OSMANLI’DA AYAKKABI
Türkler’de deri işleme sanatı oldukça geliştiğinden ayakkabı yapımı da oldukça gelişmişti. Yeniçerilerin giydiği yumuşak çizmelere duyulan ihtiyaç, ayakkabıcılığı da geliştirmişti. 16. ve 17. yüzyılda yapılan ayakkabıların sağlamlığı ve de zerafeti (şıklığı) ünlüydü. Ayakkabının türü, giyen kişinin toplumsal konumu ile de alâkalıydı. Askerlerin, çeşitli meslek gruplarının, hizmetkârların giydiği çizme ve ayakkabılar farklıydı. Ev içi ayakkabılarıyla sokak ayakkabıları arasında da fark vardı. Ev içinde giyilen ayakkabılar daha çok atlas, kadife ya da başka kumaşlardan yapılır, sırmayla işlenirdi. Deri ayakkabılara da sırmayla iş yapıldığı olurdu. Kışlık ayakkabıların içi, çoğunlukla kürk kaplanırdı. Ayakkabılar yapıldıkları malzemeye ve biçimlerine göre çok çeşitli adlar almıştı. Başmak, Çapula, Çizme ve Fotin gibi.
Kökeni Ahilik örgütüne dayanan esnaf loncalarında, ayakkabıcılarında ayrı ve köklü bir örgütü vardı. İnanışa göre bu sanatın piri Ekberi Yemen’di. Bu örgütün başına Yiğitbaşı denilen bir kişi bulunurdu. Yiğitbaşı çarşıya gelen malzemeyi esnaf arasında paylaştırır, üretilen malları denetler, kötü mal yapanı ya da uygunsuz davranışta bulunanı cezalandırırdı. Kâhya adında bir de yardımcısı bulunurdu. Ayakkabıcılık ustalık ve çıraklık ile sürdürülen bir el sanatıydı. Bu mesleği edinmek isteyen kişi küçük yaşta, bir ustanın yanına verilirdi. Bu kişi 8-10 yıl basit işlerle eğitilir, ustanın izniyle de kalfalığa yükselebilirdi. Kalfa olacak genç, çarşıdaki tüm ayakkabıcı esnafına kalfa ekmeği denilen bir yemek verirdi. Bu kalfalığa geçiş töreni olurdu. Ustalığa geçiş töreninde ise usta yemeği verilirdi. Yiğitbaşı bu törenlere başkanlık ederdi. Hiçbir çırak veya kalfa ustasından izinsiz dükkân değiştiremezdi.
Esnaf loncaları zamanla gücünü yitirse de usta çırak bağı bir müddet daha devam etti. Sanayileşme ile birlikte ayakkabıcılık da seri üretime geçti. Sipariş ile ayakkabı isteği makineleşme ile birlikte tarihe göçtü. Zira bu sanatı sürdürmek için çaba gösterenler bu kez de alıcı ve çırak bulmada zorlandılar.
Osmanlı’larda son yüzyıllarda kullanılan başlıca ayakkabı çeşitleri; başmak, bot, çapula, çizme fotin ve yemenidir. Bu ayakkabıların nitelikleride şöyledir:
Başmak:
Türkler’de deri işleme sanatı oldukça geliştiğinden ayakkabı yapımı da oldukça gelişmişti. Yeniçerilerin giydiği yumuşak çizmelere duyulan ihtiyaç, ayakkabıcılığı da geliştirmişti. 16. ve 17. yüzyılda yapılan ayakkabıların sağlamlığı ve de zerafeti (şıklığı) ünlüydü. Ayakkabının türü, giyen kişinin toplumsal konumu ile de alâkalıydı. Askerlerin, çeşitli meslek gruplarının, hizmetkârların giydiği çizme ve ayakkabılar farklıydı. Ev içi ayakkabılarıyla sokak ayakkabıları arasında da fark vardı. Ev içinde giyilen ayakkabılar daha çok atlas, kadife ya da başka kumaşlardan yapılır, sırmayla işlenirdi. Deri ayakkabılara da sırmayla iş yapıldığı olurdu. Kışlık ayakkabıların içi, çoğunlukla kürk kaplanırdı. Ayakkabılar yapıldıkları malzemeye ve biçimlerine göre çok çeşitli adlar almıştı. Başmak, Çapula, Çizme ve Fotin gibi.
Kökeni Ahilik örgütüne dayanan esnaf loncalarında, ayakkabıcılarında ayrı ve köklü bir örgütü vardı. İnanışa göre bu sanatın piri Ekberi Yemen’di. Bu örgütün başına Yiğitbaşı denilen bir kişi bulunurdu. Yiğitbaşı çarşıya gelen malzemeyi esnaf arasında paylaştırır, üretilen malları denetler, kötü mal yapanı ya da uygunsuz davranışta bulunanı cezalandırırdı. Kâhya adında bir de yardımcısı bulunurdu. Ayakkabıcılık ustalık ve çıraklık ile sürdürülen bir el sanatıydı. Bu mesleği edinmek isteyen kişi küçük yaşta, bir ustanın yanına verilirdi. Bu kişi 8-10 yıl basit işlerle eğitilir, ustanın izniyle de kalfalığa yükselebilirdi. Kalfa olacak genç, çarşıdaki tüm ayakkabıcı esnafına kalfa ekmeği denilen bir yemek verirdi. Bu kalfalığa geçiş töreni olurdu. Ustalığa geçiş töreninde ise usta yemeği verilirdi. Yiğitbaşı bu törenlere başkanlık ederdi. Hiçbir çırak veya kalfa ustasından izinsiz dükkân değiştiremezdi.
Esnaf loncaları zamanla gücünü yitirse de usta çırak bağı bir müddet daha devam etti. Sanayileşme ile birlikte ayakkabıcılık da seri üretime geçti. Sipariş ile ayakkabı isteği makineleşme ile birlikte tarihe göçtü. Zira bu sanatı sürdürmek için çaba gösterenler bu kez de alıcı ve çırak bulmada zorlandılar.
Osmanlı’larda son yüzyıllarda kullanılan başlıca ayakkabı çeşitleri; başmak, bot, çapula, çizme fotin ve yemenidir. Bu ayakkabıların nitelikleride şöyledir:
Başmak:
Başmağın burnu küt, yuvarlak, arka kısmı ise serttir. Topuk
göstererek giyilen bir ayakkabı çeşidi değildi. Tabanı kalın köseleden
yapılırdı. 18. yüzyıl padişahlarından 3. Sultan Osman, kadın ve câriye
yılışıklıklarından hoşlanmadığı, sarayın hareminde dolaşırken câriyelerin
yoluna çıkmasından sinirlendiği rivayet edilir. Bu sebeple 3. Sultan Osman,
başmaklarının tabanına gümüş kabaralar çaktırmıştı. Böylece padişahın ayak
seslerini duyan kadınlar padişahı sinirlendirmemek için yolundan çekilirlerdi.
Gayri müslimler başmak giyemezdi. Başmaklar giyenin işine, mevkisine göre sarı, kırmızı veya siyah olabiliyordu.
Bot:
Gayri müslimler başmak giyemezdi. Başmaklar giyenin işine, mevkisine göre sarı, kırmızı veya siyah olabiliyordu.
Bot:
Fotin’in uzun konçlusudur. Botun koncu baldır ortasına veya
diz kapağının bir karış altına kadardır. Bir erkek ayakkabısı olarak bilinir.
Fakat Osmanlıların son yüzyıllarında bazı kadınlar çarşaf altına erkek
botlarını geçirmişlerdir. Halide Edip Adıvar bunlardan biridir. Günümüzde ise
belki de en çok kadınlar arasında rağbet gören bir ayakkabı çeşidi olmuştur.
Hem de erkek botu olarak değil, kadına göre tasarlanmış özel kadın botları olarak.
DEVAM EDECEK
Yayın Tarihi: 20.11.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder