30 Kasım 2015 Pazartesi

AYAK KABI YANİ AYAKKABI 5


Günümüzde bir insanın saçı-başı ve ayağı düzgün değilse giydiği giysi ne kadar şık olursa olsun eksik kalır. Her dönem değişen ayakkabı modelleride giyilen diğer giysilerin modelleriyle bağlantılıdır. Moda tasarımcıları bunları gözetirler. Ayakkabı modacılarıyla giysi modacıları bir yerde buluşurlar. Günümüzde de durum böyledir, geçmişte kendiliğinden oluştuğu sanılan geleneksel giysilerde de aynıdır. Geçmişte ayakkabıların nasıl evreler geçirerek bu güne ulaştığını anlattığımız yazı dizimize devam ediyoruz. Bugünkü bölümle Türklerd’e ayakkabının tarihçesine başlıyoruz.

Türk dilinde ayakkabı anlamındaki en eski sözcüğün “edik” olduğunu görüyoruz. Orta Asya Türkleri’nde edik; “çizmeye benzer konçlu bir ayakkabı” imiş. Edik sözcüğü 8. Yüzyılda Orhun Yazıtlar’nda geçer, buda o dönemde Türkler’in çizme, bot giydiklerinin işaretidir.
Anadolu Türkleri’nde ayakkabıcılık sanatı ile ilgili en eski bilgiler İbn-i Batuta Seyahatnamesi’nde görülmektedir. İbn-i Batuta 1330 yılında Antalya’ da dikicilerin bulunduğunu anlatmaktadır.

Konuyla ilgili Osmanlı İmparatorluğu dönemine ait belgeler de mevcuttur. Eski kayıt ve belgelerde ayakkabıcı veya ayakkabı kelimelerine rastlanmamaktadır. Bu esnaf ve sanatkârların adı, Babuççu (babuçi), Başmakçı, Dikici ve Haffaf olarak geçmektedir. Eskiden Babuççuların ve Dikicilerin yaptıkları malları satan tüccara Haffaf denmiştir. Bu kelime sonradan bozularak Kavaf olmuştur.
Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’ nde Mercan yokuşunda Babuççu bekârlarının kaldığı sekiz adet bekâr odası (Mercan Odaları) olduğunu belirterek ayakkabıcılar hakkında bilgi vermektedir. Evliya Çelebi, ayakkabı imalatçılarını gözü pek, haffafları ise pabucu beş akçe kar ile satmaya razı olmayan, insafsız ve müşteriye kan ağlatan kişiler olarak anlatmaktadır.

Ayakkabı yapan sanatkarlar, yaptıkları iş bakımından şu bölümlere ayrılmıştır:
• Kırmızı ve kara pabuç yapan ustalar,
• Zenne pabucu yapan ustalar,
• Erkek çizmesi yapan ustalar,
• Zenne çizmesi yapan ustalar.

Ayakkabı çeşitleri ise şunlardır:
• Dikişli kara pabuç (postal),
• Dikişli kırmızı pabuç
• Kopçalı lapçın mest (Gıcırlı mestler sonradan icat olmuştur),
• Erkek terliği (Mercan terlik),
• Zenne terliği,
• Zenne ayakkabısı (bunlara sarı şıpıdık pabuç denilmiştir, taban astarları çuhadan yapılmıştır),
• Parlak zenne kundurası (gelinler için yapılmıştır),
• Dikişli erkek çizmesi (bunların konçları, sahtiyan olup altları ökçesiz ve düzdür. Ökçe mahalline büyük bir nalça konmuştur. Bu nalçalar ökçeye içten çivi ile perçinlenmiştir. Uzun konçları yukardan dizkapağı altına bağlanmıştır. Bu bağın üzerine de, bir kısım konç devrilmiştir),
• Zenne çizmeleri (konç yüzleri, telli bezlerden yapılmıştır. Renkleri sarı ve kırmızı olmuştur. Konçları da erkek çizmelerinden daha kısa yapılmıştır. Bu çizmeleri çoğunlukla köy gelinleri giymiştir).

Osmanlı Türkleri’ nde deri işleme sanatının gelişmiş olması ve özellikle Yeniçeri Ocağı’ nın at binmede geçerli olan yumuşak deri çizmelere gösterdiği ihtiyaç yüzünden ayakkabıcılık çok gelişmiştir. Yalnız asker ocağında değil, sivil hayatta da ayakkabıların, giyenin sosyal durumunu gösteren özellikleri olmuştur.

Örneğin, hizmetkâr çizmesini sadece bu sınıfın görevlileri giymişlerdir. Türkler’in Anadolu’ ya gelmesinden sonra 14. yüzyıldan en az 17. yüzyıl sonuna kadar ayakkabıcılar Ahilik Teşkilatı içinde belirli kurallara bağlı olarak yaşamışlardır. Daha Anadolu Selçuklu Devleti döneminde dikicilerin bulunması, Akdeniz Bölgesi’nde üretimi devam etmekte olan yemenilerin kökeninin 14. yüzyıla kadar gittiğini göstermektedir. Üç asırlık dönemde ayakkabıcılar genel olarak; çizme, pabuç, terlik ve mest yapanlar biçiminde sınıflandırılmaktadır. Ayrıca ayakkabı tamircilerinin bulunduğunu da Evliya Çelebi anlatmaktadır.


DEVAM EDECEK



Yayın Tarihi: 18.11.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder