İster cumhuriyetçi ve laik kesim olsun, isterse laikliği reddeden, cumhuriyeti “Din” cumhuriyetine döndürmeye niyetli kesim olsun, iki tarafta birbirini dışlıyor. Cumhuriyet tarihimiz boyunca bunun çekişmelerini gördük. Cumhuriyetçi olduklarını söyleyenler bu kesimi yok saydılar. Toplumsal geriliğimizin nedenleri arasında gelişmeye kapalı, değişemeyen Osmanlı yönetim biçimini ve toplumsal yapısını gösterdiler.
Bu çağda krallık, padişahlık yönetimlerinin kalmaması
nedeniyle artık cumhuriyetçi olduklarına hiç şüphe duymayacağımız eskiyi
savunan kesimde, içinde yer aldığım cumhuriyetçi laik kesimin yaptıklarını
toplumu geçmişinden koparmak olduğunu savundular. Oysa bir toplumun 5-10 yılına
bakılarak sonuca varılamaz. Bu topraklarda kurduğumuz devletlerle bugün sahip
olduğumuz ve yaşattığımız Türkiye Cumhuriyeti bir bütündür. Bütün olduklarını
bu cumhuriyetin Osmanlı borçlarını (kapütilasyonları) kabul ederek son kuruşuna
kadar ödemesinden de anlamak mümkündür.
Cumhuriyetin kurulmasının ardından yapılanlara ister devrim
deyin ister reform, bunlar; eski yapıyı değiştirmeyi, toplumu durağanlıktan
çıkarıp düşünen, yargılayan üreten bir toplum yapmayı hedeflemekteydi. Bunda
çok önemli başarılar elde edilmiş toplumsal dönüşüm ve gelişme sağlanmıştır.
Batının 300 senede yapabildiklerini biz henüz Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu
100 sene olmadan gerçekleştirdik.
Bu değişimi ilk kez padişah Genç Osman düşünmüş, bu
düşüncesi duyulunca zarara uğrayacaklarını düşünenlerce katledilmişti. 2.
Mahmut dönüşüme engel olan, iyice hantallaşan Yeniçeri Ocağını kapatıp, yerine
Nizam-ı Cedid’i kurmuş ve ardından Tanzimat (bugünkü dilde söylersek;
düzenleme) dönemini başlatarak yarı parlamenter sisteme geçmişti.
Bu üst yapı değişikliği cumhuriyetin kuruluşuna kadar bir
çok kavgalara neden olmuştu. Bütün bunlardan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti
köklü değişikliklerle eski yapının yaşam alanlarını keserek kavganın bitmesine
çalışmıştır. Cumhuriyetle birlikte üst yapı değişikliğinin ardından devlet
yatırımlarıyla sanayileşme başlatılarak kendini üreten bir toplum
oluşturulmuştur.
Bu tarihsel süreçleri bir bütünün parçaları olarak kabul
etmek gerekiyor. Yalnız bu süreçlere “temizleyerek geri yükleme, eskiyi
koruyarak onarma” anlamlarını taşıyan, fakat amacı tam olarak açıklayamayan
“restorasyon” yani “yenileme” diyemeyiz. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti sadece
yönetsel farklılıkla yetinerek eskiye yönelmemiş, kökten değişiklikle toplumu
ileriye taşımıştır. Yerine başka kelime koyamadığımız ve bir bütünün
anlaşılması için bu süreçleri “restorasyon” dönemleri diyerek adlandırmak
durumundayız.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Bakanı olduğu sırada “dört
restorasyon dönemi” diyerek bu süreçleri bu topraklarda kurulmuş Türk devletlerinin sürekliliği olarak görülmesi gerektiğini
vurguluyordu. Ona gör bu süreçler 4 başlık altında toplanabilir.
1. Tanzimat
2. Cumhuriyet’in ilanı
3. Çok partili hayata geçiş
4. AK Parti iktidarı...
İlk üçünü itirazsız kabul ederim. 4. başlık bence
yetersizdir. Çünkü onun temellerinin atıldığı bir öncesi var; ÖZAL’lı ANAP
dönemi.. aslına bakarsanız üç başlık
yeterli. Dördüncü başlık üçüncü başlığın içinde yer alır.
Akşam gazetesinden Ali Saydam bunu “beşi bir yerde”m diyerek
adlandırdığı şu başlıklar altında topluyor:
1. Cumhuriyet’in inşası
2. Demokrasi’nin inşası
3. Liberalizm’in yerleştirilmesi
4. Bürokrasi’nin izalesi
5. İlim irfana dayalı toplum...
Ali Saydam bu topraklardaki devletlerin sürekliliğini vurgulayan
bu başlıklardan sonra birde bu döneme ait beklentisini dile getiriyor:
“Dördüncü Restorasyon Dönemi’nin son çeyreği, benim ifademle
‘ilim irfan’ safhasına denk geliyor. Bu dönemden ne beklemek lazım? Mesela ‘klasik’
dediğimiz ‘zamana direnen tüm iyi işler’in, entelektüel olanla popüler olanın
buluştuğu kesişme noktalarının hızla artışını.”
Buradan ileriye, geleceğe gidecek bir devletin sürekliliği
için bunlar şart!
Ama şimdi biz nerdeyiz, o belli mi?
Yayın Tarihi: 26.11.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder