Merhaba sevgili okurlar. Pazar günü bütün bir hafta
dinlenmeyi kurduğumuz, günleri iple çeke, çeke getirdiğimiz tatil günüdür.
Fakat tatil günleri biz çalışma günlerinden daha çok yoruluruz. Buna akıl sır
erdiremedim gitti. Neden böyle olur? Çalışmadan insan yorulur mu hiç? Oysa bir
pikniğe, yada bir sahil kasabasına denize giderek yorgunluk atma hayalleri
kurmaz mıyız? İşte tatil günleri buna fırsat verir. Eşimizi, çoluk çocuğumuzu
alır bir yerlere gideriz. Akşam eve döndüğümüzde ne çok yorulduğumuzu fark
ederiz. Kim sorarsa biz dinlenecektik. Giderken yapılan hazırlık, dönerken
toplanma sırasında eşya kaybetmeme telaşı başlı başına iştir. Birde oralarda
ilk gençlik günlerimizdeki gibi biraz hoplayıp zıpladıysak vah halimize ki, ne
vah.. birkaç gece uyku haramdır bize.
Rahmetli
babam kamyon şoförüydü. Evine hep hasretti. Hafta sonu yerinden kıpırdamazdı.
Hele yolculuk hiç yaptıramazdınız. Rahmetli; tatil denilince yatmak ve bol, bol
uyumak anlardı. Ünlü tiyatrocumuz Ferhan Şensoy bu konuda bir sohbetinde
“tatil, yatmaktır” demişti. O zihnen bile hareketsizliği savunuyor. Bütün bir
hafta o kadar yorulan başka bir şey düşünemez ki. Bence tatillerde konusu sıkıcı
olmayan, sürükleyici romanlar okunmalı. Şiir severseniz şiir kitapları da
önerilebilir. Bu günde her Pazar olduğu gibi, birazda bu amacı güderek
şiirlerimi sunmaya devam edeceğim.
İlk şiir
günlerin birbirinden farksız olduğuna vurgudur. Onları ad vererek anlamlandıran
biziz.
…. ….
Ne günüydü
Günlerden neydi
Rengi yok günlerin
Kokusu yok
Adından başka
Hiçbir şeyi yok
Ne uzun
Ne kısa
Hepsi yirmi dört saat
Her gün aynı
Önceki günden farkı yok
Bu günün.
Sonraki gününde farkı olmayacak
Bu günden.
Sıralanmışlar, zincirlerin halkaları gibi
Bir trenin vagonları gibi
Birbirinden farksız
Haftalara aylara,
Mevsimlere yıllara
Uğramadan geçmez.
Kayboluyoruz içinde
Meçhule taşınıyoruz.
Aydın Göle
23 eylül 2002
*** ***
Burada okuyacağınız
numarasız ve isimsiz beş şiir, sevdiğim ve yaşama azmini takdir ettiğim Esra
Kol’la bir telefon görüşmesi sırasında deliliğin sınırlarında yaptığımız
sohbetten sonra doğdu. O panik atak ve paranoya teşhisiyle tedavi görüyordu. O
sıralar yazdığı şiirleri bir görseniz.. ben ona bu şiirle bizim dışımızdaki
hayata bakmadan kendimizle yoğunlaşarak bir yere varılamaz demek istedim. Asıl
bundan ayrı kalmak delilikti.
.... ….
Bardakta duran dişlerin gibi
Umutsuzluklar ısırır
Ansızın dallanan dilin
Zehirli mantardır, kovuklarda.
Kaktüs kılıcına asılı,
örümcek ağı mıydın
Metroda paket içinde
Bir dansöz cesedi miydin
Nemli hülyaların zıddı mıydın
Yırtık mektup dolu vazo mu
Pencereler titrerdi
Bir gri bulut titrerdi
Hava sürtünüyordu soğuk, soğuk
Niyetleri karmakarışık eder mi
Mutfakta pişirilen bir çağın
İçinden bir kelime
Kopup gelirse
Aydın Göle
24 eylül 2002
*** ***
Yukarda da
dediğim gibi bu şiirler Esra Kol’la yaptığım bir telefon sonrasında bu şiirler
doğdu. Oysa biz bu konuları konuşmamıştık bile. “mutfakta pişirilen bir
çağın içinden bir kelime kopup gelse” niyetler bozulur, hele bu çağı
yapanların ısrarlı çabaları (ki şiirin “acımasız sürekliliği
vardı” mırası buna vurgudur.) bizi kendimizle yoğunlaşmaktan
alıkoyacak bir geleceğin işaretidir diyorum.
.... ....
Acımasız sürekliliği vardı
Gül deresinde laleler akardı
Mantığı, hareketleri alt üst
Dehşetli çıplak andı
Acıtıyordu, acıtmadığı yer yoktu
Aynı dünyayı iki kere yendim.
Karşılığında
Avrupa’nın işkence salonlarına
davet aldım.
Giriş izni almadan kapılardan geçtim
Tarihin yapılışına yaklaştım
Kokusundan başım döndü
Sendeledim, düşecektim.
Nerdeyse hayata küsecektim.
Vazgeçtim o bitmez yolculuklardan
Aydın Göle
24 eylül 2002
*** ***
Bütün
hastalar hastalıklarını bilir ve hasta olduklarını kabul ederler. Sağır olanlar
bunun dışındadır. Birde delirenler.. bu şiirle birazda bunu anlatmak istedim.
.... ....
Ben delirmedim
Sandalyeler masalar bana düşman kesildi
Güneş delirdi, deniz delirdi
Her şey biçim değiştirdi
Her şey delirdi, biçimler delirdi
Ben delirmedim.
Seni bilmem.
Fakat ben
Herkesten ve senden
Daha çok görüyorum
Görülmeyeni görüyorum
Sen boşuna bakma
Biçimler yerlerinden kaçmış
Yerinde durmuyor hiçbir şey
Düşüncelerim damlıyor
Islanan yerleri siliyorum
Gün boyu yürüyüşlerimin,
yorgunu ayaklarım.
Yıldızları öğrenecektim yürekten
Ağaçların altında şarap içecektim
Piyanoyu yakacaktım hatta
Ben delirmedim
Yok, yok, ben delirdim
Hayatı sunileştirip,
Yıldızları piyanoya düşürüp
Ben delirdim.
Aydın Göle
25 eylül 2002
*** ***
Deliler
gecenin ayla aydınlanmış yüzünde heykel gibi dururlar. Her taş onların kaidesi.
Bu şiirde aynı telefon görüşmesinden sonra okuduğum Y.K. Karaosmanoğlu’nun
“Yaban” adlı romanından alıntılarla oluştu.
…. ….
Delilerin temelidir her taş
Her taşa otururlar azametle
Anlayamaz kimse amaçlarını
Kurulu saat gibi
Sağanak yağmur gibi
Konuşurlar durmadan
Anlatamazlar hiçbir şeyi
Düğümlerle bağlanmış, renk, renk ipler gibi
Kesik, kesik konuşurlar
Durmadan konuşurlar
Her düğümde rengi
Başkalaşır iplerin
Aydın Göle
25 eylül 2002
*** ***
Sırada
kısa mesajla gönderilmiş şiirler var. Gene sevda var bu şiirde. Sevenin kendine
söz geçirememesini vurgulamak istedim.
…. ….
193
Kelebekler
Gökyüzünün nazlı çiçekleri
Rüzgârlarla savrulur ya oradan oraya
Sen gönlümün şeytan uçurtması
Senle savruldum yıllara
Beni yenik düşürdün zamana
Sözüm geçmez kendime bile
Aydın Göle
25 eylül 2002
*** ***
Atilla
İlhan bir şiirinde “ayrılık sevdaya dahil” demişti. Evet sevdada ayrılık var.
Her ayrılık yürek yakar, sevdanın ayrılığı da bir başka türlü yakar. Bu şiirle
bunu vurguladım.
.... ....
194
Kıyamet sevgi bitince başlar
Seversen yürekten, görürsün
Dağlar devrilse yankısı,
Yürek sökülse sancısı,
Olur muydu bu kadar.
Gök kuşağımda renkler siyah
Aydın Göle
25 eylül 2002
….
Hepinize iyi
pazarlar sevgili okurlar. Haftaya görüşmek ümit ve dileğiyle, hoşça kalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder