29 Eylül 2015 Salı

YENİ DÜNYA DÜZENİ 5

Önceki bölümü bitirirken;

Liberalizm devletin ekonomik alanda sadece bir düzenleyici olmasını savunur. Sermayenin lehinde kanunlar çıkarılmazsa iş dünyası durur. İş dünyası durursa ekonomi durur, işsizlik artar, toplumsal kaos ortamı doğar tehdidi her zaman devletin başında demokles kılıncı gibi durur. İş gücünün iş güvenliği de dahil hiçbir isteği sermaye tarafından hoş karşılanmaz. Batıda olan biçimiyle liberal görüşler bir süre ulusalcı kimlik taşıdılar. Kendi iş gücü ve iş kaynakları yetmez hale gelince uluslararası nitelik kazanmaya, dünyaya yayılmaya başladılar. Bizde İzmir iktisat kongresiyle liberalizmin önü tıkanmış, karma ekonomi modeli benimsenmiştir. Doğrudan liberal olmamız zaten mümkün değildi. Çünkü sermaye sınıfımız Asya tipi üretim tarzı bir toplum oluşumuzdan dolayı gelişmemişti. Cumhuriyet tarihimiz boyunca bu sınıfın oluşturulmasına çalışıldığını görüyoruz. Bizde oluşan sermaye sınıfı işin kolayına kaçarak ithal ikamesine, gümrük duvarlarına ve montaj sınaine yaslanmış yabancı sermaye ile ortaklık kurarak bugünleri hazırlamıştır. Gelen her iktidar bunu değiştirememiştir. Nasıl değiştirsinler ki, sermaye sınıfının demokrasiyi çıkarlarına kullanarak etkilemedikleri kitle var mıdır? Oysa kendi sonlarınıda hazırlıyorlar, farkındalar mı acaba?

Demiş ve düğümü bugünkü son bölümüne bırakmıştım.

*

 “Bu noktada varolan egemenlik haklarının kim, nasıl ve kimin için uygulanacağı soruları önem taşımaktadır. Tabi ki bu sorunun cevabını, yönetim tekniği olan yönetişim modelinde görüldüğü gibi egemenlik yetkisinin sermaye ile bütünleşmiş olan ulusal ve uluslararası aktörlerde aramak gerekecektir.
Çünkü dünyadaki ekonomik ve dolayısıyla sosyal konulardaki kararların ulus devletler tarafından değil de, uluslar arası sermayenin çıkarlarının aracı konumundaki uluslararası aktörler (IMF, Dünya Bankası gibi) tarafından alınması ve yürütülmesi söz konusudur.
Böyle bir sonuç da ulus devletlerin zayıflatılmasına ve bununla beraber ulusların bünyelerinde varolan demokratik kazanımlarının da korumasız kalmasına yani demokrasinin ortadan kaldırılmasına neden olmaktadır.”

Yukarıdaki satırlar dediklerimi gördüğünüz gibi onaylıyor. Önemli olan işbarışının sağlanması ve emeğin hakkının ödenmesi olması gerekirken, özetini Adam Smithin
sözlerinde bulduğu demokrasi anlayışına dönmektedir: “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler.”

Zaten demokrasi yeni liberalizmin fikir babaları olan Von Hayek ve Friedman açısından, hiç bir zaman temel nitelikte bir değer ifade etmemiştir. Bu köklü değişimler, uluslar arası sistemi sadece devletler ve onların arasındaki ilişkilerden oluşan bir yapı olmaktan çıkararak, güç ve etkinlikleri gittikçe artmakta olan yeni küresel aktörleri kapsayan bir yapısal bütünlüğe dönüştürmektedir.

İşte demokrasi anlayışlarına bir bakış açısı. Demokrasi böyle kullanılacak ki uluslarası nitelikte bir sermaye hareketi sağlanabilsin. Bugün dindar, çarşaflı genç bir hanımı dinde israfın günah olduğunu unutturarak 3 çocuğuyla birlikte teknomarketlerde 3.000 tl’lik s6 telefon kuyruğuna oğlu daha iyi oynasın diye sokar. Geldiğimiz nokta budur.

“Nihayetinde küreselleşme süreci ile birlikte uluslararası sermayenin iktidarı güçlenirken, demokrasiye ve ulusal bağımsızlığa büyük bir darbe vurulmaktadır.
Yeni dünya düzeninde sınırlar ortadan kalkarak, insanların her alanda ve her yolla birbirlerine bağlanmaları sağlanmış, ortak evrensel değerler ve kültürel modeller oluşturulmaya çalışılmıştır.
Yeni dünya düzeninde, bir ülkede yaşanan her durum -örneğin birey hak ve özgürlükleri ihlal edilmesi veya o devletin silahlanması veya ekonomik politikaları veya sahip olduğu zenginlikler ve jeopolitik konumundaki değişikler- başka bir ülkenin ilgisi ve müdahale alanına girmesine neden olacaktır.”

Bundan dolayı mevcut küreselleşme ve yeni dünya düzeni anlayışı, uluslararası pazar güçlerine kayıtsız şartsız teslimiyetten başka bir şey ifade etmemektedir. Bu sebeple küreselleşme ile birlikte ulus devletlerin ekonomik, siyasi, askeri ve sosyal alanlarındaki etkinlik alanları daralırken, onun yerine iddia edildiğinin aksine halkın değil uluslararası sermayenin egemenliği daha da etkinlik kazanmaktadır.
Bu nedenle 21. yüzyıl ulus devletlerin ve dolayısıyla ulusal demokrasilerin ortadan kalktığı, sadece zahiri olarak görüneceği bir yüzyıl olacaktır.



BİTTİ


Yayın Tarihi: 18.09.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder