Önceki bölümü bitirirken;
Liberalizm devletin ekonomik
alanda sadece bir düzenleyici olmasını savunur. Sermayenin lehinde kanunlar
çıkarılmazsa iş dünyası durur. İş dünyası durursa ekonomi durur, işsizlik
artar, toplumsal kaos ortamı doğar tehdidi her zaman devletin başında demokles
kılıncı gibi durur. İş gücünün iş güvenliği de dahil hiçbir isteği sermaye
tarafından hoş karşılanmaz. Batıda olan biçimiyle liberal görüşler bir süre
ulusalcı kimlik taşıdılar. Kendi iş gücü ve iş kaynakları yetmez hale gelince
uluslararası nitelik kazanmaya, dünyaya yayılmaya başladılar. Bizde İzmir
iktisat kongresiyle liberalizmin önü tıkanmış, karma ekonomi modeli
benimsenmiştir. Doğrudan liberal olmamız zaten mümkün değildi. Çünkü sermaye
sınıfımız Asya tipi üretim tarzı bir toplum oluşumuzdan dolayı gelişmemişti.
Cumhuriyet tarihimiz boyunca bu sınıfın oluşturulmasına çalışıldığını
görüyoruz. Bizde oluşan sermaye sınıfı işin kolayına kaçarak ithal ikamesine,
gümrük duvarlarına ve montaj sınaine yaslanmış yabancı sermaye ile ortaklık
kurarak bugünleri hazırlamıştır. Gelen her iktidar bunu değiştirememiştir.
Nasıl değiştirsinler ki, sermaye sınıfının demokrasiyi çıkarlarına kullanarak
etkilemedikleri kitle var mıdır? Oysa kendi sonlarınıda hazırlıyorlar,
farkındalar mı acaba?
Demiş ve düğümü bugünkü son
bölümüne bırakmıştım.
*
“Bu noktada varolan
egemenlik haklarının kim, nasıl ve kimin için uygulanacağı soruları önem
taşımaktadır. Tabi ki bu sorunun cevabını, yönetim tekniği olan yönetişim
modelinde görüldüğü gibi egemenlik yetkisinin sermaye ile bütünleşmiş olan
ulusal ve uluslararası aktörlerde aramak gerekecektir.
Çünkü dünyadaki ekonomik ve dolayısıyla sosyal konulardaki
kararların ulus devletler tarafından değil de, uluslar arası sermayenin
çıkarlarının aracı konumundaki uluslararası aktörler (IMF, Dünya Bankası gibi)
tarafından alınması ve yürütülmesi söz konusudur.
Böyle bir sonuç da ulus devletlerin zayıflatılmasına ve
bununla beraber ulusların bünyelerinde varolan demokratik kazanımlarının da
korumasız kalmasına yani demokrasinin ortadan kaldırılmasına neden olmaktadır.”
Yukarıdaki satırlar dediklerimi
gördüğünüz gibi onaylıyor. Önemli olan işbarışının sağlanması ve emeğin
hakkının ödenmesi olması gerekirken, özetini Adam Smithin
sözlerinde bulduğu demokrasi
anlayışına dönmektedir: “Bırakınız
yapsınlar, bırakınız geçsinler.”
Zaten demokrasi yeni liberalizmin fikir babaları olan Von
Hayek ve Friedman açısından, hiç bir zaman temel nitelikte bir değer ifade
etmemiştir. Bu köklü değişimler, uluslar arası sistemi sadece devletler ve
onların arasındaki ilişkilerden oluşan bir yapı olmaktan çıkararak, güç ve
etkinlikleri gittikçe artmakta olan yeni küresel aktörleri kapsayan bir yapısal
bütünlüğe dönüştürmektedir.
İşte demokrasi anlayışlarına bir
bakış açısı. Demokrasi böyle kullanılacak ki uluslarası nitelikte bir sermaye
hareketi sağlanabilsin. Bugün dindar, çarşaflı genç bir hanımı dinde israfın
günah olduğunu unutturarak 3 çocuğuyla birlikte teknomarketlerde 3.000 tl’lik
s6 telefon kuyruğuna oğlu daha iyi oynasın diye sokar. Geldiğimiz nokta budur.
“Nihayetinde küreselleşme süreci ile birlikte uluslararası
sermayenin iktidarı güçlenirken, demokrasiye ve ulusal bağımsızlığa büyük bir
darbe vurulmaktadır.
Yeni dünya düzeninde sınırlar ortadan kalkarak, insanların
her alanda ve her yolla birbirlerine bağlanmaları sağlanmış, ortak evrensel
değerler ve kültürel modeller oluşturulmaya çalışılmıştır.
Yeni dünya düzeninde, bir ülkede yaşanan her durum -örneğin
birey hak ve özgürlükleri ihlal edilmesi veya o devletin silahlanması veya
ekonomik politikaları veya sahip olduğu zenginlikler ve jeopolitik konumundaki
değişikler- başka bir ülkenin ilgisi ve müdahale alanına girmesine neden
olacaktır.”
Bundan dolayı mevcut küreselleşme
ve yeni dünya düzeni anlayışı, uluslararası pazar güçlerine kayıtsız şartsız
teslimiyetten başka bir şey ifade etmemektedir. Bu sebeple küreselleşme ile
birlikte ulus devletlerin ekonomik, siyasi, askeri ve sosyal alanlarındaki
etkinlik alanları daralırken, onun yerine iddia edildiğinin aksine halkın değil
uluslararası sermayenin egemenliği daha da etkinlik kazanmaktadır.
Bu nedenle 21. yüzyıl ulus
devletlerin ve dolayısıyla ulusal demokrasilerin ortadan kalktığı, sadece
zahiri olarak görüneceği bir yüzyıl olacaktır.
BİTTİ
Yayın Tarihi: 18.09.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder