Merhaba sevgili okurlarım. Bugün tek şiir kitabı olan şair
ve yazar Cevdet Kudret Solok’la
Ahmet Oktay’ın şiirlerini seçtim. Cevdet kudret’in az
sayıdaki şiirlerinden bulduğum 3 şiiri sizlere sunacağım. Her zamanki gibi
şiirlerden önce şairlerimizi tanıyalım.
Edebiyatımızda Yedi Meşaleciler olarak bilinen bir akımı
başlatan edebiyat topluluğunun kurucuları arasında yer alan Türk edebiyatçı ve
edebiyat tarihçisi, tam adı Cevdet Kudret Solok olan, en çok Cevdet Kudret adı
ile tanınan şair ve yazarımız 7 Şubat 1907 tarihinde İstanbul’da doğdu..
1. Dünya Savaşı sırasında babası öldü. Annesi Cevdet Kudret’i babasız büyüttü. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Kayseri ve Ankara’da edebiyat öğretmenliği yaptı. Türk Ansiklopedisinde, Türk Dil Kurumunda, Bilgi Yayınevinde çalıştı. 1952’den itibaren başlarda takma adlarla (Abdurrahman Nisari, Suat Hisarcı gibi), daha sonra kendi adıyla edebiyat ders kitapları yazdı. Öğretim görevlisi olarak girdiği Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksek Okulundan emekli oldu.
1. Dünya Savaşı sırasında babası öldü. Annesi Cevdet Kudret’i babasız büyüttü. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Kayseri ve Ankara’da edebiyat öğretmenliği yaptı. Türk Ansiklopedisinde, Türk Dil Kurumunda, Bilgi Yayınevinde çalıştı. 1952’den itibaren başlarda takma adlarla (Abdurrahman Nisari, Suat Hisarcı gibi), daha sonra kendi adıyla edebiyat ders kitapları yazdı. Öğretim görevlisi olarak girdiği Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın ve Yayın Yüksek Okulundan emekli oldu.
Şairimiz hakkındaki bir tanıtım yazısında şunlar yazılmış:
“Yalnız bireyin dünyasındaki buruk, içedönük, karamsar ve kırgın duygularını yansıtan şiirler yazdı.
1928’de Birinci Perde adlı tek şiir kitabını yayınladı. Oyun, hikâye, roman türlerinde de eserler verdi. Oyunlarında bireylerin psikolojik saplantılarını işledi. Daha sonraki yıllarda edebiyat ve tiyatro tarihine ilişkin incelemeler yaptı, yazınsal sorunlara ilişkin eleştirel denemeler yazdı. 1945’de hazırladığı Türk Hikâye ve Roman Antolojisi’ni daha sonra Türk Edebiyatı’nda Hikâye ve Roman adıyla genişletti.
Karagöz adlı eserinde 35 karagöz oyununu tarihçeleri ve hikâyeleri ile beraber topladı.
1973’te çıkan Ortaoyunu ile Türk Dil Kurumu Ödülü’nü, son deneme kitabı Kalemin Ucu ile 1991 Sedat Simavi Edebiyat Büyük Ödülü’nü aldı. Şair ve yazar Cevdet Kudret 1992’de yaşamını yitirdi.”
Şimdi sıra Cevdet Kudret şiirlerine geldi.
...
DİLEK
Bir küçük, bir küçücük evim olsa;
İçinde bir küçük, bir küçücük halım olsa;
Bütün bunlar benim öz malım olsa.
Masam, mürekkebim, etajerim,
Penceresinde benim perdelerim,
Etajerinde kitaplarım olsa.
Bir ufak, bir minicik evim olsa;
İçinde bir kadın, beni parasız pulsuz seven bir kadın
Bu kadın karım olsa!
Nerde, hangi şehirde olursa olsun,
Bir küçük, bir küçücük evim bulunsun,
Bir ufacık halım olsun yeter,
Yeter de artar bile!
Nerde, hangi şehirde olursa olsun,
Etajerim, kitaplarım olsun,
Beni parasız pulsuz seven karım olsun yeter,
Yeter de artar bile!
Bir küçük, bir küçücük evim olsa;
İçinde bir küçük, bir küçücük halım olsa;
Bütün bunlar benim öz malım olsa.
Masam, mürekkebim, etajerim,
Penceresinde benim perdelerim,
Etajerinde kitaplarım olsa.
Bir ufak, bir minicik evim olsa;
İçinde bir kadın, beni parasız pulsuz seven bir kadın
Bu kadın karım olsa!
Nerde, hangi şehirde olursa olsun,
Bir küçük, bir küçücük evim bulunsun,
Bir ufacık halım olsun yeter,
Yeter de artar bile!
Nerde, hangi şehirde olursa olsun,
Etajerim, kitaplarım olsun,
Beni parasız pulsuz seven karım olsun yeter,
Yeter de artar bile!
***
GECE YARISI
Dizilir ince ince, alnına bir soğuk ter!
Gâvur mahallesidir evimin yukarısı,
Rüzgârın salladığı bir çan durmadan öter.
Bu ses aynı şekilde uzayacak yarın da!
Bazan bir ışık gezer, tamam gece yarısı,
Karşıdaki bir evin pencere camlarında...
Şimdi gözyaşlarımla karanlığı delerim;
Bana hatırlatıyor uzun uzun her akşam
Simsiyah servileri bembeyaz perdelerim!
Korkudan büzülürüm usulca bir kenara;
Yatmak için yerimden azıcık kımıldasam,
Gölgem bir hırsız gibi tırmanır duvara.
Dizilir ince ince, alnına bir soğuk ter!
Gâvur mahallesidir evimin yukarısı,
Rüzgârın salladığı bir çan durmadan öter.
Bu ses aynı şekilde uzayacak yarın da!
Bazan bir ışık gezer, tamam gece yarısı,
Karşıdaki bir evin pencere camlarında...
Şimdi gözyaşlarımla karanlığı delerim;
Bana hatırlatıyor uzun uzun her akşam
Simsiyah servileri bembeyaz perdelerim!
Korkudan büzülürüm usulca bir kenara;
Yatmak için yerimden azıcık kımıldasam,
Gölgem bir hırsız gibi tırmanır duvara.
***
ON ÖLÜM ŞARKISI
VII
Rüzgâr değmez oldu artık yüzüme,
Gün ışığı kapıma boş yere gelir;
Kötü bir düş gibi dolar gözüme,
Bu toprak bana dağ, size tepedir!
Toprak yukarda, gül, aşağıda yılan!
Elimde kelepçe, gözümde burgu!
Toprak, kemiğimden etimi soyan
Hırsız, kanlı katil, kefen soyucu!
Bütün uzuvlarım bana darılmış,
Kulağım unutmuş artık sesimi;
Hepsi ayrı ayrı hayale dalmış,
Bu omuz, bu ayak bu el benim mi?
Girdiğim çukurdan iki facia:
Burda karınca dev, insan noktadır;
Toprağın altında bir zaman daha,
Tırnaklar ve saçlar uzamaktadır!
Ölüler, ölüler, koşun imdada!
Ölüler, sizin en yoksulunuzum!
Ölüler, koşun ki öbür dünyada
Topraktan bir sema ile mahpusum!
Yağmur çisil çisil üstüme yağar.
Tabiat kardeşim yasıma ortak;
Şehrin üzerinde uçan bulutlar
Serviler ucunda sallanan bayrak!
VII
Rüzgâr değmez oldu artık yüzüme,
Gün ışığı kapıma boş yere gelir;
Kötü bir düş gibi dolar gözüme,
Bu toprak bana dağ, size tepedir!
Toprak yukarda, gül, aşağıda yılan!
Elimde kelepçe, gözümde burgu!
Toprak, kemiğimden etimi soyan
Hırsız, kanlı katil, kefen soyucu!
Bütün uzuvlarım bana darılmış,
Kulağım unutmuş artık sesimi;
Hepsi ayrı ayrı hayale dalmış,
Bu omuz, bu ayak bu el benim mi?
Girdiğim çukurdan iki facia:
Burda karınca dev, insan noktadır;
Toprağın altında bir zaman daha,
Tırnaklar ve saçlar uzamaktadır!
Ölüler, ölüler, koşun imdada!
Ölüler, sizin en yoksulunuzum!
Ölüler, koşun ki öbür dünyada
Topraktan bir sema ile mahpusum!
Yağmur çisil çisil üstüme yağar.
Tabiat kardeşim yasıma ortak;
Şehrin üzerinde uçan bulutlar
Serviler ucunda sallanan bayrak!
***
Şimdide Ahmet Oktay’ı tanıyalım. İkinci şairimiz hakkında
bulduğum bilgileri olduğu gibi aktarıyorum.
“1933 yılında Ankara’da doğdu. Yazmaya ortaokul
sıralarında başladı. İlk şiiri, 1949-1950 yılları arasında Gerçek
dergisinde yayımlandı. Öğrenimini lisede yarım bırakarak çalışmaya başladı.
Ahmet Oktay, 1950’li yıllarda Mavi Hareketi içinde
yer aldı ve aynı adlı dergide yazıları ve şiirleriyle etkin bir rol oynadı. 1961 yılında
Yeni İstanbul gazetesinin Ankara bürosunda ‘parlamento muhabiri’ olarak
profesyonel gazeteciliğe başladı. Çeşitli gazetelerde ve TRT Haber Merkezi’nde
muhabirlik, haber müdürlüğü yaptıktan sonra 1982’de TRT’den emekli oldu. Bir
süre daha Milliyet gazetesinde çalışmaya devam eden Ahmet
Oktay, 1993 yılında görevinden ayrılarak kendini tümüyle yazmaya
verdi.
Başlangıçta yazdığı şiirlerle Ahmed Arif şiirinden
etkilendiği izlenimini verirken, 1960’lardan sonra toplumcu
gerçekçi bir yaklaşımla İkinci Yeni’ye doğru yöneldi. Şiirlerinde
destansı bir söyleyiş kullandı, zengin sözcük dağarcığı ile kendini hemen belli
eden bir tarzla şiirler yazdı.
Şiir kitaplarından özellikle Yol Üstündeki
Semender (1987) Behçet Necatigil Şiir Ödülü almasınında ötesinde
içerdiği şiir isimleriyle de önem kazanmıştır. Her bir şiirinde intihar etmiş
bir şairi şiire dönüştürmüş ve o şairin biçemiyle kendi biçeminin karışımı
enfes bir biçem ortaya koymuştur. Türkiye’de birçok şiir sever bu şiir kitabı
nedeniyle gizli kalmış Türk ve yabancı şairleri farklı yanlarıyla
öğrenebilmiştir.”
İçeriğindeki tadı almanızı umarak şairimizin şiirlerine
geçiyorum.
...
ACI
Usandım taş basması
günler yaşamaktan
yalnızlığımı büyütüyorum korkunç
yani bağırmak sana sulardan.
Her gün yeniden ölmek
elinden karanlık adamların
yalanla, ekmekle, silahla.
Üstümüze bakarken çağlar
her çocuk başı okşadığımız
suçlu bizmişiz gibi
büyüyor avcumuzda.
Gözlerinde bile
deniz dibi gözlerinde ölüler
askerler ve gemiciler halinde.
İhtiyar yüreği toprağın
buğdayı, elma’sı
korkuda.
Suskunluğum, utancım büyük
sıkıntım kara.
Gel dağıt mavini
kör kuyular uykuma.
yalnızlığımı büyütüyorum korkunç
yani bağırmak sana sulardan.
Her gün yeniden ölmek
elinden karanlık adamların
yalanla, ekmekle, silahla.
Üstümüze bakarken çağlar
her çocuk başı okşadığımız
suçlu bizmişiz gibi
büyüyor avcumuzda.
Gözlerinde bile
deniz dibi gözlerinde ölüler
askerler ve gemiciler halinde.
İhtiyar yüreği toprağın
buğdayı, elma’sı
korkuda.
Suskunluğum, utancım büyük
sıkıntım kara.
Gel dağıt mavini
kör kuyular uykuma.
***
ANI
Yazdı gözlerimi
yumduğumda, öğle sonrası;
dayımdı dutu silkeleyen, çarşafın dört ucunda
Dört kadın; herhalde komşu kızları;
dedem de su çekiyordu kuyudan,
Hamidiye’nin güvertesindeydi sanki,
oysa abdest alacaktı birazdan.
Ah! Sonsuz biçimler veren bize
Bellek ve Zaman.
dayımdı dutu silkeleyen, çarşafın dört ucunda
Dört kadın; herhalde komşu kızları;
dedem de su çekiyordu kuyudan,
Hamidiye’nin güvertesindeydi sanki,
oysa abdest alacaktı birazdan.
Ah! Sonsuz biçimler veren bize
Bellek ve Zaman.
***
ANNELER GÜNÜYMÜŞ
Panjurları dövdü tüm
gece yağmur,
şafakla açtım: dupduruydu gök.
Çektim içime güllerin kokusunu,
çoktan kesilmişti karşı koruluk
yine de bekledim bülbül sesini.
Kim bildi ki sözlerin imlemini?
Gözaltında olduğumuz koğuşta,
Son firarda da enselenen Mansur
şöyle demişti sıtma nöbetinde:
‘nerde benim eski nefti kaputum?’
Unutmam, Haziran’dan gün almıştık,
ürkmüştüm güllerin curnatasından:
sözleşmiştim okuldaşım Mehmet’le;
sancır yüreğim hala, tutuklanmış
bana ‘Cemiyetin Asılları’nı
verdikten az sonra Gençlik Parkı’nda.
Bugün ‘Anneler Günü’ymüş. Yıl olmuş
şuramda pıhtılaşan yara. Bir gül
aldım, zifiri çingene kızından;
savurdum komşu köşkün terk edilmiş
bahçesine. ‘Yeşert’ dedim her yeri.
şafakla açtım: dupduruydu gök.
Çektim içime güllerin kokusunu,
çoktan kesilmişti karşı koruluk
yine de bekledim bülbül sesini.
Kim bildi ki sözlerin imlemini?
Gözaltında olduğumuz koğuşta,
Son firarda da enselenen Mansur
şöyle demişti sıtma nöbetinde:
‘nerde benim eski nefti kaputum?’
Unutmam, Haziran’dan gün almıştık,
ürkmüştüm güllerin curnatasından:
sözleşmiştim okuldaşım Mehmet’le;
sancır yüreğim hala, tutuklanmış
bana ‘Cemiyetin Asılları’nı
verdikten az sonra Gençlik Parkı’nda.
Bugün ‘Anneler Günü’ymüş. Yıl olmuş
şuramda pıhtılaşan yara. Bir gül
aldım, zifiri çingene kızından;
savurdum komşu köşkün terk edilmiş
bahçesine. ‘Yeşert’ dedim her yeri.
***
BALKON..
Yağmur çiseliyor!
Akıp gitsin üstümdeki
küf!
Yakam bağrım fora.
Üç duble votkanın
beklentisindeyim; dört şiddetinde bir deprem!
‘Mal ve can kaybı:
dokuz gökdelen çökmesi ve üç kalp krizi’.
Gündelik nefretin maliyetini kurtarmasa da fena değil.
Yine de güneşlik bir yer istiyorum.
Gündelik nefretin maliyetini kurtarmasa da fena değil.
Yine de güneşlik bir yer istiyorum.
Yeşillik bir yer.
Herkes Kır’a sığındı.
Kent’i bana, benim
gibilere bıraktılar:
Pisliğim, Çukurum!
Hayalin ve Güzelliğin rahmi!
Dört yanına yayıldım.
Yatıyorum bütün mezarlarında.
Benim gezinti alanım iki küçük saksı.
Dört yanına yayıldım.
Yatıyorum bütün mezarlarında.
Benim gezinti alanım iki küçük saksı.
Yetiyor bu gümrah
arazi:
Balkon, bahçe ve
kabir:
üst kattaki dul her sabah ve akşamüstü
üst kattaki dul her sabah ve akşamüstü
sularken çiçeklerini
beni de suluyor çünkü.
***
BENGİ İZ
Bir kahkahayla
silkindim
dalıp gittiğim mektuptan;
yaşam hep böyle uyarır bizi,
katıksız neşeye dönüşür
altuni bir sesle
en derin kederler;
mutlu bir düşteymiş gibi
zamanın dibinden gülümser,
artık yanaklarından öpemeyeceğimiz
sevgili yüzler.
Budur odaya süzülen mehtabın,
kurumuş eski çeşmenin
açıklayıp durduğu bilgelik ve giz
Sevinç de olgunlaştırır kalbi
acı ve ayrılık gibi;
süzülüp dibe çökeldikçe anılar
anlarız ki
çürüme ve tohum süreçtirler.
Yine de yetmez zaman
gecenin ve kitapların söylediğini çözmeye,
kaç kent, kaç aşk terk edilmiştir;
sinmiştir ölümler
satırlara bir koku gibi;
hep bir şeyler kalmıştır geride
asla unutmak istemediğimiz
Yüzyıllar içre konuşur farklı Yazılar,
solar, yıpranır meşin ve parşömen
bellekte kalır o bengi iz.
dalıp gittiğim mektuptan;
yaşam hep böyle uyarır bizi,
katıksız neşeye dönüşür
altuni bir sesle
en derin kederler;
mutlu bir düşteymiş gibi
zamanın dibinden gülümser,
artık yanaklarından öpemeyeceğimiz
sevgili yüzler.
Budur odaya süzülen mehtabın,
kurumuş eski çeşmenin
açıklayıp durduğu bilgelik ve giz
Sevinç de olgunlaştırır kalbi
acı ve ayrılık gibi;
süzülüp dibe çökeldikçe anılar
anlarız ki
çürüme ve tohum süreçtirler.
Yine de yetmez zaman
gecenin ve kitapların söylediğini çözmeye,
kaç kent, kaç aşk terk edilmiştir;
sinmiştir ölümler
satırlara bir koku gibi;
hep bir şeyler kalmıştır geride
asla unutmak istemediğimiz
Yüzyıllar içre konuşur farklı Yazılar,
solar, yıpranır meşin ve parşömen
bellekte kalır o bengi iz.
***
Haftayada Ahmet Oktay’la birlikte olmak dileğiyle,
gözünüzden renkler, kulaklarınızdan sesler eksik olmasın. Sağlıklı çevik
ayaklarla pür neşe mayıs’a yürüyün. O mayıs ki içinde destanımız başlar,
kurtuluşumuz.. her mayıs, 19 mayıstır. İyi pazarlar sevgili okurlarım.
Yayın Tarihi: 29.11.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder