Doğu ile batı arasındaki gelişme farklılığından söz
edilirken bunun dünyayı yıkıma götürebilecek çelişkiler oluşturabileceği
vurgulanıyordu. Öyle ya, batı hep doğuyu sömürmüştü. Sömürülen doğudan bir
ayaklanma, bir başkaldırı olabileceği ve batıya doğru bir saldırı
yapılabileceğinin tedirginliği vardı. Öyle olmadı ama doğu önce emperyalizmi
kovdu, sonra gelişme yoluna koyuldu. Çin, Hindistan, Kore, Japonya bu devletlerin
başında geliyordu. Daha sonra batıyı istilanın kuzey ve güney bölgelerinin
gelişme farklılığının sağlayacağını söylenmeye başladı. Dünyanın güneyi de
iliklerine kadar sömürülmüştü batı tarafından. Afrika hem insanı
köleleştirilerek alınır satılır bir meta haline getirildi, hem yer altı
servetleri acımasızca yağmalanarak batıya taşındı. Amerika kıtasının keşfinden
sonra Kızılderililer bu faciayı daha önce yaşadılar, onlarında servetlerine ve
topraklarına beyaz adam el koymuştu. Kızılderililerinde som altından
tapınakları parçalanarak talan edilmişti. Batı altına böyle sahip oldu. Batının
zenginliği kendilerinin üretkenlikleri kadar gittikleri ülkelerin yer altı
servetleriyle insanlarının özgürlük ve ömürlerinin çalınmasına bağlıdır.
Sanayi toplumunun ilk aşamasında kendi yurttaşını ucuz
işçilikle sömüren batı, toplumsal homurdanmayı ancak dünyayı sömürerek
durdurabilmiştir. Kendi içindeki güçlü sol hareketlerin komünizmi getireceği
beklenirken, hiç beklenmedik biçimde doğulu bir toplum olan Rusya’da komünist
devletin kurulması Amerika dışındaki batılı devletleri korkudan sosyal
devletçiliğe itti. Sosyal devletçiliğin faturasını da sömürdükleri ülkelerden
çıkardılar. Bugün dünyada yapılmak isteneni geçtiğimiz Cuma günü biten “Yeni Dünya Düzeni” adlı yazı dizimizde
uzun uzun anlatmıştım. O yazının ana fikri dünyadaki devlet sayısı arttırılarak
ulus yada milli devletlerin ortadan kaldırılmak istendiğiydi. Milli devletler
onlar için potansiyel tehlikeydi çünkü ordu besliyordu. Ordular kaynak israf
ettiği ileri sürülerek gözden düşürüldü. Oysa bugün halkın kullanımına sunulan
her türlü teknolojik ürün önce ordularının hizmetinde kullanılmıştı.
Kendilerinin orduları teknoloji ordusu olurken tükettiği kaynağı onlara soran
yok tabii. Ordular her zaman en yenilikçi, en güvenlikçi ve reformisttirler.
Ordusu yok edilen ülke tüccarların eline düşmüş hancı konumuna dönüşerek
gelişemez olur.
Peki batıyı nasıl dize getirebiliriz? 7 Eylül günü Yeni
Şafak’ta İbrahim Karagül imzalı bir yazı vardı. Sanki bu soruya cevap veriyordu.
İşte o yazıdan satırlar..
*
AÇIN KAPILARI,
MİLYONLAR AVRUPA’YA AKSIN!
Açın
kapıları, yüzbinler Avrupa sınırlarını zorlasın.
Akdeniz kıyılarından, Anadolu'dan büyük Avrupa yürüyüşünü başlatsın. Bu dalga, Atlantik kıyılarına kadar devam etsin.
Onları Anadolu'da durdurmayın, geçişlerini kolaylaştırın, yollarını açın, yol erzaklarını verin.. Sadece insan tacirlerini engelleyin ama Türkiye onlar için kolay ve güvenli geçiş güzergâhı olsun.
Afganistan'dan, Suriye'den, Kuzey Afrika'dan, Akdeniz çevresinden, Mezopotamya'dan milyonlarca insan Avrupa başkentlerine dayansın.
Asya'dan, Afrika'dan insan seli olup kıtanın her köşesine ulaşsın.
Korkmayın, Avrupa'yı işgal etmeyeceğiz..
Ulaşsın da bu insan selinin, bu “sadece insan” olmayla sınırlı“büyük akın”ın durdurulamayacağını, sadece “Avrupalı” olarak güvende kalmanın mümkün olamayacağını, “zenginliklerinin ve silahlarının” onları koruyamayacağını, dünyanın sadece Avrupa değerlerinden ibaret olmadığını görsünler.
Onlar bizim topraklarımıza, ülkelerimize, şehirlerimize, dağlarımıza silahlarıyla gelirken sorun olmuyor da, biz oralara silahsız, sadece insan olarak gidince neden panikliyorlar!
Biz, dünyanın ezici çoğunluğu, oralara silahla, öfkeyle gitmiyoruz. Kötü niyetle gitmiyoruz, şehirleri yağmalamaya gitmiyoruz. Çete savaşları için, etnik kavgalar başlatmak için, örtülü operasyonlar yapmak için, her türlü suikast yöntemlerini kullanmak için, insanları birbirine kırdırmak için gitmiyoruz.
Akdeniz kıyılarından, Anadolu'dan büyük Avrupa yürüyüşünü başlatsın. Bu dalga, Atlantik kıyılarına kadar devam etsin.
Onları Anadolu'da durdurmayın, geçişlerini kolaylaştırın, yollarını açın, yol erzaklarını verin.. Sadece insan tacirlerini engelleyin ama Türkiye onlar için kolay ve güvenli geçiş güzergâhı olsun.
Afganistan'dan, Suriye'den, Kuzey Afrika'dan, Akdeniz çevresinden, Mezopotamya'dan milyonlarca insan Avrupa başkentlerine dayansın.
Asya'dan, Afrika'dan insan seli olup kıtanın her köşesine ulaşsın.
Korkmayın, Avrupa'yı işgal etmeyeceğiz..
Ulaşsın da bu insan selinin, bu “sadece insan” olmayla sınırlı“büyük akın”ın durdurulamayacağını, sadece “Avrupalı” olarak güvende kalmanın mümkün olamayacağını, “zenginliklerinin ve silahlarının” onları koruyamayacağını, dünyanın sadece Avrupa değerlerinden ibaret olmadığını görsünler.
Onlar bizim topraklarımıza, ülkelerimize, şehirlerimize, dağlarımıza silahlarıyla gelirken sorun olmuyor da, biz oralara silahsız, sadece insan olarak gidince neden panikliyorlar!
Biz, dünyanın ezici çoğunluğu, oralara silahla, öfkeyle gitmiyoruz. Kötü niyetle gitmiyoruz, şehirleri yağmalamaya gitmiyoruz. Çete savaşları için, etnik kavgalar başlatmak için, örtülü operasyonlar yapmak için, her türlü suikast yöntemlerini kullanmak için, insanları birbirine kırdırmak için gitmiyoruz.
*
Burada araya gireceğim. Batı düşmanı değilim. Dünya herkesin
vatanıdır diyebilirim. Ama illede ülkem, illede ülkem. Herkes önce ülkesini
düşünür. Avrupa’nın Türkiye’yi AB’ye almamasının nedeni sahip olduğu nüfus
gösterilirdi. Bilmem kaçıncı AB-Türkiye görüşmelerinde belli bir Euro ödemeyi
kabul ederek insanların serbest dolaşmaması istenmişti. Tansu Çiller zamanında
gümrük duvarları kaldırılmış, onların ürünleri ülkemizde serbestçe dolaşır
olmuştu. Daha o zamanlardan insanımızdan ürküyorlardı.
İbrahim Karagül’ün yazısına devam edelim.
*
Biz, dünyanın geri
kalanı, milyarlar, bir istila planlamıyoruz. İç savaş, sömürge için
gitmiyoruz. Sadece insan olarak, onların insanlığını test etmek için
gidiyoruz. Korkmasınlar, Avrupa'yı işgale gitmiyoruz.
O karar ve sahile vuran cesetler..
Onlar bizim şehirlerimizi bombalarken, onlar bizi birbirimize boğazlatırken, onlar kendi elleriyle bu büyük göç dalgasına ortam hazırlarken biz yine de sırtımızda bir çanta, ekmeksiz ve susuz olarak gidiyoruz.
Kendimizi savunacak hiçbir şeyimiz yok. Onlar için tehdit oluşturacak hiçbir şeyimiz yok.
Ama bu halde bile korkuyorlar, bu halde bile kapıları kapatmaya çalışıyorlar, bu dalgayı durdurmak için utanç verici kararlar alıyorlar, sınırlara tel örgüler çekiyorlar.
O karar ve sahile vuran cesetler..
Onlar bizim şehirlerimizi bombalarken, onlar bizi birbirimize boğazlatırken, onlar kendi elleriyle bu büyük göç dalgasına ortam hazırlarken biz yine de sırtımızda bir çanta, ekmeksiz ve susuz olarak gidiyoruz.
Kendimizi savunacak hiçbir şeyimiz yok. Onlar için tehdit oluşturacak hiçbir şeyimiz yok.
Ama bu halde bile korkuyorlar, bu halde bile kapıları kapatmaya çalışıyorlar, bu dalgayı durdurmak için utanç verici kararlar alıyorlar, sınırlara tel örgüler çekiyorlar.
*
Bu insanlar durduk yerde batıya göç etmeye kalkışmadılar.
Irak ve Suriye’den ülkemize sığınmışlardı zaten. Ne oludu da birdenbire batıya
doğru göç başladı? Almanya 800 bin göçmen alacağını söyledi de ondan.
Avusturya’da bir miktar göçmen alacağını belirtti, İngiltere de bu kervana
30.000 göçmen sayısıyla katıldı. Burada insani bir yaklaşım var mı dersiniz?
Görünüşte evet. Kıyıya vurmuş Aylan bebeğin cesedi bu vicdanı biraz kanattı
diyebilirsiniz. Televizyonlarda batı vicdanı denilerek insan haklarına vurgudan
tutun, insan merkezli yapıya kadar her türlü batı değeri yüceltildi. Duyanda
insanlık sadece batıya özgü sanır. Oysa batı her olayda hesap yapar.
İnsanlığının bile hesabı vardır. O hesabın ardında ucuz işgücü hesabı vardır.
Yaşlanan nüfuslarını bir miktar gençleştirme hesabı vardır. Yoksa batı kimsenin
kaşına gözüne eyvallah demez. Dedim, batı her olayda hesap yapar dedim. Yüzyıl
sonrasını hesaplarlar onlar. Hayatlarında sürprize, tesadüfe yer yoktur. Bu
gözle de bakmayı ihmal etmeyin bence.
İbrahim Karagül’ün yazısını okumaya devam edelim.
*
Sivil insanları, kadınları, çocukları durdurmak için zirve üstüne zirve yapıyorlar. Bu zirvelerle “mülteci teknelerini batırmak” dahil her türlü gayri insani kararları alabiliyorlar. Onlar karar aldıkça tekneler batırılıyor, onların kararlarından sonra Akdeniz sahillerine cesetler vuruyor. Sıkılmadan, vicdansızca bir de bu çocuk bedenler üzerinden insani söylemler üretiyorlar.
Bir çocuk bedeni sizi ele verdi
Büyük göç harekâtı iki yüzyıldır dünyanın bütün köşelerini yağmalayan, bütün değerlerini ayaklar altına alan, bütün çatışma biçimlerini servis edenlerin kötü niyetlerini ortaya koydu, içlerindekini dışarı taşırdı.
İkiyüzlülükleri ortaya serildi. Sahte insan hakları söylemleri, değerleri test edildi. Hepsi sınıfta kaldı. Avrupa Birliği dediğimiz, dünyaya bir model olarak sunulan, elli yıldır insani değer ihraç eden yapı birkaç çocuk bedenine yenildi, pes etti.
*
Sivil insanları, kadınları, çocukları durdurmak için zirve üstüne zirve yapıyorlar. Bu zirvelerle “mülteci teknelerini batırmak” dahil her türlü gayri insani kararları alabiliyorlar. Onlar karar aldıkça tekneler batırılıyor, onların kararlarından sonra Akdeniz sahillerine cesetler vuruyor. Sıkılmadan, vicdansızca bir de bu çocuk bedenler üzerinden insani söylemler üretiyorlar.
Bir çocuk bedeni sizi ele verdi
Büyük göç harekâtı iki yüzyıldır dünyanın bütün köşelerini yağmalayan, bütün değerlerini ayaklar altına alan, bütün çatışma biçimlerini servis edenlerin kötü niyetlerini ortaya koydu, içlerindekini dışarı taşırdı.
İkiyüzlülükleri ortaya serildi. Sahte insan hakları söylemleri, değerleri test edildi. Hepsi sınıfta kaldı. Avrupa Birliği dediğimiz, dünyaya bir model olarak sunulan, elli yıldır insani değer ihraç eden yapı birkaç çocuk bedenine yenildi, pes etti.
*
Bazı dönemlerin unutulmaz fotoğrafları vardır. Çoğumuz
hatırlarız ve görür görmez bize o geçmişi çağrıştırır. Küçük Aylan’ın o
fotoğrafıda öyle. Ne zaman görsek parçalanmış ülkelerden acı bir göçün
habercisi olarak bize bu günleri çağrıştıracak.
DEVAM EDECEK
Yayın Tarihi: 21.09.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder