29 Eylül 2015 Salı

YENİ DÜNYA DÜZENİ 4

Önceki bölümü;

“Ahtapotun kolları çok ve uzundur. Bu anlaşmalar bu kollarla kucaklaşmak demektir. Daha önce Osmanlı Devletide yaptığı anlaşmalarla Gülhane Hatt-ı Hümayun’u ilan etmek zorunda kalmış, bunun eseri olarak gayrımüslimlerin elinde olan sermayenin serbest dolaşması ve ayrı hukukla muamele edilmesi sağlanmıştı. Şimdi yapılmak istenen ve yapılan bundan farklı değildir. Bunun sonucunda Osmanlı (imparatorluk) çökmüştü, korkarım ki bu gidişle de Türkiye Cumhuriyeti (ulusal devlet sistemi) bitecektir.”

diyerek bitirmiş, korkumu dile getirmiştim. Aslında bu yazının esas özetidir o satırlar.

Devam edelim.

*

“Bu anlaşmayı kabul eden ulus devletlerin ekonomik ve siyasal etkinlikleri ortadan kalkacak ve ulus devletler kendi gelişimlerini hızlandıracak farklı ekonomik politikaları uygulayamayacaktır. Bir diğer gelişme olan MAI ise, ulus devletlere yabancı sermaye ve yatırımlar üzerindeki her türlü engelleme, kısıtlama ve baskıyı kaldırtarak, yerli işletmeleri kayırıcı şekilde politikalar uygulanmasını engelleyerek ve uluslararası yatırımcının haklarını tahkim sistemi sayesinde uluslararası hukuk sisteminde aramasına imkân veren bir anlaşmadır.
Bu anlaşma ulus devletinde var olması gereken şartlardan olan ekonomik ve hukuki bağımsızlığı ortadan kaldırmaktadır.”

Ekonomisi özgür olmayan ülkenin siyasi özgürlüğü kalır mı? Bu soruyu kendimize her aşamada sormalıyız. Uyanık davranıp aklını kullanabilecek pek çok siyasetçimizin olduğunu düşünüyorum. Bu sorular onların önüne kim bilir kaç kere gelmiştir. Dayatmalara öyle kolay kolay teslim olmayacaklarını biliyorum. 

 “Ayrıca FATF anlaşması ile ülkelerin kara para aklanmasının önlenmesine yönelik kararları içermektedir.
Ancak küreselleşme ile birlikte sermaye hareketleri üzerindeki sınırlamaların ve kontrollerin kaldırılması ve piyasaların deregülasyonu, uluslararası bir nitelik taşıyan kara para aklamayı da kolaylaştırmıştır.
Bundan dolayı küreselleşme ile gelen (IMF’ninde desteklediği) serbestleşme, FATF’in kara paranın aklanmasının önlenmesine yönelik olarak ülkelere tavsiye ettiği politikalarla sınırlandırılmaktadır.
Çünkü FATF anlaşmasının 23 numaralı tavsiye kararında, ülkelerin, paranın veya hamiline menkul kıymetlerin aklama amacıyla başka ülkelere gönderilmesine olanak vermemek için, sınırlarda gerekli gözetim ve denetim sistemi içerisinden geçirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Bu durum özellikle uluslararası sermayenin ülke sınırlarına girerken ve çıkarken kontrolünü zorunlu hale getirdiği için kısa dönemde ülkelerin sermaye bilançosunu olumlu etkileyen bir kaynağı ortadan kaldırmaktadır.
Bahsettiğimiz bu gelişmeler öncelikle ulus devletin ekonomi alanındaki doğrudan üretici, dağıtıcı ve düzenleyici rolünü ortadan kaldırmakta ve geleneksel görev alanlarına çekilmesini sağlamaktadır.”

Liberalizm devletin ekonomik alanda sadece bir düzenleyici olmasını savunur. Sermayenin lehinde kanunlar çıkarılmazsa iş dünyası durur. İş dünyası durursa ekonomi durur, işsizlik artar, toplumsal kaos ortamı doğar tehdidi her zaman devletin başında demokles kılıncı gibi durur. İş gücünün iş güvenliği de dahil hiçbir isteği hoş karşılanmaz. Batıda olan biçimiyle liberal görüşler bir süre ulusalcı kimlik taşıdılar. Kendi iş gücü ve iş kaynakları yetmez hale gelince uluslar arası nitelik kazanmaya dünyaya yayılmaya başladılar. Bizde İzmir iktisat kongresiyle liberalizmin önü tıkanmış, karma ekonomi modeli benimsenmiştir. Doğrudan liberal olmamız zaten mümkün değildi. Çünkü sermaye sınıfımız Asya tipi üretim tarzı bir toplum oluşumuzdan dolayı gelişmemişti. Cumhuriyet tarihimiz boyunca bu sınıfın oluşturulmasına çalışıldığını görüyoruz. Bizde oluşan sermaye sınıfı işin kolayına kaçarak ithal ikamesine, gümrük duvarlarına ve montaj sınaine yaslanmış yabancı sermaye ile ortaklık kurarak bugünleri hazırlamıştır. Gelen her iktidar bunu değiştirememiştir. Nasıl değiştirsinler ki, sermaye sınıfının demokrasiyi çıkarlarına kullanarak etkilemedikleri kitle var mıdır?



DEVAM EDECEK


Yayın Tarihi: 16.09.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder