Ayakkabılar ayaklarımızı
korumak kadar, giysilerimizin kusursuz görünmesini sağlayan tamamlayıcı
parçalardandır. Kim bilir kaç zamandır ayağımızda ayakkabılarımız olmadan
sokağa adım atmıyoruz. Milattan Önce 800’lü yıllarda prensesler, lordlar,
işçiler ve şovalyeler ayaklarındaki ayakkabılara göre ayırt ediliyordu. Yani
ayakkabı bir çeşit soyluluk göstergesiydi.
Sanyii çağıyla birlikte sadece korunmak amacıyla giyilen ayakkabılar
konfor, dolayısıyla zenginlik göstergesi oldu. Bugün ise kolye, bilezik gibi
görüntümüzü tamamlayan en önemli, en vazgeçilmez unsurlardandır. Ürettiğimiz
her ürün gibi doğadan uzaklaşmamızın sonucu, ayakkabıların asıl amacı ayağımızı
korumak değildir. Kullanım amaçları değişmiş ve yürüyüş gibi, koşma gibi,
dağcılık gibi, şu anda sayamayacağımız bir çok spor dalları için farklı farklı
ayakkabılarla çok çeşitlenmiştir. Ayrıca yazlık ve kışlık giyilen ayakkabılarda
vardır. Kışın giyilen yazın giyilmiyor, yazın giyilende kışın giyilmiyor artık.
Günümüzde bir insanın saçı-başı ve ayağı düzgün değilse giydiği
giysi ne kadar şık olursa olsun eksik kalır. Her dönem değişen ayakkabı
modelleride giyilen diğer giysilerin modelleriyle bağlantılıdır. Moda tasarımcıları
bunları gözetirler. Ayakkabı modacılarıyla giysi modacıları bir yerde
buluşurlar. Günümüzde de durum böyledir, geçmişte kendiliğinden oluştuğu
sanılan geleneksel giysilerde de aynıdır. Geçmişte ayakkabıların nasıl evreler
geçirerek bu güne ulaştığını anlattığımız yazı dizimize devam ediyoruz.
17. yüzyıl Avrupa’sına ise çizme giymek daha çok revaçtaydı. Ayakkabıların topukları yüksekçeydi ve genellikle dantel ve kurdeleden yapılan büyük rozetlerle süslenirdi. Amerika’da kadınlar ve erkekler yüksek topuklu sağlam deriden yapılan ayakkabı giyerlerdi. 18. yüzyılda ayakkabılar, altın ve gümüş tokalarla ve gerçek veya sahte olan değerli taşlarla süslenmeye başlanmıştı. Fransa’daki ve İngiltere’deki ayakkabılar taklit edilerek brokardan ayakkabı yapılırdı. Fransız usûlü topuk ve tokalar olurdu.
1760’ta Massachusetts’te ilk ayakkabı fabrikası kuruldu ve
büyük sayıda imâlat yapılmaya başlandı. Hızlı ve ucuz ayakkabı imâlatı dikiş
makinesi gibi makinelerin geliştiği 19. yüzyılda gerçekleşmeye başladı. 20.
yüzyılda ise sayısız tarzda ve çeşitli renklerde ayakkabılar yapılmaya
başlanmıştır. Ayakkabı modası bu sanayileşme ile birlikte artar olmuştur.
Gelelim İslamiyet’in ilk yıllarındaki ayakkabılara. Daha
sonrada Türklerde ayakkabıyı göreceğiz.
Peygamber efendimizin ayakkabılarına en iyi örnek kutsal
emanetlerin sergilendiği Topkapı Sarayındaki sandalettir. Habeş Sultanı,
Allah’ın Resulüne, ayakkabının içine giyilen ve edik denilen, mesvâri bir çift
potin göndermiştir. Allahın Resulü onları giymiş ve üzerlerine meshetmiştir. Bu
edikler düz deriden... İçleri abâ, çuha veya bez kaplı değil...
Ayaklarındaki, sandal şeklinde nalınlara gelince, Buharî
yoliyle Enes Bin Malik’ten öğreniyoruz ki, bu sandalların baş parmaktan geçen
ve böylece sandalı ayağa bağlayan birer bandı vardı.
Abdullah Bin Ömer Hazretlerine, debagat olunmuş, yani temizlenmiş deriden sandal giymesinin sebebini soruyorlar.
Şu cevabı veriyorlar:
“- Allahın Resulünü gördüm, kılları temizlenmiş, debagat olunmuş ayakkabı giyer ve onların üzerine abdest alırlardı. Ben de o cinsten ayakkabı giymeyi severim.”
Ömer Bin Hâris:
“- Kâinatın Fahrini gördüm. Dikili ayakkabılar üstünde namaz kılarlardı.”
Hazret-i Âyişe:
“- Allahın Resulü, ellerinde oldukça ayakkabı giymekte, saçlarını taramakta, abdest almakta ve yıkanmakta sağ taraflariyle başlamayı severlerdi.”
Ebu Hüreyre Hazretlerinden hadîs meali:
“- Aramızdan biri ayakkabısını giyerken, sağ, çıkarırken de sol eliyle hareket etsin!”
DEVAM EDECEK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder