Yazı dizimize özlü sözlerle devam ediyoruz. Her bir söz bir bilinen kapıyı çalıyor veya unuttuklarımızı tekrar hatırlatıyor. Sizi, tutum ve davranışlarımızın birer özeti diyebileceğimiz bu sözlerle baş başa bırakıyorum.
*
Eğer bir kişi
arkadaşlarına ayak uyduramıyorsa, belki de arkadaşları buna değmiyordur.
“Ayak uydurma” sözü, bilirsiniz; birliktelikteki uyumu
anlatan sözdür. Her konuda aranan bir şeydir bu uyum. Orkestradaki birçok sesi
bir arada duyarken bu duyumu sevimli kılan çalgıların uyumudur. İç
organlarımızın çalışmasını duymamamızın sebebi bu uyumdur. Duyuyorsak organlarda
bir uyumsuzluk vardır ve içlerinden biri isyan etmiş demektir. Hastalık bunun
dışa vurmuş şeklidir. Sağlığımıza kavuştuğumuzda bedenimizde yeniden bir uyumun
sağlanmış olduğunu söyleyebiliriz. Uyum rahatsızlığı bitirir, bir huzur ve bir
zevk verir insana. İnsan ilişkileri de böyledir. Nazlı ve narin insanlar,
kendilerini üstün görenler, uyumu bozan insanlardır. Bunlarla ayak uydurmak
gerçekten mümkün değildir.
Aciz kimsenin beline
kuvvetli yumruğunu vurma, olur ki bir gün onun ayağına düşersin.
Bugünün güçlüsü yarının zayıfı, bugünün zayıfı yarının
güçlüsü olabilir. Hiçbir durum, hiçbir zaman daimi değildir. Tahterevalli
örneği gibi sürekli yer değiştirilir. Bunu düşünenler eskilerin “Düşmez kalkmaz
bir Allah’tır” sözünü de bilirler. Dolayısıyla kendisinin yarın ne olacağını düşünerek
tedbiri elden bırakmazlar.
Ağzım balık yesin ama
ayağım suya değmesin isteriz.
Kolaycılık ruhumuzda var. Bütün yiyecekler ağzımıza yağsa
sırt üstü yatarak ömür tüketsek kimse yakınmaz bilirim. Ama hayat böyle
kurulmuyor. Çaba harcamadan, biraz yorulmadan, yani hak etmeden hayatın içinde
yer bulmak mümkün değildir. Yüksek ökçeli ayakkabıları giymek için yüksek ahlâka
sahip olmak gerekir. Yüksek ahlâk üreterek kazanılır.
Birini yargılamak
istediğin zaman, önce gökte üç ay değişene dek, onun ayakkabılarıyla yürümelisin.
Kızılderili sözü..
Einstein (Aynştayn) “ön yargıyı parçalamak, atomu
parçalamaktan zordur” demişti. Ne yazık ki ön yargı hepimizin vazgeçemediği bir
tutkudur. İnsanları önyargılarımızla yargılayıp hüküm vermeye bayılırız. Onun
altını araştırmaya gerek duymayız bile. Önemli olan bizim vardığımız yargıdır.
Gerisi ne olursa olsun önemli değildir. Kaç mahkeme kurmuşuzdur vicdanımızda?
Hiç! Kaç mahkûmu ipten aldık? Hiç kimseyi.. oysa bizim bir vicdanımız vardı
hani? O vicdanımız acıma ve merhamet hissimizi ortaya çıkarmıyor muydu?
Çıkarmadığını söylersem yalan olmaz inanın. Geçenlerde bir sabah tv açtım,
sabah haberlerini izliyordum. Üsküdar’da sıradan bir adam bir sokakta karşıya
geçip bankete çıkıp giderken, bir oluğun yanına sığınmış bir kediyi görüyor ve
ona tekme atıyor. Kedi can havliyle kendini yola atıyor. O sırada hızla geçen
bir aracın altında kalıyor. Kediye tekme atan adam ölümüne sebep olacağı kedi
can çekişirken şöyle bir göz ucuyla bakıyor kediye ve hiç umursamadan yoluna
devam ediyor.
Şimdi bu adamda vicdan var diyebilir misiniz? Onun kediler
hakkındaki ön yargısı böyle davranmasına sebep olmuştur. Yoksa hiçbir canlıyı
insan olan incitmez, incitemez. Kimse kendini kedinin yerine koyamaz. Ama
ezilen, can çekişen her canlının yerine koyabilir. Çünkü acı çekmek ve ölüm
kolay şey olmasa gerek.
Peki insan insanı nasıl anlamaz? Kızılderili sözünün güzelliği
bir insan hakkında yargıya varmak için onun ortamında yaşamayı önermesindendir.
Gerçekten onun yaşadıklarını yaşasak acaba aynı yargıya varabilir miydik?
Çarpık ayakkabılar,
çarpık ayağa uyar. Mevlâna
Yaşlı bir amcamız vardı, kısa zamanda ayakkabıları
yamuluyordu. En yeni ayakkabı bir ay yeni kalmıyordu. Düzgün ayakkabı ayağını
acıtıyordu amcamızın. Sonuç olarak yapısal bir sorundu bu, değişmesi imkânsız
bir sorundu. Bende de engelliliğimden kaynaklanan aynı sorun var. Dedim ya bu
yapısal bir sorun. Mevlâna’nın bu sözünü toplumsal açıdan da değerlendirirsek,
bir bozuk şey başka bozuk şeye uyar, yada başka bozuk şeyden kaynaklanır.
DEVAM EDECEK
Yayın Tarihi: 11.12.2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder