.
Büyük merakla, önce Mevlevi’ye sorar:
“Pirim, kıyafetinizin kolları neden o kadar geniş ve uzun; bunun özel bir sebebi var mı?”
Mevlevi hiç beklemediği bu soru karşısında oldukça şaşırır.
İki kolunu da biraz yukarıya kaldırır, sonra ellerini birleştirerek kollarını daire sekline getirir ve şöyle der:
“Evet, özel bir sebebi vardır. Çünkü biz insanların günahlarını, ayıplarını, kusurlarını örteriz. Başkaları görmesin diye üzerini kapatırız.”
Yanıttan oldukça hoşnut olan adam ayni merakla bu kez Bektaşi”ye döner:
“Peki ya siz, pirim? Sizin kıyafetinizin kolları neden bu kadar dar ve kısa?
Siz insanların günahları ve ayıplarını örtmez misiniz?”
Bektaşi kendi kollarına bakar, birkaç saniyelik bir dalgınlıktan sonra gülümser ve adama bakarak şöyle der:
“Biz mi? Bizim geniş kıyafetlere ihtiyacımız yoktur.
Çünkü biz insanların günahlarını ve kusurlarını görmeyiz.”

ÖZETLE:

Seveceksen öylece sev.
Ne kusursuz insan ara, ne de insanda kusur.
Birincisini zaten bulamazsın, ikincisinde ise, bulduğun her kusur, öğrendiğin her ayıp sahibini değil, seni çirkinleştirir. Her ikisi de seni mutsuz eder. Birincisini bulamadığın için, ikincisini ise bulduğun için mutsuz olursun…

***

Hikâyemizi ve hikâyemizden alınacak dersi yazan böyle yazmış. Fazla söze gerek yok!


Yayın Tarihi09.05.2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder