Avrupa’nın uygarlığına duyduğu kin ve nefreti yakıp yıkarak
gösteren Cermenlerin bir kolu olan Slavlar gibi Asya’da da Moğollar aynı biçimde
yıkıcı olmuşlardır. Bundan en çok zararı tüm İslam dünyasıyla birlikte Türk
İslam dünyası görmüştür. Türkler Avrupalıların Cermenlere taktığı
“Vandal” ismi gibi Moğolları kıyıcılıklarını anlatır bir isimle
isimlendirmemişlerdi. Moğollar uygarlığa o kadar düşmanlardı ki, karşısına
çıkanların etini dahi yerlerdi.
Moğollarla ilgili bilgileri ararken karşıma Erciyes
Üniversitesi Yardımcı Doçent Doktoru Rahmi Tekin çıktı. Rahmi bey benim
düşündüğüm gibi Moğolların uygarlık dünyasına, özellikle İslam uygarlığına
zarar verdiğini belirtiyor. Okuduğum yazısının satırlarından alıntılarla
“Vandalizm”i anlatmaya yeni örnekler verelim.
“XII. yüzyıl İslam medeniyetinin en parlak ve göz kamaştırıcı yüzyılıdır. XIII. yüzyıla gelindiğinde İslam medeniyetinin tahribi birinci derecede Moğollar’ın eliyle olmuştur. Gerçekten medeni hayatın tahribinde ve İslam Alemi’nin böyle büyük bir felakete uğramasından sonra, ilim ve medeniyetin gerilemesi için başka şart ve sebepler aramak beyhudedir.
Prof. Dr. Laszlo Rasonyi’nin Moğollar’ın tahribatı hakkında bu kısa ve veciz tesbiti oldukça yerindedir; ...o (Moğol tahribatı) manevi değerleri saklayan kitleleri imha etti. Şehirleri, medeniyet ocaklarını yaktı. İslam dünyasında Orta-Asya’nın tekrar önem kazanması bir hayli zaman aldı.[1]
Muasır düşünürler ve daha sonra gelen İslam mütefekkirleri Moğol İstilasını, İslam dünyasının başına gelebilecek en büyük felaket olarak nitelendirmişlerdir. Moğol istilasının İç-Asya, Türkistan, Harezm, Horasan, Afganistan, İran, Irak, Azerbaycan, Doğu Anadolu ve Suriye’de verdikleri zayiat çeşitli kaynaklar ve görgü şahitleri ile tesbit edilmiş ve yapmış oldukları tahribat asırlar sonra da tasvir edilmiştir. Müslüman ve Hıristiyan kaynaklarının ittifak ettikleri bu zulümleri anlatmaktadırlar.”
Sözünü ettiğim düşmanının etini yemekten bu yazıda söz
ediliyor.
XIII. yüzyılın ilk yarısında yaşayan el-Muaffık Abdullatif Moğol tahribatını şöyle anlatıyor:
Moğol istilası tarihleri unutturdu ve onların musibeti yer yüzünü doldurdu. Hiç bir halk şehirlerine giremeyinceye kadar onları tanımaz ve hiç bir asker onlarla karşılaşmayıncaya kadar onları bilmezdi. Moğol kadınları da çok iyi silah kullanır ve erkekler gibi savaşırlardı. Rastladıkları her eti yerlerdi. Yaptıkları katliamlarda erkek, kadın, yaşlı ve çocuk ayrımı yapmazlar tamamını siler süpürürlerdi. Onların gayesi insanlık nevini yok etmekti, yoksa gözleri malda mülkde değildi.[2]”
XIII. yüzyılın ilk yarısında yaşayan el-Muaffık Abdullatif Moğol tahribatını şöyle anlatıyor:
Moğol istilası tarihleri unutturdu ve onların musibeti yer yüzünü doldurdu. Hiç bir halk şehirlerine giremeyinceye kadar onları tanımaz ve hiç bir asker onlarla karşılaşmayıncaya kadar onları bilmezdi. Moğol kadınları da çok iyi silah kullanır ve erkekler gibi savaşırlardı. Rastladıkları her eti yerlerdi. Yaptıkları katliamlarda erkek, kadın, yaşlı ve çocuk ayrımı yapmazlar tamamını siler süpürürlerdi. Onların gayesi insanlık nevini yok etmekti, yoksa gözleri malda mülkde değildi.[2]”
Malda mülkte gözü olmayan Moğolların mal ve mülk üreterek
uygarlığı kuran bu insanlarda gözü var. Dolayısıyla malda ve mülkteki gözü onu
yok etmek üzerinedir. Yok etmeden rahat edemez. Bu durum çağımızda değişmiştir.
Artık mal mülk savaşlarla yok edilmiyor. Hatta canlı organizmaları yok eden,
binaları olduğu gibi bırakan bir teknoloji bile geliştirdiler. İnsansız
uygarlık özleminden başka bir şey değil tabi. İyide uygarlığı yaratan insan! O
olmadan uygarlık olmaz ki!.. savaştığınız yerin yer altı varlıklarından başka
yer üstü varlıklarına göz dikmekte neyle açıklanabilir? Hele hele organik bir
canlının olmadığı yerde endüstriyel uygarlık, dört başı mamur bir uygarlık olur
mu?
Bu konuya gene döneceğiz. Kaldığımız yerden devam edelim.
“Yine o dönemin
dehşetini Sıbt İbnu’l-Cevzi, İbnu’l-Esir ve Suyuti gibi tarihçiler dehşet ve
hayretle anlatmaktadırlar. Moğol istilasının dehşetine şahit olan İbnu’l-Esir,
Moğolların İslam alemine tasallutlarını dünyanın en büyük hadisesi ve musibeti
olarak değerlendirerek şöyle demektedir:
Zaman yaratıldığından beri böyle bir bela görülmemiştir. Öyle bir musibet ki, bütün mahlukat onlardan zarar görüyor. Onlardan zarar görenlerin başında tabi ki Müslümanlar gelmektedir. Eğer birisi çıksa ve dese ki, Kâinat yaratıldığından bu ana kadar böyle bir musibet görmemiştir, iddia etse, muhakkak ki, doğru söylemiş olur. Çünkü tarih böyle bir afeti daha kaydetmemiştir.[3]”
Zaman yaratıldığından beri böyle bir bela görülmemiştir. Öyle bir musibet ki, bütün mahlukat onlardan zarar görüyor. Onlardan zarar görenlerin başında tabi ki Müslümanlar gelmektedir. Eğer birisi çıksa ve dese ki, Kâinat yaratıldığından bu ana kadar böyle bir musibet görmemiştir, iddia etse, muhakkak ki, doğru söylemiş olur. Çünkü tarih böyle bir afeti daha kaydetmemiştir.[3]”
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder