29 Eylül 2015 Salı

ŞAİRLERİN ŞİİRLERİYLE SÖYLEDİĞİ

Merhaba sevgili okurlarım. Bugünkü şairimizi tanıtmadan önce bağlı olduğu şiir tarzını vurgulamak istiyorum. Bildiğiniz gibi Cumhuriyetle birlikte edebiyatımızda buna bağlı olarak şiirimizde değişim göstermişti. O güne kadar aruz ve hece vezniyle yazılan şiirler kafiyeyide atarak serbest vezinle yazılmaya başlandı. 1940’larda 1. yeni, yada “Garip” adıyla adlandırılan bu şiir tarzı ortaya çıktı.
“Şiirde her türlü kurala ve belirli kalıplara karşı çıkmışlardır. Şiirde ölçü, kafiye ve dörtlüğe karşı kaldırmışlardır. Şiirde şairaneliği, mecazlı söyleyiş ve sanatları kabul etmediler. Süslü, sanatlı dile karşı çıkıp sade bir dil kullandılar. Şiirde o güne kadar işlenmedik konuları ele aldılar. Konuşma dili ile günlük sıradan konuları işlediler. İşledikleri konular günlük hayattan sıradan insanların problemleri, yaşama sevinci ve hayattaki bazı garipliklerdir.
Halk deyişlerinden yararlanmışlar, toplumsal yergiye yer vermişlerdir.”
İkinci Yeni, Garipçilere tepki olarak doğmuştur. Şiirde hayal gücüne ve duyguya ağırlık verdiler, insanın kalabalıklar içinde yalnızlığı, sıkıntıları, çevresiyle uyumsuzluğu gibi konuları işlediler.         
Semboller ve kapalılık ön plandadır. Zor anlaşılmayı ve anlamca kapalılığı benimseyen sanatçılar, sürrealizmi temel almışlardır. Oldukça karışık cümle yapısı, çok farklı kaynaklardan gelen sözcükler bu akımın dikkat çekici yönleridir.
Şiirde ahenk ölçü ve uyakla değil, musiki ve anlatım zenginliğiyle sağlanmalıdır.
Şiirde şiiri öyküleştirecek anlatımlardan kaçınılmalıdır.
Şiirin, konuşma dilinden uzak, özgün bir anlatımı olmalıdır.
“Ahlaki değerler, erdem, gerçek” gibi kavramlar şiirin amacı olmamalıdır... Bu ilkeler doğrultusunda soyutlaşan bir şiir anlayışı edebiyatımızda uzun süre etkisini göstermiştir. Günümüzde de bu anlayışta şairler vardır.

İkinci cepheyi açmak, akıl dışında da bir anlam olduğunu savunmak, şiirin kuralları konusunda yıkıcı davranmak, anlamsızlığın anlamına doğru gitmek. Bu gerçekleri dil kurallarıyla sınırlayamadığımız için dili aşmak, kelimeleri anlamından kurtarmak, yeni özün sonucu olan yeni biçimi, yeni biçimin de zorunlu sonucu olan yeni özü getirmek.

Şimdi gelelim kendi tarzını 3. yenici olarak adlandıran şairimize:

Bir dönem hava kuvvetleri komutanlığınıda yapan Muhsin Batur’un oğlu olan bugünkü şairimiz 28 Haziran 1952’de Eskişehir’de doğdu. Çocukluğu Eskişehir ve Napoli’de, ilk gençlik yılları İstanbul ve Ankara’da geçti. 1973’de gittiği Paris’te dört yılı aşkın bir süre yaşadıktan sonra Ankara’ya döndü. Askerliğini Çankırı’da yaptı. 1983’de İstanbul’a yerleşti.
Batur, Çağdaş Kent dergisini 1982’de çıkardı, ilk sayısıyla birlikte dergi sıkıyönetim tarafından yasaklandı. 1983’de Avrupa Ülkeler Ansiklopedisi’ni, 1984’de İslâm Ülkeleri’ni yayına hazırladı, İstanbul’dan Göreme’ye Kültür Mirasımız eklerini Milliyet için yönetti. 1987-88 arası Şehir dergisini çıkaran ekibin başında yer aldı. 1990 sonrası şehir monografilerine yöneldi: İstanbul için Şehrengiz ile başlayan dizide Ankara, Ankara ile Üç İzmir’in çatılarını oluşturdu. Tarih Vakfı’nın İstanbul Ansiklopedisi’ne ve İstanbul dergisine katkıda bulundu. Yeryüzü Sûretleri, Bir Beyoğlu Fotoromanı, Demir Yol sergilerinin sunumlarını üstlendi. İstanbul ile ilgili metinleri, Fransa’da Omnibus’un İstanbul kolektifinde yer aldı, Ara Güler’le birlikte Fata Morgana’da İstanbul des Djinns’i imzaladı. Paristanbul, Türk Edebiyatında Paris, çiftdil yayımlanan Okyanusa Bakan Bir Odada Üç Türk Yazar seyyah-yazar deneyimlerini aktardığı öteki kolektif yayınlardan birkaçı. Bunlara, 2001-2002 döneminde hazırladığı, çift dil yayımlanan iki oylumlu antolojisini eklemek gerekir: Avrupa Güneşinin Doğduğu Yere Yolculuk ve Beş Kıtada Türk Seyyahları.
İlk yazısı 1970’de, ilk kitapları 1973’te yayımlandı.

Şiirleriyle Cemal Süreya, Altın Portakal, Sibilla Aleramo ödüllerini,  denemeleriyle TDK ödülünü kazandı. 
...

AMAZON 

Gecemden uykuyu söküp aldılar,
yüzümden gamzeyi: Aynalara
durdum günden güne,
boy aynalarına serdim poşumu,
vitrinden vitrine bir cinnet,
gezdim: Mevsim sonu gelirken
mankenler bile çıplak, tamamdı.

Geceme uyku verdiler sonra,
göğsümden söküp aldılar kem
yengeci: Gidip geliyordum ki
eksik
sisli aynaların içinde, duydum
Yengeç'in kırbaçsı sesini:
“Neslihan bir Amazon şimdi”

Enis Batur 

***

ARS POETİCA 

Hiçbir şeye benzemediği söylendi şiirlerimin,
Wallace Stevens’a benzediğim, hiç kimseye
benzemediğim, olsa olsa “II. Yeni'nin devamı”,
“III. Yeni’nin ta kendisi” sayılabileceğim
“delisaçması bir söz ve işaret yumağı” denildi.
Bütün bunlar bensem, bütün bunlar bendim.
Yaktığım kağıtlar, fırladığım kürsüler
ve çekilip dinlediğim kör mağarada
söyleştiğim gölge, örümcek, alter:
Kendimden çekilsem de, gelsem de
kendime farkedilmedi: Ateşin içine
söktüğüm el, gözümü ayırmadığım saat,
insanlarla çarpıştığım seyrek günler
ses ile kelimenin birbiriyle
dikleştikleri yere kilitledi beni.

Gençtim, çok genç şiiri düzen sanmıştım:
Çileydi gözümde, arınma ve yurttu,
terkedilmiş yüzüm için her an yanımda
yürüyen aynaydı, gecenin kaynağında
gövdemi dalgalayan simsiyah su, sanmıştım.

Yıllar başka bir yol çiziyor tortuya.
Şüphesiz şimdi de sanıyorum: Sehere
duyduğum inanç arkamdaki koyu, hem
delifişek uykudan geliyor belli ki.
Düzen değil şiir, kargaşa değil. İki üç
arası zamanı çelen uçarı bir odak belki.
Belki zaman ender seslerin eşiğinde tuzak,
kıvrılıp yatmış çıngıraklı bir soru,
öd noktasında, hançerede, yerimden
her oynayışımda kuytudan çıkagelen
koşnul bir yumak belki. Bir düzen değil
ama - bekleyiş, zemberek, inatçı, köz,
kaknüs hep.

Kömürden elmasa varmak için
çıktığım yolda elmastan yola çıktığımı
unutmadım: Yangınsa sonunda yazılan,
orada yazacağım an gelmeli de. Birer
kıvılcım olsun harflerim, her kelimemi
yalım dili taşısın - öyle bir ateş ki
içinde içimde tutuşmuş bir karanlıktan
kana kanaya içsin herkes, istedim.

Enis Batur 

***

AZTEK YILI BİTERKEN 

Bırak, gelsin: ışık, ses, temas:
Sen sis nedir bilir misin?
Avlandığım ıssız akşamlar,
kıpırtısız binlerce yaprak
ve erketede bekleyen rüzgar
hatırlıyorum herşeyi bir
bir unutuyorum herşeyi:
Bu gam, bu dövme, Ave Maria
ve kuşların toparlanma çağı:
Güneş batarken başını kaldırıp
kısık gözleriyle gökyüzünü delen
kadından kalmış bir bakış
hızla akıyor içimden.

Karanlığın sonuna gittim ben.
Orada pencereler dilsiz
kapılar sürgülüyken bağırdım:
Yankı dönüp geldi ve vurdu
yüzüme: Çöktüysem, tortu, dibime
kimse sallanmasın artık.

Enis Batur 

***

ÇİFT 

Pus, sis, alaca
bir tesbih saatler,
çeviriyorum.
Bir düğme açıyorum yakamda,
bir başka düğme kapanıyor,
çıkıp yürüyorum
nisandan nisana doğru.

Düşüyor işte dilimdeki tetik
ve havaya çiziyorum
sesleri, sessiz harfleri
bomboş bir çiviyle.
Bir düğme açıyorum yakamdan,
bir düğme daha açıyorum:
Tutup kökünden söndürdüğüm
geceye fırlıyor
apansız
bir kuş sürüsü.

Kedimin gözleri
gecemi aydınlatıyor.

Enis Batur 

***

DÜŞÜK NİNNİ 

Beli bağlanmış anneler babalar
için de bir ninni düzmeli;

Abélard'dan Heloise'den sözetmeden
yumuşak, umutsuz bir nota bulmalı
Doğuma muska kurup karayazı kırmadan
çocuğun olması mı ölmesi mi diye sormalı;

Ey tohum tanrısı! Temsili bir çocuk
için de düş yatağında uykusuz kadınlar mı
olmalı ?

Enis Batur

***

FAL 

Eşiğine dayanıp seyirdiğim
cansız doğa: Bir çingene geldi
gece, ellerimi açtı ve uzun,
dingin bir yağmur düştü yüzüne:
“Her şey geçer, sen geçmezsin.”
Güldüm, katıldım: Bilmem mi
kuytudan beslenen yorgun tekliğimi:
Ben amansız çatlak, sudan ve çıradan
çıkma yangın lehçesi: Her şey geçer
ben kalırım.

Enis Batur

***

FUGUE IV 

Ben daha yokum

“Sizi kendi şehirlerime götürmeliydim”
demişti adam. “Kendi sokaklarıma,
çıkmazlarıma, durmadan taşındığım,
hiçbirini unutmadığım evlere”.
Donmuş gibi dinlemişti. Saydığı şehirlerin
hepsini su ikiye bölüyordu. Andığı sokaklar
hiçbir rehberde kayıtlı olamazdı.  Evlere
gelince: Onları belki unutmamıştı, ama
bir daha uğramadığı nasıl da belliydi.
“Ben yokum” demek istemişti birden, “ben
daha yokum”. “Bu ev, bu sokak, bu şehir
bu şehri ikiye bölen su daha yok.”

Çoktan susmuşlardı oysa

Enis Batur

***

FUGUE V 

Bu çocuğu hemen aldırtmazsam

“İşaretleri bunca sevdiğine göre
ona yorulmadan işaret vermeliyim”.
Nasıl yorulmazdı: Kapısına götürüp
bağladığı beyaz at, aynı gün içinde
postaya attığı binbir mektup, beklenmedik
gecede beklenen bir güneş olmak -
verdiği her işaret hayatında birikmiş
büyük bir imgeyi söküp atıyordu ondan.
Kadın doymuştu oysa bu duygulara.
Beklediği işaretler değil işaretlerin
işaret ettiği yere çağrılmaktı.
Olmayınca o da yorulmadan işaret
verdi. Nasıl yorulsundu ki: Adamın
çakmağı bitince onu değiştirdi,
gömleğine sinmiş kokuyu benimsedi,
istedi ve isteklerini onun istediği
kadar göstermeyi öğrendi, kabul etti.
Yalnız kaldığında düşünüyordu: “Bu
çocuğu hemen aldırtmazsam, onunla
ölebilirim.” Zaman geçiyor ve çocuk
büyümüyordu oysa. Neden sonra içinde
kaskatı bir ur olduğunu farketti
ve onu sevdi.

Enis Batur 

***

FUGUE XIII 

Zaman da değil

Gidilebilse, ne çok iz kalıyor geride.
"Belki zaman", diye düşünüyor adam:
"Zaman eksiltebilir birikeni". Oysa ne
zaman, ne de ona benzer şeyler - ona
benzer şeyler? - silebiliyor mekana
sinenleri.  Eşyalar değiştirilse de, yeni
badana yaptırılsa da degişmiyor ağrının
kurduğu sıra: Değişmiyor çünkü sokak
adları, değişmiyor şehirler ve insanlar,
dünden bugüne inatla yürüyen inatçı
mantık: Her mevsim, her dolunay,
yağmurlar, bahar aldatmacaları,
her kuyu, her kule, her balkon,
kadehler, mumlar, köpükler,
her kırmızı, her siyah, her gri,
her uyku, her düş, her uyanış
- yer etmişse - aynı çiviyi isteyen
bir delikte tıpatıp zonkluyor.
"Zaman da değil", diyor adam,
kimse yokken, yüksek sesle.
Yeni bir iz kalıyor orada, o an.

Enis Batur 

***

İLENÇLİ NİNNİ 

Borges’in hülyalı masalını
anımsadım, Ege’de bir sabah:
Ben de Paracelsus gibi gülü küle
dönüştüren ateşe yakarıp külü güle
getirmek için arı, dayanılmaz
bir çileye yatabilirdim: Dönesin
diye ey kırılgan tay, kırıp belleğimde
demir atan görüntüyü: Bir çift
umarsız bacak silinsin gitsin
gözümün dibinden, silinsin kömür
gibi yüzün ve babanın deli gözleri,
boğulsun seni alan acımasız deniz.

Enis Batur 

***

KIRKİKİNDİLER 

“Bu sarı, tok tütünü senin için
ayırdım; senin için soydum
domatesin kabuğunu, senin için
dildim, tuzladım”.

“Senin için perdaha çektim içimdeki
hayvanı; gövdemi yaya, burguya
aldım senin için. Bu koku, bu kor,
bu gemsiz istek senin açlığın için”.

“Toprak suya doydu bu yıl, ben sana
daha doyamadım”, diye sürdürüyor
kadın, içinden. “Yüzündeki gururlu
umutsuzlukla içimdeki doludizgin
kısrağa katıl”.

Enis Batur

***

İyi bir hafta sonu geçirmeniz dileğiyle, hoşça kalın mutlu kalın. Dilinizde dua gibi şiirde olsun. Şiirli dil kötü konuşmaz, kötü iş yapmaz.



Yayın Tarihi: 06.09.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder