Önceki bölümü;
“Ahtapotun kolları çok ve uzundur. Bu anlaşmalar bu kollarla
kucaklaşmak demektir. Daha önce Osmanlı Devletide yaptığı anlaşmalarla Gülhane
Hatt-ı Hümayun’u ilan etmek zorunda kalmış, bunun eseri olarak gayrımüslimlerin
elinde olan sermayenin serbest dolaşması ve ayrı hukukla muamele edilmesi
sağlanmıştı. Şimdi yapılmak istenen ve yapılan bundan farklı değildir. Bunun
sonucunda Osmanlı (imparatorluk) çökmüştü, korkarım ki bu gidişle de Türkiye
Cumhuriyeti (ulusal devlet sistemi) bitecektir.”
diyerek bitirmiş, korkumu dile getirmiştim. Aslında bu
yazının esas özetidir o satırlar.
Devam edelim.
*
“Bu anlaşmayı kabul eden ulus devletlerin ekonomik ve
siyasal etkinlikleri ortadan kalkacak ve ulus devletler kendi gelişimlerini
hızlandıracak farklı ekonomik politikaları uygulayamayacaktır. Bir diğer
gelişme olan MAI ise, ulus devletlere yabancı sermaye ve yatırımlar üzerindeki
her türlü engelleme, kısıtlama ve baskıyı kaldırtarak, yerli işletmeleri
kayırıcı şekilde politikalar uygulanmasını engelleyerek ve uluslararası
yatırımcının haklarını tahkim sistemi sayesinde uluslararası hukuk sisteminde
aramasına imkân veren bir anlaşmadır.
Bu anlaşma ulus devletinde var olması gereken şartlardan
olan ekonomik ve hukuki bağımsızlığı ortadan kaldırmaktadır.”
Ekonomisi özgür olmayan ülkenin
siyasi özgürlüğü kalır mı? Bu soruyu kendimize her aşamada sormalıyız. Uyanık
davranıp aklını kullanabilecek pek çok siyasetçimizin olduğunu düşünüyorum. Bu
sorular onların önüne kim bilir kaç kere gelmiştir. Dayatmalara öyle kolay
kolay teslim olmayacaklarını biliyorum.
“Ayrıca FATF anlaşması ile ülkelerin kara para aklanmasının
önlenmesine yönelik kararları içermektedir.
Ancak küreselleşme ile birlikte sermaye hareketleri
üzerindeki sınırlamaların ve kontrollerin kaldırılması ve piyasaların
deregülasyonu, uluslararası bir nitelik taşıyan kara para aklamayı da
kolaylaştırmıştır.
Bundan dolayı küreselleşme ile gelen (IMF’ninde
desteklediği) serbestleşme, FATF’in kara paranın aklanmasının önlenmesine
yönelik olarak ülkelere tavsiye ettiği politikalarla sınırlandırılmaktadır.
Çünkü FATF anlaşmasının 23 numaralı tavsiye kararında, ülkelerin,
paranın veya hamiline menkul kıymetlerin aklama amacıyla başka ülkelere
gönderilmesine olanak vermemek için, sınırlarda gerekli gözetim ve denetim
sistemi içerisinden geçirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır.
Bu durum özellikle uluslararası sermayenin ülke sınırlarına
girerken ve çıkarken kontrolünü zorunlu hale getirdiği için kısa dönemde
ülkelerin sermaye bilançosunu olumlu etkileyen bir kaynağı ortadan
kaldırmaktadır.
Bahsettiğimiz bu gelişmeler öncelikle ulus devletin ekonomi
alanındaki doğrudan üretici, dağıtıcı ve düzenleyici rolünü ortadan kaldırmakta
ve geleneksel görev alanlarına çekilmesini sağlamaktadır.”
Liberalizm devletin ekonomik
alanda sadece bir düzenleyici olmasını savunur. Sermayenin lehinde kanunlar
çıkarılmazsa iş dünyası durur. İş dünyası durursa ekonomi durur, işsizlik
artar, toplumsal kaos ortamı doğar tehdidi her zaman devletin başında demokles
kılıncı gibi durur. İş gücünün iş güvenliği de dahil hiçbir isteği hoş
karşılanmaz. Batıda olan biçimiyle liberal görüşler bir süre ulusalcı kimlik
taşıdılar. Kendi iş gücü ve iş kaynakları yetmez hale gelince uluslar arası
nitelik kazanmaya dünyaya yayılmaya başladılar. Bizde İzmir iktisat kongresiyle
liberalizmin önü tıkanmış, karma ekonomi modeli benimsenmiştir. Doğrudan
liberal olmamız zaten mümkün değildi. Çünkü sermaye sınıfımız Asya tipi üretim
tarzı bir toplum oluşumuzdan dolayı gelişmemişti. Cumhuriyet tarihimiz boyunca
bu sınıfın oluşturulmasına çalışıldığını görüyoruz. Bizde oluşan sermaye sınıfı
işin kolayına kaçarak ithal ikamesine, gümrük duvarlarına ve montaj sınaine
yaslanmış yabancı sermaye ile ortaklık kurarak bugünleri hazırlamıştır. Gelen
her iktidar bunu değiştirememiştir. Nasıl değiştirsinler ki, sermaye sınıfının
demokrasiyi çıkarlarına kullanarak etkilemedikleri kitle var mıdır?
DEVAM EDECEK
Yayın Tarihi: 16.09.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder