30 Kasım 2014 Pazar

ÖNCE MEDENİYET GÖTÜRÜYORLARDI ŞİMDİ DEMOKRASİ GÖTÜRÜYORLAR 2



Sevgili okurlarım, yazımızın bu bölümünü geçtiğimiz Cuma (21.11.2014) okumuş olacaktınız. Her yazı bir gün önce gazeteye ulaşmış olması gerekiyor. Bir gün öncesi yani Perşembe günü (20.11.2014) bir rahatsızlık üzerine çekilen göğüs tomografisinin ilk bulguları akciğer kanseri sanısını uyandırınca doktorumun isteği ile ayrıntılı ve renkli tomografi çektirmek üzere Korucuk SEAH nükleer tıp bölümündeydim. Bu nedenle yazıyı gazeteye veremedim. Bundan sonra ne olur bilemiyorum. Gelecekte olabilecek gecikmelerim için sizlerden şimdiden özür diliyor ve dualarınızı bekliyorum.

Yazımızın ilk bölümünde batılı ülkelerin kendi refahları için gittikleri yerlere önceleri “medeniyet”, şimdiyse “demokrasi” götürdüklerini, bu hep götürmeleri sonucunda 1950’den bu yana Kore, Vietnam, Sudan, Yugoslavya, Afganistan ve Irak’ın iflâh olmadıklarını belirtmiş, kuruluşundan dağılışına kadar bir çok yönüyle kader benzerliğimiz olan Yugoslavya’dan 3 sene önce benzerliklerimize dair örnekler veren Akşam gazetesi köşe yazarı Gökhan Hacır’dan alıntılar yapmıştım. Yazımıza kaldığımız yerden devam ediyorum.

***

Tito da Alman birlikleriyle Karadağ’da çarpıştı. Ve tam iki kez Alman kuşatmasını yararak onları meydan savaşında yenilgiye uğrattı.
Ve asker olmamasına karşın ona da mareşal unvanı verildi.
Atatürk’ün Sakarya’sını hatırlayın... Neredeyse tüm dünyanın desteklediği Yunan ordusunu nasıl bozguna uğrattı.
Yugoslavların büyük düşmanı Alman Nazi komutanı Himmler, Tito’nun hakkını şu sözlerle teslim etmek zorunda kaldı ‘Size bir sebat örneği daha vereyim, bu da Mareşal Tito’nun sebatıdır. Şunu da söylemeliyim ki, Tito hem zorlu bir düşman, hem de bir komünisttir. Ve maalesef kendisi bizim düşmanımızdır. Mareşal rütbesini tam olarak hak etmiştir.’
Peki ya Mustafa Kemal’in düşmanı İngiltere Başbakanı Lloyd George, ne demişti. Hatırlayalım. ‘Arkadaşlar, yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahi, çağımızda Türk Milleti’ne nasip oldu. Mustafa Kemal’in dehasına karşı elden ne gelirdi.’  

Tito bu büyük direniş sırasında her millete eşit haklar tanıyacağını vaat etti.
TIPKI Mustafa Kemal’in savaş sürerken hazırlattığı 1921 anayasası gibi.
 Sosyalist bloktaki tüm ülkeler birer ikişer Sovyetlerin kanatları altına girerken Tito’nun Yugoslavya’sı ‘Bağlantısızlar’ hareketini kurdu.
TIPKI Atatürk gibi... Atatürk de milli mücadeleyi yürütürken Sovyet Rusya ile yakınlaştı. Ondan yardım aldı. Ama asla yörüngesine girmedi. O da Tito gibi büyük bir anti-emperyalistti.
Tito, ne Sovyetlere ne de Amerika’ya boyun eğmedi.
Birçok sosyalist ülke, bağımsızlığını Sovyetlere borçluydular. Bunların hepsinin liderleri, Nazi işgali karşısında Moskova’ya sığınmış; ülkeleri işgalden kurtulunca gelerek ülkelerine dönmüşlerdi. Yalnızca Tito, halkıyla birlikte aynı tehlikeleri ve acıları göğüslemiş; Partizan birliklerinin başında savaşı bizzat yürütmüştü.
TIPKI  Atatürk gibi...
Benzerlikler şaşırtıcı bir halde sürüp gidiyor... Uzatmayayım.
Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti savaşının bitişiyle 194’'te kuruldu.
Ve Mareşal Tito’nun önderliğinde bir hayal ülke yarattılar. Boşnak, Sırp, Hırvat, Sloven onlarca milliyetten insan ortak bir ideal için birleştiler. Ve sanayiden ticarete spordan sanata kadar bir Yugoslav rüyasını tüm dünyaya ispatladılar.
TIPKI Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Türkiye gibi... Aynı şevk, aynı ortak ideal ve aynı heyecanla... Kim Türk’müş kim Kürt’müş Çerkezmiş diye dönüp bakmadan...
Peki Yugoslavya bu güzel rüyadan ne zaman uyandı. 1980’de Tito'nun ölümüyle. Yugoslavya hemen yıkılmadı ama büyük sarsıntıya girdi.  1991’deki Doğu Bloku’nun çöküşü Yugoslavya’nın da sonunu getirdi.
 Bu birliği d
ağıtıp mikro devletçikler kurmak isteyen emperyalistler CIA ajanlarını devreye sokmuşlardı. Kimi zaman Boşnak kılığında Sırp düğünlerinde terör estirdiler kimi zaman da tam tersi bir Sırp kılığında bir Boşnak okulunu taradılar. Kabarmaya hazır milliyetçilik ateşine kova kova benzin taşıdılar. Ve şimdi sıkı durun.
Son büyük kıvılcım da parlamentodaki bir görüşmede ateşlendi.

Tarih: 15 Ekim 1991
Yer : Yugoslavya Parlamentosu.

Giderek artan milliyetçi gerilim Meclis’e de yansımıştı.
Önce kürsüye Karadzic geldi. ‘Buradan söylüyorum Sırplara kimse dokunamaz! Sırplar sahipsiz değildir’ diye başlayan ünlü konuşmasını yaptı.
Ona cevabı Aliya İzzetbegovic verdi: Sırp milliyetçiliğine yenilmeyeceğiz. Artık milliyetçilik tohumları boy vermeye başlamıştı.


Tam bir hafta sonra etnik çatışmalar başladı. Bu Sırp ve Boşnakların bir arada bulundukları son Meclis oturumu oldu.
Yaşananları biliyorsunuz. Hırvat, Boşnak, Sırp birbirini boğazladılar. Avrupa’nın orta yerinde oluk oluk, kardeş kanı aktı.
İnsanlık suçlarına varan cinayetler eziyetler toplama kampları. Avrupa’nın orta yerinde yaşanan büyük insanlık dramları... Kan ve gözyaşı... Yugoslavya paramparça oldu. Bir daha hiç toplanmamak üzere.

***

Benzerlikler sizide ürküttü mü?

İçerde görülen tüm kargaşanın baş mimarları dışarıdadır. İlk hamlelerin hepsi kamuoyunu alıştırma hamleleridir. Dış aktörler bunun için her türlü yolu denerler. İstedikleri sonucun alınabilmesi için ortamın olgunlaşmasını beklerler. Yurdumuzda olan bitenin özeti budur. Bunların üstüne “Gelişmiş Demokrasi” lokumunu koyun. Sanki mücadele, özgürlüklerin tabana yayılma mücadelesiymiş gibi sunuluyor. Hepsi bir ilizyon, yani kandırmaca..

Emperyalizm gittiği her yere önceleri “medeniyet”götürüyordu, şimdiyse “demokrasi” götürüyor. Her zaman olduğu gibi emperyalistler götürmeye (!) devam ediyor yani.


BİTTİ


Yayın Tarihi: 24.11.2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder