30 Kasım 2014 Pazar

BU TOPRAKLARDAKİ DEVLET SÜREKLİLİĞİ


İster cumhuriyetçi ve laik kesim olsun, isterse laikliği reddeden, cumhuriyeti “Din” cumhuriyetine döndürmeye niyetli kesim olsun, iki tarafta birbirini dışlıyor. Cumhuriyet tarihimiz boyunca bunun çekişmelerini gördük. Cumhuriyetçi olduklarını söyleyenler bu kesimi yok saydılar. Toplumsal geriliğimizin nedenleri arasında gelişmeye kapalı, değişemeyen Osmanlı yönetim biçimini ve toplumsal yapısını gösterdiler.

Bu çağda krallık, padişahlık yönetimlerinin kalmaması nedeniyle artık cumhuriyetçi olduklarına hiç şüphe duymayacağımız eskiyi savunan kesimde, içinde yer aldığım cumhuriyetçi laik kesimin yaptıklarını toplumu geçmişinden koparmak olduğunu savundular. Oysa bir toplumun 5-10 yılına bakılarak sonuca varılamaz. Bu topraklarda kurduğumuz devletlerle bugün sahip olduğumuz ve yaşattığımız Türkiye Cumhuriyeti bir bütündür. Bütün olduklarını bu cumhuriyetin Osmanlı borçlarını (kapütilasyonları) kabul ederek son kuruşuna kadar ödemesinden de anlamak mümkündür.

Cumhuriyetin kurulmasının ardından yapılanlara ister devrim deyin ister reform, bunlar; eski yapıyı değiştirmeyi, toplumu durağanlıktan çıkarıp düşünen, yargılayan üreten bir toplum yapmayı hedeflemekteydi. Bunda çok önemli başarılar elde edilmiş toplumsal dönüşüm ve gelişme sağlanmıştır. Batının 300 senede yapabildiklerini biz henüz Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu 100 sene olmadan gerçekleştirdik.

Bu değişimi ilk kez padişah Genç Osman düşünmüş, bu düşüncesi duyulunca zarara uğrayacaklarını düşünenlerce katledilmişti. 2. Mahmut dönüşüme engel olan, iyice hantallaşan Yeniçeri Ocağını kapatıp, yerine Nizam-ı Cedid’i kurmuş ve ardından Tanzimat (bugünkü dilde söylersek; düzenleme) dönemini başlatarak yarı parlamenter sisteme geçmişti.
Bu üst yapı değişikliği cumhuriyetin kuruluşuna kadar bir çok kavgalara neden olmuştu. Bütün bunlardan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti köklü değişikliklerle eski yapının yaşam alanlarını keserek kavganın bitmesine çalışmıştır. Cumhuriyetle birlikte üst yapı değişikliğinin ardından devlet yatırımlarıyla sanayileşme başlatılarak kendini üreten bir toplum oluşturulmuştur.  

Bu tarihsel süreçleri bir bütünün parçaları olarak kabul etmek gerekiyor. Yalnız bu süreçlere “temizleyerek geri yükleme, eskiyi koruyarak onarma” anlamlarını taşıyan, fakat amacı tam olarak açıklayamayan “restorasyon” yani “yenileme” diyemeyiz. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti sadece yönetsel farklılıkla yetinerek eskiye yönelmemiş, kökten değişiklikle toplumu ileriye taşımıştır. Yerine başka kelime koyamadığımız ve bir bütünün anlaşılması için bu süreçleri “restorasyon” dönemleri diyerek adlandırmak durumundayız.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Bakanı olduğu sırada “dört restorasyon dönemi” diyerek bu süreçleri bu topraklarda kurulmuş Türk devletlerinin  sürekliliği olarak görülmesi gerektiğini vurguluyordu. Ona gör bu süreçler 4 başlık altında toplanabilir.

1. Tanzimat
2. Cumhuriyet’in ilanı
3. Çok partili hayata geçiş
4. AK Parti iktidarı...

İlk üçünü itirazsız kabul ederim. 4. başlık bence yetersizdir. Çünkü onun temellerinin atıldığı bir öncesi var; ÖZAL’lı ANAP dönemi..  aslına bakarsanız üç başlık yeterli. Dördüncü başlık üçüncü başlığın içinde yer alır.

Akşam gazetesinden Ali Saydam bunu “beşi bir yerde”m diyerek adlandırdığı şu başlıklar altında topluyor:

1. Cumhuriyet’in inşası
2. Demokrasi’nin inşası
3. Liberalizm’in yerleştirilmesi
4. Bürokrasi’nin izalesi
5. İlim irfana dayalı toplum... 

Ali Saydam bu topraklardaki devletlerin sürekliliğini vurgulayan bu başlıklardan sonra birde bu döneme ait beklentisini dile getiriyor:

“Dördüncü Restorasyon Dönemi’nin son çeyreği, benim ifademle ‘ilim irfan’ safhasına denk geliyor. Bu dönemden ne beklemek lazım? Mesela ‘klasik’ dediğimiz ‘zamana direnen tüm iyi işler’in, entelektüel olanla popüler olanın buluştuğu kesişme noktalarının hızla artışını.”

Buradan ileriye, geleceğe gidecek bir devletin sürekliliği için bunlar şart!

Ama şimdi biz nerdeyiz, o belli mi?



Yayın Tarihi: 26.11.2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder