Merhaba sevgili okurlarım. Bugünkü şairimizi tanıtmadan önce
bağlı olduğu şiir tarzını vurgulamak istiyorum. Bildiğiniz gibi Cumhuriyetle
birlikte edebiyatımızda buna bağlı olarak şiirimizde değişim göstermişti. O
güne kadar aruz ve hece vezniyle yazılan şiirler kafiyeyide atarak serbest
vezinle yazılmaya başlandı. 1940’larda 1. yeni, yada “Garip” adıyla
adlandırılan bu şiir tarzı ortaya çıktı.
“Şiirde her türlü kurala ve belirli kalıplara karşı
çıkmışlardır. Şiirde ölçü, kafiye ve dörtlüğe karşı kaldırmışlardır. Şiirde
şairaneliği, mecazlı söyleyiş ve sanatları kabul etmediler. Süslü, sanatlı dile
karşı çıkıp sade bir dil kullandılar. Şiirde o güne kadar işlenmedik konuları
ele aldılar. Konuşma dili ile günlük sıradan konuları işlediler. İşledikleri
konular günlük hayattan sıradan insanların problemleri, yaşama sevinci ve
hayattaki bazı garipliklerdir.
Halk deyişlerinden yararlanmışlar, toplumsal yergiye yer vermişlerdir.”
Halk deyişlerinden yararlanmışlar, toplumsal yergiye yer vermişlerdir.”
İkinci Yeni, Garipçilere tepki olarak doğmuştur. Şiirde
hayal gücüne ve duyguya ağırlık verdiler, insanın kalabalıklar içinde
yalnızlığı, sıkıntıları, çevresiyle uyumsuzluğu gibi konuları
işlediler.
Semboller ve kapalılık ön plandadır. Zor
anlaşılmayı ve anlamca kapalılığı benimseyen
sanatçılar, sürrealizmi temel almışlardır. Oldukça karışık cümle
yapısı, çok farklı kaynaklardan gelen sözcükler bu akımın dikkat çekici
yönleridir.
Şiirde ahenk ölçü ve uyakla değil, musiki ve anlatım
zenginliğiyle sağlanmalıdır.
Şiirde şiiri öyküleştirecek anlatımlardan kaçınılmalıdır.
Şiirin, konuşma dilinden uzak, özgün bir anlatımı olmalıdır.
“Ahlaki değerler, erdem, gerçek” gibi kavramlar şiirin amacı
olmamalıdır... Bu ilkeler doğrultusunda soyutlaşan bir şiir anlayışı
edebiyatımızda uzun süre etkisini göstermiştir. Günümüzde de bu anlayışta
şairler vardır.
İkinci cepheyi açmak, akıl dışında da bir anlam olduğunu
savunmak, şiirin kuralları konusunda yıkıcı davranmak, anlamsızlığın anlamına
doğru gitmek. Bu gerçekleri dil kurallarıyla sınırlayamadığımız için dili
aşmak, kelimeleri anlamından kurtarmak, yeni özün sonucu olan yeni biçimi, yeni
biçimin de zorunlu sonucu olan yeni özü getirmek.
Şimdi gelelim kendi tarzını 3. yenici olarak adlandıran
şairimize:
Bir dönem hava kuvvetleri komutanlığınıda yapan Muhsin
Batur’un oğlu olan bugünkü şairimiz 28 Haziran 1952’de Eskişehir’de doğdu.
Çocukluğu Eskişehir ve Napoli’de, ilk gençlik yılları İstanbul ve Ankara’da
geçti. 1973’de gittiği Paris’te dört yılı aşkın bir süre yaşadıktan sonra
Ankara’ya döndü. Askerliğini Çankırı’da yaptı. 1983’de İstanbul’a yerleşti.
Batur, Çağdaş Kent dergisini 1982’de çıkardı, ilk sayısıyla
birlikte dergi sıkıyönetim tarafından yasaklandı. 1983’de Avrupa Ülkeler
Ansiklopedisi’ni, 1984’de İslâm Ülkeleri’ni yayına hazırladı, İstanbul’dan
Göreme’ye Kültür Mirasımız eklerini Milliyet için yönetti. 1987-88 arası Şehir
dergisini çıkaran ekibin başında yer aldı. 1990 sonrası şehir monografilerine
yöneldi: İstanbul için Şehrengiz ile başlayan dizide Ankara, Ankara ile Üç
İzmir’in çatılarını oluşturdu. Tarih Vakfı’nın İstanbul Ansiklopedisi’ne ve
İstanbul dergisine katkıda bulundu. Yeryüzü Sûretleri, Bir Beyoğlu Fotoromanı,
Demir Yol sergilerinin sunumlarını üstlendi. İstanbul ile ilgili metinleri,
Fransa’da Omnibus’un İstanbul kolektifinde yer aldı, Ara Güler’le birlikte Fata
Morgana’da İstanbul des Djinns’i imzaladı. Paristanbul, Türk Edebiyatında
Paris, çiftdil yayımlanan Okyanusa Bakan Bir Odada Üç Türk Yazar seyyah-yazar
deneyimlerini aktardığı öteki kolektif yayınlardan birkaçı. Bunlara, 2001-2002
döneminde hazırladığı, çift dil yayımlanan iki oylumlu antolojisini eklemek
gerekir: Avrupa Güneşinin Doğduğu Yere Yolculuk ve Beş Kıtada Türk Seyyahları.
İlk yazısı 1970’de, ilk kitapları 1973’te yayımlandı.
Şiirleriyle Cemal Süreya, Altın Portakal, Sibilla Aleramo ödüllerini, denemeleriyle TDK ödülünü kazandı.
Şiirleriyle Cemal Süreya, Altın Portakal, Sibilla Aleramo ödüllerini, denemeleriyle TDK ödülünü kazandı.
...
AMAZON
Gecemden uykuyu söküp
aldılar,
yüzümden gamzeyi:
Aynalara
durdum günden güne,
boy aynalarına serdim
poşumu,
vitrinden vitrine bir
cinnet,
gezdim: Mevsim sonu
gelirken
mankenler bile
çıplak, tamamdı.
Geceme uyku verdiler
sonra,
göğsümden söküp
aldılar kem
yengeci: Gidip
geliyordum ki
eksik
sisli aynaların
içinde, duydum
Yengeç'in kırbaçsı
sesini:
“Neslihan bir Amazon
şimdi”
Enis Batur
***
ARS POETİCA
Hiçbir şeye
benzemediği söylendi şiirlerimin,
Wallace Stevens’a
benzediğim, hiç kimseye
benzemediğim, olsa
olsa “II. Yeni'nin devamı”,
“III. Yeni’nin ta
kendisi” sayılabileceğim
“delisaçması bir söz
ve işaret yumağı” denildi.
Bütün bunlar bensem,
bütün bunlar bendim.
Yaktığım kağıtlar,
fırladığım kürsüler
ve çekilip dinlediğim
kör mağarada
söyleştiğim gölge,
örümcek, alter:
Kendimden çekilsem
de, gelsem de
kendime farkedilmedi:
Ateşin içine
söktüğüm el, gözümü
ayırmadığım saat,
insanlarla
çarpıştığım seyrek günler
ses ile kelimenin
birbiriyle
dikleştikleri yere
kilitledi beni.
Gençtim, çok genç
şiiri düzen sanmıştım:
Çileydi gözümde,
arınma ve yurttu,
terkedilmiş yüzüm
için her an yanımda
yürüyen aynaydı,
gecenin kaynağında
gövdemi dalgalayan
simsiyah su, sanmıştım.
Yıllar başka bir yol
çiziyor tortuya.
Şüphesiz şimdi de
sanıyorum: Sehere
duyduğum inanç
arkamdaki koyu, hem
delifişek uykudan
geliyor belli ki.
Düzen değil şiir,
kargaşa değil. İki üç
arası zamanı çelen
uçarı bir odak belki.
Belki zaman ender
seslerin eşiğinde tuzak,
kıvrılıp yatmış
çıngıraklı bir soru,
öd noktasında,
hançerede, yerimden
her oynayışımda
kuytudan çıkagelen
koşnul bir yumak
belki. Bir düzen değil
ama - bekleyiş,
zemberek, inatçı, köz,
kaknüs hep.
Kömürden elmasa
varmak için
çıktığım yolda
elmastan yola çıktığımı
unutmadım: Yangınsa
sonunda yazılan,
orada yazacağım an
gelmeli de. Birer
kıvılcım olsun
harflerim, her kelimemi
yalım dili taşısın -
öyle bir ateş ki
içinde içimde
tutuşmuş bir karanlıktan
kana kanaya içsin
herkes, istedim.
Enis Batur
***
AZTEK YILI
BİTERKEN
Bırak, gelsin: ışık,
ses, temas:
Sen sis nedir bilir
misin?
Avlandığım ıssız
akşamlar,
kıpırtısız binlerce
yaprak
ve erketede bekleyen
rüzgar
hatırlıyorum herşeyi
bir
bir unutuyorum
herşeyi:
Bu gam, bu dövme, Ave
Maria
ve kuşların
toparlanma çağı:
Güneş batarken başını
kaldırıp
kısık gözleriyle
gökyüzünü delen
kadından kalmış bir
bakış
hızla akıyor içimden.
Karanlığın sonuna
gittim ben.
Orada pencereler
dilsiz
kapılar sürgülüyken
bağırdım:
Yankı dönüp geldi ve
vurdu
yüzüme: Çöktüysem,
tortu, dibime
kimse sallanmasın
artık.
Enis Batur
***
ÇİFT
Pus, sis, alaca
bir tesbih saatler,
çeviriyorum.
Bir düğme açıyorum
yakamda,
bir başka düğme
kapanıyor,
çıkıp yürüyorum
nisandan nisana
doğru.
Düşüyor işte
dilimdeki tetik
ve havaya çiziyorum
sesleri, sessiz
harfleri
bomboş bir çiviyle.
Bir düğme açıyorum
yakamdan,
bir düğme daha
açıyorum:
Tutup kökünden
söndürdüğüm
geceye fırlıyor
apansız
bir kuş sürüsü.
Kedimin gözleri
gecemi aydınlatıyor.
Enis Batur
***
DÜŞÜK NİNNİ
Beli bağlanmış
anneler babalar
için de bir ninni
düzmeli;
Abélard'dan
Heloise'den sözetmeden
yumuşak, umutsuz bir
nota bulmalı
Doğuma muska kurup
karayazı kırmadan
çocuğun olması mı
ölmesi mi diye sormalı;
Ey tohum tanrısı!
Temsili bir çocuk
için de düş yatağında
uykusuz kadınlar mı
olmalı ?
Enis Batur
***
FAL
Eşiğine dayanıp
seyirdiğim
cansız doğa: Bir
çingene geldi
gece, ellerimi açtı
ve uzun,
dingin bir yağmur
düştü yüzüne:
“Her şey geçer, sen
geçmezsin.”
Güldüm, katıldım:
Bilmem mi
kuytudan beslenen
yorgun tekliğimi:
Ben amansız çatlak,
sudan ve çıradan
çıkma yangın lehçesi:
Her şey geçer
ben kalırım.
Enis Batur
***
FUGUE IV
Ben daha yokum
“Sizi kendi
şehirlerime götürmeliydim”
demişti adam. “Kendi
sokaklarıma,
çıkmazlarıma,
durmadan taşındığım,
hiçbirini unutmadığım
evlere”.
Donmuş gibi
dinlemişti. Saydığı şehirlerin
hepsini su ikiye
bölüyordu. Andığı sokaklar
hiçbir rehberde
kayıtlı olamazdı. Evlere
gelince: Onları belki
unutmamıştı, ama
bir daha uğramadığı
nasıl da belliydi.
“Ben yokum” demek
istemişti birden, “ben
daha yokum”. “Bu ev,
bu sokak, bu şehir
bu şehri ikiye bölen
su daha yok.”
Çoktan susmuşlardı
oysa
Enis Batur
***
FUGUE V
Bu çocuğu hemen
aldırtmazsam
“İşaretleri bunca
sevdiğine göre
ona yorulmadan işaret
vermeliyim”.
Nasıl yorulmazdı:
Kapısına götürüp
bağladığı beyaz at,
aynı gün içinde
postaya attığı binbir
mektup, beklenmedik
gecede beklenen bir
güneş olmak -
verdiği her işaret
hayatında birikmiş
büyük bir imgeyi
söküp atıyordu ondan.
Kadın doymuştu oysa
bu duygulara.
Beklediği işaretler
değil işaretlerin
işaret ettiği yere
çağrılmaktı.
Olmayınca o da
yorulmadan işaret
verdi. Nasıl
yorulsundu ki: Adamın
çakmağı bitince onu
değiştirdi,
gömleğine sinmiş
kokuyu benimsedi,
istedi ve isteklerini
onun istediği
kadar göstermeyi
öğrendi, kabul etti.
Yalnız kaldığında
düşünüyordu: “Bu
çocuğu hemen
aldırtmazsam, onunla
ölebilirim.” Zaman
geçiyor ve çocuk
büyümüyordu oysa.
Neden sonra içinde
kaskatı bir ur
olduğunu farketti
ve onu sevdi.
Enis Batur
***
FUGUE XIII
Zaman da değil
Gidilebilse, ne çok
iz kalıyor geride.
"Belki
zaman", diye düşünüyor adam:
"Zaman
eksiltebilir birikeni". Oysa ne
zaman, ne de ona
benzer şeyler - ona
benzer şeyler? -
silebiliyor mekana
sinenleri.
Eşyalar değiştirilse de, yeni
badana yaptırılsa da
degişmiyor ağrının
kurduğu sıra:
Değişmiyor çünkü sokak
adları, değişmiyor
şehirler ve insanlar,
dünden bugüne inatla
yürüyen inatçı
mantık: Her mevsim,
her dolunay,
yağmurlar, bahar
aldatmacaları,
her kuyu, her kule,
her balkon,
kadehler, mumlar,
köpükler,
her kırmızı, her
siyah, her gri,
her uyku, her düş,
her uyanış
- yer etmişse - aynı
çiviyi isteyen
bir delikte tıpatıp
zonkluyor.
"Zaman da
değil", diyor adam,
kimse yokken, yüksek
sesle.
Yeni bir iz kalıyor
orada, o an.
Enis Batur
***
İLENÇLİ NİNNİ
Borges’in hülyalı
masalını
anımsadım, Ege’de bir
sabah:
Ben de Paracelsus
gibi gülü küle
dönüştüren ateşe
yakarıp külü güle
getirmek için arı,
dayanılmaz
bir çileye
yatabilirdim: Dönesin
diye ey kırılgan tay,
kırıp belleğimde
demir atan görüntüyü:
Bir çift
umarsız bacak
silinsin gitsin
gözümün dibinden,
silinsin kömür
gibi yüzün ve babanın
deli gözleri,
boğulsun seni alan
acımasız deniz.
Enis Batur
***
KIRKİKİNDİLER
“Bu sarı, tok tütünü
senin için
ayırdım; senin için
soydum
domatesin kabuğunu,
senin için
dildim, tuzladım”.
“Senin için perdaha
çektim içimdeki
hayvanı; gövdemi
yaya, burguya
aldım senin için. Bu
koku, bu kor,
bu gemsiz istek senin
açlığın için”.
“Toprak suya doydu bu
yıl, ben sana
daha doyamadım”, diye
sürdürüyor
kadın, içinden.
“Yüzündeki gururlu
umutsuzlukla içimdeki
doludizgin
kısrağa katıl”.
Enis Batur
***
İyi bir hafta sonu geçirmeniz dileğiyle, hoşça kalın mutlu
kalın. Dilinizde dua gibi şiirde olsun. Şiirli dil kötü konuşmaz, kötü iş yapmaz.
Yayın Tarihi: 06.09.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder